PİSİDİA NOTLARI - 2 SU PERİLERİNİN TANIKLIĞI

pisidia-11

“Burada insanlığa yalan söylendi ve çok büyük bir ihanet yaşandı”

Ses Nymphaion’dan geliyordu.

Emin olmak için Pisidia Antiocheia şehrinin Kuzey cephesinde su perileri için yapıldığı bilinen kalıntı halindeki Nymphaion’a biraz daha yaklaştım.

- Bana mı söylediniz?

- Sana ya… Başka kimse var mı burada?

- İyi de kimsiniz? Kiminle konuşuyorum?

- Suyu çekilse de buradan ayrılamayan su perileriyiz. Gelene geçene dilimiz döndüğünce bu şehirde söylenen o büyük yalanı ve ihaneti anlatırız.

- İyi de neden ben? Benden ne istiyorsunuz?

- Sen de pek çoğu gibi  “Ben masumum, bir şey yapmadım. Hem ben neyim ki? Ne yapabilirim?” kolaycılığına sığınıp dinlemeyecek, o büyük yalana ve ihanete diğerleri gibi ses çıkarmayacaksan bizleri hiç yorma. Hadi git yoluna…

Dağ başında neredeyse bin yıldır terk edilmiş antik bir kentte su perilerine adanmış suyu çekilmiş bir kalıntının önünde perilerle konuşuyordum.

Üstelik bir yalan ve ihanetten söz ediyorlardı.

Bir yandan merakım diğer yandan da tedirginliğim artıyordu.

Çantamdan not defteri ve kalem çıkarıp Nymphaion’a yaklaştım.

Sırtımı çeşmenin soğuk taşına dayayıp “Sizi dinliyorum. Neymiş burada söylenen o büyük yalan?” Diye sordum.

Periler kendi aralarında bir süre tartıştılar.

Perilerden biri kısık sesle “Diğerleri gibi anlatacaklarımızı dinlese de gözünü yumup susup oturacak birine benziyor. Bence kendini hiç yorma” dedi. Bir diğeri de bu sözlere destek verdi. En baştan beri konuşan peri ise “Olsun, biz yine de anlatalım. Anlatalım ki yalan ve ihanet unutulmasın. Birileri de biliyor ve susuyor olmanın acısı ile yaşasın. Bu da onlara dert olsun”  diye ısrar etmese konuşma devam etmeyecekti.

“Aç kulağın da dinle o zaman” diyerek su perisi anlatmaya başladı;

- Burada, bu şehirde herkesin bildiği ama korkusundan kimsenin sesini çıkarmadığı bir ihanet yaşandı ve insanlığa yalan söylendi. Tüm bunlara sesini çıkarmayıp zımnen onay verenlerle birlikte büyük bir insanlık suçu işlendi. Biz periler hepimiz tanık olduk. O büyük yalan tüm dünyaya buradan yayıldı.

- Neden söz ettiğinizi anlayamadım. O büyük yalan neydi? Kim söyledi?

- Çok yıllar önceydi. İnsanlara bu dünyada olmasa da ruhlarının öte dünyada özgür olacağı umudunu aşılayıp iman etmelerini, barışı, sevgiyi, paylaşımcılığı aşılayan fikirleriyle heyecan uyandıran gencecik bir insanı İsa isimde birini çok uzaklarda acımasızca katlettiler. Öldürdükleri yetmedi burada, bu şehirde sözlerini, fikirlerini değiştirip bir kez daha öldürdüler. Cinayeti bilenler yalanı ve ihaneti de gördü.

- Hiç mi itiraz eden olmadı?

- İtiraz edenler ortadan kaldırıldı. Kimse sesini çıkaramadı.

- Peki ya sonra?

- O yalan ile birlikte şehrin üzerine bir lanet çöktü. Bir daha kendine gelemedi.  Birkaç kez el değiştirdi. Yandı, yıkıldı ve sonunda terk edildi. Geride bizler kaldık. Gelene gidene şehrin lanetlenmesine yol açan olayları anlatıyoruz.

- İşe yarıyor mu?

- Nasıl güçlü bir yalan söylendiyse pek kimseyi ikna edemiyoruz. Kime anlatırsak anlatalım yalanın bir ucundan tutmayı veya suskun kalmayı seçip uzaklaşıyor. Açıkçası senden de çok umutlu değiliz.

pisidia-4

Araya giren diğer bir su perisi “İhaneti gördük, cinayeti bildik, söylenen yalanlara sessiz kalan acizleri de gördük. Buraya gelirken size anlatılanları unutun. Bir de bizi dinleyin” dedi. Bir süre sustuktan sonra sözlerini biraz da hiddetlenerek sürdürdü; .

- Bu şehirde bir haini konuşturup önce işledikleri cinayeti akladılar. Sonra katledilenin ölmediğine bir şekilde göğe yükseldiğine inandırdılar. Çekilen acıları da tüm insanlığın günahlarının kefareti olarak ölen kişinin üstlendiğine inanılmasını buyurdular. İnsanlara vaat edilen sevgi ve umudun yerini korku ve boyun eğmenin alması için her şeyi yaptılar.” Diye devam etti.

“Anlamadım. Şu işi bana baştan anlatabilir misiniz?” Diye üsteleyince perilerden biri tok ve kararlı bir sesle “ O zaman arkana yaslan ve dinle” diyerek aşağıdakileri anlattı:

“O zaman arkana yaslan dinle; İnsanlık tarihinde pek çok kez yaşananlar yıllar önce burada bir kez daha yaşandı. Cumhuriyet ile yönetilen güzelim ülkede iktidarı ele geçirmek için Doğu ile Batı arasında kanlı bir iç savaş yaşandı.

Kazanan taraf Batı oldu. Ülkede kontrolü sağladı.

Sonrasında olağanüstü şartlar bahane edilerek cumhuriyet rejimi askıya alındı. Senato kapatıldı. Yaklaşık dört yıl süren ara rejimden sonra yönetimi elinde tutan zat halk iradesini ortadan kaldırıp tek adam yönetimini ilan etti.

Bu sırada muhalefet kendi içinde kısır tartışmalara uğratılıp önce parçalandı sonra tasfiye edildi. Zamanla tek adam iktidarına karşı durmaya cesaret bile edilemez oldu.

40 Yıldan fazla süren tek adam rejimi giderek tanrısal bir kutsallık ile birleşti. Dini otorite bile o tek adamın iki dudağı arasına hapsedildi.

Tek adamın iradesi ve güçlü askeri yapılanma ile halkın sesi iyice kısıldı. Cumhuriyet rejimi unutuldu.

Baskı ve zorlamayla da olsa ülkede barış ve güvenlik iklimi sağlandı.

Bu yeni yönetim biçiminde halkın görevi işgücü ve asker gereksinimi için üremek, daha çok çalışıp devlete vergi vermek ve devletin zenginliğini arttırmaktı. Emir büyük yerdendi. Herkes üstüne düşen görevden başka bir şey düşünemez oldu.

Giderek büyüyen devleti doyurabilmek için vergiler arttırıldı. İnsanlar daha çok çalışmak zorunda bırakıldı. İtiraz edenler kısa sürede tasfiye edildi. Muhalif olmanın suç sayıldığı, insanların yönetimden ve birbirinden korkup sustuğu yıllardı.

İçeride ve dışarıda işaret edilen düşmanların varlığı ile insanlar korkutulup boyun eğmeleri sağlandı. Tanımlanan düşmanların şerrinden korunmak için devlete itaat etmek zorunluydu.

İnsanlarını dışarıda istilacı barbarlar söylemi ile içeride ise hep bir öteki ile korkutup yalnızlaştıran yönetim yarattığı baskı ve korku iklimi ile sürekliliğini sağladı.

Devlete itaat sorgulanamaz hale geldi.

Değiştirilmesi hayal bile edilemeyen bir devlet düzeni, bu düzeni sağlamak için oluşturulmuş katı hiyerarşi, acımasız güvenlik ve baskı ortamı tüm bunların bedeli olarak vatandaşların sorgulamadan yerine getirmek zorunda olduğu görevler tanımlandı.

İşte böylesi bir baskı ve korku ikliminde bu dünyaya ait olmayan sevgi, umut, ruhun özgürlüğü ve bunların gerçekleşebilmesi için iman aşılayan birilerinin söylemlerinin ilgi görmesi ile uzaklarda “değişik” bir arayış, pasif bir muhalefet alevlendi.

İlk anda baskıcı yönetim alışık olmadığı bu “farklı” söyleme nasıl tepki vereceğini bilemedi.

Doğrudan iktidarı hedef almıyordu. İnsanlara devlete boyun eğseler ve bu dünyada özgür olamasalar da ruhlarının öte dünyada özgür olabileceği fikri ile umut aşılayan, “ötekilerden” korkmak yerine onlara sevgi ile yaklaşmayı, barışı, birlik ve beraberliği, paylaşımcılığı aşılayan bu söylem ilgi gördü. Hızlıca taraftar buldu.

Bir insanın iki dudağı arasından çıkan “sevgi, umut ve iman” söyleminde buluşan insanların korkuları azaldı. İşbirliği, paylaşma ve dayanışma arttı.

Ortada devlete karşı başkaldırı olmasa da devletin itaat mekanizması olan korku ikliminin ruhun ölümsüzlüğü ve öte dünyada özgürlük fikri ile aşılmakta olması yönetimde kaygı uyandırdı.

Bu durum gereğinden fazla çalışmanın anlamsızlığını ortaya koyarken insanlara öte dünyada özgür olacak bir ruha sahip olmanın özgüvenini de kazandırmaktaydı.

Ortada yönetime karşı bir direniş olmasa da devletin tekelinde olan korku yönetimi el değiştirmekte yeni doğan düşünce ile kendine hızla taraftar bulmaktaydı.

Özgüveni olan vatandaş yönetim için tehdit olarak görüldü.

Yılanın başı küçükken ezilmeliydi.

Öyle de oldu.

Düşünceleri ile sevgi, umut ve iman fikirlerini aşılamaktan başka bir şey yapmayan malum kişi yakalanıp ibretlik biçimde acılar içinde öldürüldü.

Ancak düşüncelerini öldüremediler.

Arkadaşları aracılığıyla çeşitli söylencelere konu edilerek yaşatılmaya, kendine yeni taraftarlar bulmaya devam etti. Devletin yok ettiği ve mezarının dahi olmayan kişiye halk nezdinde kutsallık atfedildi.

Öldükten sonra da olsa taraftarlarının arttığını gören yönetim önce bu yeni düşünceden olanları acımasızca yok etmeye çalıştı. Ancak sayılarının artmasını önleyemedi.

Giderek büyüyen düşünsel yapılanmayı kendi varlığına tehdit olarak gören iktidar bu kez yok edemediğini kontrolüne alacak aksiyon üretmenin çarelerini ardı.

Ancak bir sorun vardı.

Sırf düşünce ve inançları için peygamberleri ile birlikte onca insanı öldürdükten sonra barış iklimi nasıl sağlanacaktı?

Üstelik öldürüp yok edemediği ve daha çok kendine düşman ettiği insanları ikna edip yanına çekecek yeni bir söyleme gereksinim vardı.

En gaddar adamlarından biri bu iş için görevlendirildi.

Özel olarak seçilmiş bu kişi zamanında pek çok inanç sahibi insanı gaddarca yok etmiş devletin makbul vatandaşlarından biriydi. Üstelik Roma vatandaşıydı.

Öldürülen ve göğe yükseldiği iddia edilen kişi ile karşılaştığını gözlerinin kör olup üç gün sonra yine o öldürülen kişi tarafından açıldığı gibi bir hikâye anlatıldı.

Bu sayede taraf değiştirip inanç sahibi olduğuna kendini ve çevresindekileri inandırdı.

Sonra yine devletin koruması ve göz yumması ile “makbul vatandaşın” ömrü boyunca tüm ülkeyi dört kez dolaşıp devletin istediği biçimde söylem geliştirerek verdiği vaazlarla yeni düşünce ve inanç sistemi anlatıldı.

Yeni sistemin eski inanç sistemi ile bütünleşip yazıya dökülmesi sürecinde de devletin görevlendirdiği malum vatandaş okuduğu vaazları kaleme alıp 14 bildirge halinde kutsal kitaba ekledi.

İleride tartışma konusu olmaması için daha sonraki yıllarda kutsal kitaba Roma vatandaşı Pavlus’un yolculuklarına dair notlar da eklendi.

Kısaca kutsal kitabın önemli bir bölümü havari bile olmayan Pavlus’a yazdırıldı.

Bu vaazlar arasında devletin işlediği cinayetin üzerini örtecek biçimde ölen kişinin kutsallık âlemine kabul edildiği, infaz edilenin tüm insanlığın günahlarının kefareti olarak kendini feda ettiği, insanların kilisenin kutsallığına rıza gösterip işaret edilen yoldan ayrılmaması gerektiği gibi pek çok yeni eklentiler ile yeni bir itaat mekanizmasının temelleri atılır.

Bir taşla birkaç kuş vurabilmek için ülke içindeki çatışma yaratan Doğu’nun tek tanrıcılığı ile Batı’nın çok tanrıcılığı bu yeni kitapta birleştirildi. Sağlığında konu hakkında hiçbir şey söylememiş olan İsa’ya tanrının oğlu denilerek 1,5 tanrıda uzlaşma sağlandı.

Kutsal kitaba yapılan eklemeler ile düşünce ve inanç ile ortaya çıkan iç tehlike değiştirilip dönüştürülerek yeniden kontrol altına alındı.

Ve işte sözünü ettiğimiz yalan ve ihanet burada, devletin görevlendirdiği kişi tarafından bu şehirde verilen o ilk vaaz ile başladı.

Katlettikleri İsa’nın ağzından bir sürü yalan uyduruldu. Sevgi ve umudun yerini korkuların alması için gereken ne varsa yapıldı.

Her şey buradaki o ilk vaaz ile başladı.

Biz periler bu şehirde ihaneti gördük. Dahası insanların tüm bunlara itiraz etmeyip suskun kalmalarına, boyun eğip kabullenmelerine, zımnen onay vermelerine de tanık olduk.

Tüm bunları o büyük yalan, ihanet ve riyakârlık unutulmasın diye gelene gidene anlatıyoruz. Anlattıklarımız çoğu kez dedikodu diye geçiştirilip ciddiye alınmasa da susmuyoruz. Bizleri bu Nimphaion’a hapsedenlere inat yaşananları anlatmayı sürdürüyoruz…“

pisidia-21

Bu sözlerden sonra ortamda derin bir sessizlik oldu.

Antik kentte şiddeti giderek artan rüzgârın uğultusundan başka ses işitilmiyordu.

Bir süre ne periler konuştu ne de ben söyleyecek bir söz bulabildim.

Aklımdan resmi tarih ve dini tarih ile ilgili anlatılanlar, koca koca isimler geçiyordu. Periler için ise isimlerin, etiketlerin pek önemi yoktu.

Yaşananları dert edinmişlerdi ve tanık olduklarının unutulmamasını istiyorlardı.

Havanın bulutlanmasıyla yağmur olasılığı belirince doğrulup ayağa kalktım. Kafam allak bullak olmuştu. Perilerden ise ses gelmiyordu.

“Peki ya sizler? Sizi buraya hapsedenler derken ne demek istiyordunuz?” Diye sordum.

Hepsi birden sözlerime gülerek karşılık verdi. Kahkahaları bittikten sonra az önce uzun hikâyeyi anlatan peri arkadaşlarına “Sanırım yine boşa konuştuk… Bu da anlamadı?” dedi.

Bir süre öylece ayakta durup cevap beklediğimi söyledim. Perilerden biri;

- Yahu şu çevrene bir bak. Burada su perilerinin ne işi olur? İsmimiz kullanılarak inşa edilen bu yapının aslında şehre su getirebilme uğruna harcanacak onca emeğe halkın rıza göstermesini sağlamak için basit bir aldatmaca olduğunu görmüyor musun?

- Nasıl yani? Sizler de mi?

- Bizler bile… Anlamıyor musun? Her şey halkın boyun eğmesi, verilen emir ve görevlere itiraz etmemesi için aldatmacadan ibaret. Makbul vatandaşını yalan söylemek ve ihanet için görevlendiren zihniyet zamanında bizleri de benzer bir kandırmaca için kullanıp buraya hapsetti. Bizler de suyu çekilmiş bir Nymphaion’un perileri olarak tanıklıklarımızı gelene gidene anlatarak öç alıyoruz.

Canım sıkılmıştı. Kendi kendime “ Öyleyse hep bir kandırmaca içindeyiz. Kananlar, kabullenenler mutlu, kanmayanlar mutsuz… Hepsi aynı oyunun tekrarından başka bir şey değil” diye söylendim.

En baştan beri benim için umutsuz olan kısık sesle konuşan su perisi “Ha gayret. Anlamaya başlıyorsun. Bu arada söylemedi deme; yaklaşan bulutlara bakılırsa yukarıdaki az sonra su koyuverecek. Hadi git artık. Islanma…” dedi.

Bu sözlerden sonra perilerin sesini bir daha işitmedim. Öylece şaşkın bir halde kalakalmıştım. Yağmur başlayıp kısa sürede hızlanınca daha fazla duramadım. Koşarak sığınacak bir yer bulana kadar da hayli ıslandım.

Su perileri giderayak bana da yapacaklarını yaptı diye düşündüm.

Bir süre girişteki sundurmanın altında yağmurun hafiflemesini beklerken uzaktan yalanın ve ihanetin başladığı o lanetli kentten kalan yıkıntılara baktım.

Az sonra yağmakta olan yağmura eşlik eden güneş ile birlikte Pisidia Antiocheia şehrinin üzerinde belli belirsiz bir gökkuşağı oluştu.

Sonra…

Sonra hızlıca kayboldu…

Mehmet Uhri  

One Response to “PİSİDİA NOTLARI - 2 SU PERİLERİNİN TANIKLIĞI”

  1. Nursar Doğan diyor ki:

    Çok etkileyici, teknoloji gelişiyor maalesef insanlık tarihi değişmiyor; bu öyküyü canlı bir şekilde yaşıyoruz.

Leave a Reply