“Garip bir rüya gördüm, sen de vardın” dedi küçük prens.
“Biliyorum” dedi tilki. “Senin rüyan değildi. Az sonra uyanıp uykusunda gördüklerini anlatacak olan kız çocuğunun rüyasındaydık.”
Kızarmış ekmek kokusuna uyanan kız çocuğu gerinerek yatağında doğruldu ve annesine sarıldı.
- Çok güzel bir rüya gördüm, annecim. Anlatmam lazım.
- Hayırdır güzel kızım. Yine hangi ormanda, hangi hayvanla konuşuyordun?
- Yok öyle değil. Ormanda gezinen ben değildim. Hani dün gece uyumadan önce bana kitabını okuduğun küçük prens var ya? İşte o küçük prens ve tilkiyi gördüm rüyamda. Tilki küçük prense yardım ediyor, insanlardan kaçırıyordu.
Birlikte kahvaltı masasına geçtiler. Küçük kız heyecanla anne ve babasına masalı anlatmaya başladı.
- Rüyamda küçük prensi gördüm, babacım. Kalabalık bir şehirdeydi. Yalnız ve şaşkındı. Anlamadığı bir şeyler oluyordu. Şehrin birbirinden çekinen suskun ve ürkek insanları, şaşkın gözlerle aralarında dolaşıp sorular soran küçük prensten rahatsız olmuşlardı. O farklıydı. Onlar gibi suskun değildi. İnsanlara “Neden konuşmuyorsunuz? aynaya baktığınızda başkalarının sizi nasıl gördüğü neden bu kadar önemli? Kendi gözünüzle gördüğünüz yetmiyor mu?” gibi zor sorular soran birini aralarında istemiyorlardı. İstenmeyen olayların ve uğursuzlukların şehre küçük prens geldikten sonra görülmeye başladığına dair dedikodular da çıkmaya başlayınca o gece sabaha karşı tilki sessizce yanına gelip “gitmemiz gerekiyor” diyerek küçük prensi uyandırdı. Birlikte yola koyuldular. Yol boyunca küçük prens suskundu. Düşünüyordu. Bir şeylerin ters gittiğinin farkındaydı ancak çözememişti.
Şehirden uzaklaşıp tarlaların arasına girince “İnsanlar neden böyle, neden beni istemediler?” diye sordu küçük prens. Tilki cevap vermedi. Küçük prens sorusunda ısrar edince tilki “Ormana varınca anlatırım” diyerek yürümesini sürdürdü.
Dev ağaçlardan oluşan ve gün ışığının giremediği karanlık bir ormana ulaştılar. Küçük prens yorulmuştu. Ağaçlardan birinin gövdesine yaslanıp uyuya kaldı.
Bir süre sonra yaslandığı ağaçtan gelen seslerle uyandı, küçük prens.
Tilki ortalıkta yoktu. Yalnızdı. Orman karanlık ve ürkütücü görünüyordu. Önce korksa da seslere kulak kabartınca ağaçların kendi aralarında konuşmakta olduğunu fark etti.
Yaslandığı ağaç diğer ağaçlara ev sahipliği yaptığı ağaçkakan ailesini anlatıyordu. Anne ağaçkakanın yavrularıyla nasıl ilgilendiğini, baba ağaçkakanın ise karnını doyurduktan sonra eve yeterince tırtıl , böcek getirmemesi yüzünden nasıl atıştıklarını anlatıyor, dedikodu yapıyordu. Olduğu yerde doğrulup oturmaya çalışırken kuru yaprakların ses çıkarması ağacın onu fark etmesine neden oldu. “Sen de nereden çıktın?” dedi ağaç.
- Burada ne arıyorsun? Nereden, nasıl geldin, kim getirdi seni? Burası insanlara göre değil. Hadi git, oyalanma buralarda.
- Bilmem ki. Şehirdeydim. Tilki gitmemiz gerektiğini söyledi. Tilkiyle birlikte kaçtık ama şimdi nerede bilmiyorum. Şehirdeki insanlar beni farklı buldu, rahatsız oldular. Açıkçası şimdi nereye gideceğimi de bilmiyorum.
- Ha… Sen şu tilkinin söz ettiği garip sorular soran çocuksun.
- İnsanların benden neden rahatsız olduğunu sorduğumda ormana gidince anlarsın demişti ama şimdi o da ortalıkta görünmüyor.
- O zaman otur da anlatacaklarımı dinle. Ormanı anlamadan başına gelenleri anlaman çok zor. Tilki o nedenle getirdi seni buraya. İnsanlar bir arada yaşayabiliyor, birbirine tutunabiliyor olsalar da orman olmaları için daha çok şey öğrenmeleri gerekiyor.
- Orman olmak mı?
Diğer ağaçlar “Anlat, ormanı anlat, orman olmayı anlat, anlat ona…?”diye seslenince bizim heybetli ağaç anlatmaya başladı.
- İnsanlar bir araya gelmek için hep ortak bir nokta ararlar. Bu bazen ortak bir amaç veya kazanç çoğu zaman da belki hiç gerçekleşmeyecek beklenti olur. Zamanla onları bir araya getiren neyse birbirlerine benzemelerine, olaylara aynı tepkileri vermelerine yol açar. Sözgelimi; eşit olduklarını düşünürken bir süre sonra yanılıp aynı olduklarını düşünmeye başlarlar. Böylesi kolaylarına gelir. Üstüne çok düşünmeden ve kafa yormadan böyle gelmiş böyle gider diye kuşaktan kuşağa aynılıklarını aktarırlar. Hal böyle olunca farklı görünen, farklı sorular soran, sorgulayan biri hem ilgi çeker hem de zamanla rahatsızlık doğurur. Topluma zarar verdiğini düşünenler çıkar. Önce görmezden gelmeye çalışsalar da zor sorular ortaya saçılmıştır. Öyleleri ile aynı ortamda bulunmaktan, aynı hayatı yaşamaktan rahatsızlık duymaya başlarlar.
- Benim başıma gelenlere çok benziyor. Kalsaydım zarar vereceklerdi. İyi de tüm bunların ormanla ilişkisini anlamadım.
- İnsanoğlu için orman, bir araya gelip kendi gibi topluluk oluşturmuş gölgesi güçlü ağaçlardan başka bir şey değildir. Ne o canlılığı, içindeki çeşitliliği ne de tüm bunları bir arada tutan toprağı görür. Beceriksizce kurduğu şehirler gibi ağaç topluluğu der çıkar. Ortak bir amaç, kazanç veya beklenti uğruna bir araya gelmek kolaydır. Orman olmak ise bunlardan vazgeçip parçası olduğun hayata katılmaktır. Anlayacağın, tutunduğu toprağı bile görmekten aciz insanların öğreneceği daha çok şey var.
Bu sırada görece daha genç bir ağaç araya girip ormanda farklı türde ağaç, çalı, bitkinin yanı sıra yaşamakta olan diğer canlıları ve tüm bunların birbirine bağlı olduğunu, onları bir arada tutan toprağın hepsini yoğurup yeryüzüne savurduğunu, kiminin ağaç, kiminin yosun, kiminin ise sarmaşık, kuş veya tırtıl olarak ormana katıldığından söz eder.
Kahvaltı sofrasında heyecanla rüyasını anlatmaktan kahvaltısına başlayamamıştı bizimki. Annesi içerler;
“Rüyanda gördüğün o koca ağaçlar mı anlattı sana tüm bunları? Yine de önce şu kahvaltını yemeğe başlasan iyi olacak” der. Küçük kız kızarmış ekmeğinden aldığı ısırığı aceleyle çiğneyip yutar. “Unutmadan anlatmam gerekiyor” diyerek rüyasını ve rüyasındaki dev ağacın sözlerini aktarmayı sürdürdü.
“Yaşlı sekoya ağacı, dalları ile küçük prense toprağı gösterip ormanı anlatmayı sürdürdü, annecim.”
- Her şeyi bir arada tutan toprağı görmeden onu hissetmeden ormanı anlayamazsın. İlk bakışta ormanda her şeyi ortaya çıkaranın tohum olduğunu düşünürsen yanılırsın. Tohum içindeki yaşama ve üreme özelliğiyle övünse de toprak buna güler geçer. Filizlenemeden kuşun midesine inen bir tohum işe yaramadığına üzülse de ormanı bir arada tutan toprak o kuşun doğacak yavrularının zararlılara karşı ormanı koruyacağını da bilir.
Bu sırada tilki belirdi. Yavaşça küçük prensin yanına gelip elinden tuttu. Ormanda küçük bir yolculuğa çıktılar. Küçük prens şaşkın bakışlarla ormanı izliyordu. Tilki ise ormanı anlatmaya devam ediyordu.
- Dikkatli bakarsan ormanda her şeyin bir arada olduğunu ve hiçbir şeyin gereksiz olmadığını görürsün. Gereksiz olduğunu düşündüğün pek çok ögenin ormana ait olduğunu ve beğenmesen de işe yaradıklarını anlarsın. Ağaçkakanların ağaca zarar verdiği zannedilir. Kısmen doğrudur. Ancak kabuğunu kemiren tırtıllardan korunabilmesi için o kuşlar, ağaç için gereklidir. İki ayağının üzerinde durup her şeye yukarıdan bakan insanlar derindeki bu ilişkiyi görmekte zorlanır. Her şey birbirinin aynı ve düzen içinde olsun isterler. Orman olmanın anlamını bilemedikleri için farklı gördüklerinden çekinir, uzak durur, hatta korkarlar. Halbuki, denizler ve okyanuslardaki suyu kaldırırsan tüm karaların birbiriyle ilişkili olduğunu görebileceğin gibi ormanda gereksiz saydığın ne varsa hepsinin bir yere tutunmakta olduğunu anlarsın.
- Peki orman bunu nasıl yapıyor. Bunca farklı ağaç, bitki ve canlı bir arada barış içinde yaşamayı nasıl başarıyor?
- Orman, içindeki farklılıkları uyum içinde barındırarak hayatın süreceğini, orman olabileceğini biliyor. Umarım gün gelir, insanoğlu da öğrenir.
Orman içinde yol alırken tilki tek tek ağaçları tanıttı. Ağaçlar küçük prens ile tanışmaktan mutlu olduklarını dile getiriyor, arkalarından da fısır fısır konuşuyorlardı. Ağaçlar da insanlar benziyor diye düşündü küçük prens. Birbirlerine benzeseler de tek tek çok farklı olabiliyorlardı. Kimi ağaç güçlü köklerle toprağı kavrayıp gökyüzüne yükselmeyi amaç edinmişken kimi ise sarmaşık olup o güçlü gövdeye sarılarak güneşe yaklaşmaya çalışıyordu. Aralarındaki rekabetin insanlarla benzeştiğini ancak ağaçların bundan rahatsızlık duymadığından söz etti, tilki.
- Hepsi, köklerinin aynı toprağın içinde olduğunu biliyor. Sarmaşık topraktan uzaklaşıp bir yerlere tutunarak yükselmeye çalışsa, hatta topraktan uzaklaşıp güneşe yaklaştıkça özgür olduğunu düşlese de köklerinin toprakta olduğunu unutmaz. Dışarıdan bakılınca ağacın heybetine tutunmuş asalak gibi görünen sarmaşıklar ağacın gövdesini koruyup mantarlar için uygun nemli ortamı sağlar. O mantarlar ise salgılarıyla ağaçların birbiriyle konuşup anlaşması için gereklidir. Sıcak ve kurak günlerde salyangozlar ağacın teri veya gözyaşına tutunarak hayatta kalabilir. Ormanda hayat ayrışmak değil, bütün olmak, bütünde buluşmaktır.
Küçük prens bir süre durup dev gövdeli ağaçlara ve onların gövdelerine sarılmış sarmaşıklara bakındı. Sonra tilkiye dönüp “İnsanların bir kısmı bu kalın gövdeli ağaçlara benziyor, gölgesi bile güven veriyor, çevresine enerji saçıyorlar. Büyük bir kısmı ise sarmaşıklar gibi o güçlü gövdelere tutunup kolayca yükselme çabasında. Sarmaşık gibi olanlar o kadar çok ve yaygın ki tutunduğu ağacı görmek bile çok zor oluyor. Hep kendilerini taşıyacak insanların yanında bitiyorlar. Olmasın demiyorum ama fırsatçılığını gizlemeyi başarıp hep göz önünde olmalarını yadırgamadan da edemiyorum” dedi küçük prens.
“Hayat tohum ile başlar, tohum kaderimizdir” dedi tilki. Ormanda hayat tutunmaktan ibarettir. Kimi kökleriyle toprağa tutunur, kimi ise çalı gibi birlikte hayata tutunmaya çalışır. Bazıları ise sarmaşıklar gibi zayıf kökleriyle güçlü ağaç veya kayalara tutunur. Bu onların seçimi değildir. Hepsi aynı hayatın içinde ormana dönüşür ve bir arada yaşar.
“Ormanı anladım” dedi küçük prens “İyi ama o zaman hayat ne oluyor?” diye sordu. Ormanın çıkışına gelmişlerdi. Tilki ormanı gösterip “Buradan bakınca hayat kök salma ile tutunma arasında bir yerde. Topraktan aldığın ve tutunup ormana bıraktığındır, kısaca taşıdığın ve aktardığındır, hayat” diye yanıtladı.
Bir serinlik ve üşüme hissetti küçük prens. Gözlerini açtı. O kocaman ağacın altında uyuyakalmış olduğunu anladı. Doğrulup çevresine bakındı. Tilki yanında onunla birlikte oturuyordu. “Yorulmuştun. Üstelik çok güzel uyuyordun, uyandırmaya kıyamadım” dedi, tilki. Küçük prens dostu tilkiye gördüğü rüyayı konuşan ağaçları, ormanda birlikte yaptıkları yolculuğu anlattı. Tilki gülümseyerek dostuna sarılıp “Biliyorum dostum, hep yanındaydım. Ancak gitmemiz gerekiyor. Gördüğü rüyayı anlatmak için sabırsızlanan kız çocuğu uyanmak üzere” dedi.
Sonra burnuma kızarmış ekmek kokusu geldi annecim. Uyanmamak için direndim, rüya sürsün istedim ama olmadı. Uyanırken tilkinin bana bakıp “Rüya artık senin. Ne yapacağını biliyorsun” dediğinden söz etti küçük kız.
Babasının “Peki şimdi ne yapmayı düşünüyorsun?” sorusunu kızarmış ekmeğinden iri bir ısırık daha alıp “Anlatmam lazım, arkadaşlarıma küçük prensin rüyasını anlatmam lazım. Tilkiye söz verdim” diye yanıtladı.
Mehmet Uhri