Midas’ın kulakları çınlar mıydı?

tinnitus

Kulak çınlaması (tinnitus), Latince “çınlamak” anlamına gelen “tinnire” kelimesinden türetilmiş tıbbi bir terimdir. (1)

Nedenleri farklı olsa da kulağa atfedilen insanlık tarihi kadar eski bir hastalık olarak bilinir.

Tinnitus üzerine yazılanlar ve hakkında üretilen ortak algıya dışarıdan bakıldığında tarihin tüm dönemlerinde hastalık olarak görme yerine kulağa ait bir özellik hatta fazlalık olarak yorumlandığı, taşıdığı öznellik ve gizem nedeniyle yer yer kutsallık atfedildiği söylenebilir.

Yine de tinnitus yakınması olanlar için tedavi öneren tarihin pek çok dönemine ait farklı metinlerin varlığı “bu gizemli durum” için sağlıkçıların çözüm üretmeye çabaladığını da ortaya koymaktadır.

Bilindiği gibi, duyu organlarımız dış dünyaya açılan kapılarımızdır.

Dış dünyayı duyu organları aracılığı ile algılar beyinde imgelere dönüştürürüz. Beynimiz ise imgeleri işleyip kavramlara dönüştürür. Düşüncenin hammaddesi ise kavramlardır. Sözgelimi; gözün gördüklerini kırmızı, yeşil, sarı gibi imgelere dönüştürüp hepsi birden “renk” adı altında kavramsallaştırılır, buradan da diğer kavramlarla kurulan bağlantılar ile yeni ve daha soyut kavramlar oluşturularak düşüncenin yolu açılır.

Duyu organlarımız algı ile başlayan düşünsel sürecin başlangıç noktası olmanın yanı sıra ikinci bir işlev daha taşır.

İnsan biyolojik olduğu kadar sosyal ve kültürel bir canlıdır. Göz, kulak, burun vb. duyu organları vücudun “dış dünya” ile olan sınır bölgelerinde yer alıp dışarıdan göründüğü için kişinin tanınmasını sağlayan pasif bir görev daha üstlenirler.

Kısaca duyu organlarımız bedene ait bir kapı olma nedeniyle “içsel”, görünür olma ve tanınırlığı sağlama yanı ile de “dışsal” özellik gösterir.

Üstelik duyu organları hakkındaki bu temel kavramsal ayırım insanlık tarihi kadar eskidir.

Tarih boyunca duyu organı olma özelliği ile bedene ait “içsel” ve sosyal kimliğin bileşeni olarak “dışsal” olma özelliğine göre duyu organları farklı adlandırılmışlardır.

Pek çok dilde vücudun sınırını belirleyen, koruyan kollayan bedene ait içsel özelliği ifade ederken “deri” sözcüğü seçilirken, kimliği belirleyen dışsal organ olma özelliğinden söz edildiğinde “cilt” sözcüğünün kullanılmasını (dermo veya skin) bu duruma örnek gösterebiliriz. (2) Benzer olarak görsel algıyı üreten içsel organ olarak “göz” sözcüğüne karşılık dış görünüşün bileşeni olan “bakma-bakış” sözcüklerinin kullanıldığını (İngilizce: eye-see, Arapça: Ayn-nazar) görüyoruz.

Tat duyusunu simgeleyen dil ne kadar içselse, konuşmanın ana bileşeni olan dil de o kadar dışsaldır.

Duyu organları içinde içsel veya dışsal olma özelliğine göre kavramsal ayırıma gidilip farklı adlandırılmalar kullanılmasının istisnası ise, kulaktır.

Bir duyu organı olarak kulağa yönelik ifadelerde böyle bir kavramsal ayırıma gerek duyulmadığı görülmektedir. İşitmeyi sağlayan içsel duyu organı olmanın yanı sıra kulak kepçesi ile görünen kimliğin bileşeni olma biçiminde dışsal bir işlevi olmasına rağmen tarih boyunca her iki kavram benzer sözcüklerle ifade edilmiştir. En eski dillerden Akkadça uznu, Avesta dilinde usi, zaman içinde Grekçe aus ve Latincede Auris’e dönüşüp günümüzdeki “ear” sözcüğü ile sesteş olarak pek çok dilde yer almaktadır. (3,4)

Tarih boyunca işiten ve işittiklerini algıya dönüştüren kulak, tek yönlü çalışan duyu organı olarak görülmüştür.

Kulağın olmayan sesleri duyuyor olması veya kendi sesini üretip çınlıyor olması ise; bir hastalık gibi değerlendirmekten çok kulağın fazla çalışması biçiminde yorumlandığını pek çok tarihi metinde görebiliyoruz.

Kulak çınlamasının öznelliği ve kolay kanıtlanabilir olmaması gizemli bir durumun işareti olarak yorumlanmasını da beraberinde getirmiştir. Taşıdığı gizem nedeniyle kulak çınlaması (tinnitus), duruma yere zamana göre değişen beklentilere göre yorumlanan genellikle “olumlu” bir özellik olarak görülmüştür.

Dahası, toplumların üst aklını oluşturan din, devlet, yönetim gibi tüm organizasyonlar için kontrol altında tutulması gereken gizemli bir olay olarak yorumlanmıştır. (5)

Şamanların öte dünyalardan sesler duyabildiğine inanılmış, çınlayan kulak haberci olarak kabul edilmiştir.

Çekinik karakter olan solakları dışlayan ve sağ elini kullanmaya zorlayan topluluklarda çınlayan kulağın sağ veya sol olmasına yönelik “iyi” veya “kötü” beklenti olduğuna dair güçlü inanışlar günümüzde de yaşamaktadır.

Tek tanrılı dinlerde tanrısal ses olarak yorumlandığı görülen tinnitus İslami metinlerde;Mü-minin kulağı çınladığı esnada Resulullah onu Cenabı Hak katında anmış, ona dua etmiştir. Mü-minin ruhu bunu duyduğu zaman kulağı çınlar. Bunun için salavat-ı şerife okuması tavsiye buyurulmuştur.” şeklinde yer almaktadır. (6)

Yazılı tarihi kaynaklara bakıldığında kulak çınlamasının insanlık tarihi kadar eski olduğu görülüyor.

Kulağa gelen fısıltı uğultu anlamında Mezopotamya Asur ve Akkad kil tabletlerinde benzer bir anlatım geçiyor olsa da günümüzde anladığımız anlamda tinnitusun ilk kullanımı için antik Mısır’a gitmemiz gerekiyor. (5)

M.Ö. 1550 yılına tarihlenen ancak çok daha eski tıbbi bilgilerin derlemesi olduğu anlaşılan Ebers Papirüsünde “Kulaklarımdaki büyüleyici çınlama ve uğultu için yağ tebeşir tozu, ağaç özleri, otlar ve toprak kaynatılır. Elde edilen macun bir kamış ile dış kulağa yerleştirilir” biçiminde tedavi amaçlı uygulamadan söz edilmektedir.

Ebers papirüsü kulak çınlaması ve tedavisine yönelik ilk yazılı belge olarak kabul edilmektedir. (5,7)

Erken grekoromen zamanlarda hastalığın sebebine yönelik ayırım ve bu ayrımı gözeterek uygulanan tedavi alternatifleri tanımlanarak günümüz anlamıyla hastalığa ilk akılcı yaklaşımda bulunulduğu görülüyor.

Bu zamanlara ait tarihi kaynaklarda; çınlamanın dışsal nedenle, özellikle soğuktan kaynaklandığı düşünüldüğünde kulağın temizlenmesi, sıcak uygulanması ve valsalva benzeri manevra yapılması, çınlamanın bedensel yani içsel olduğu durumlarda ise diyet uygulanması, turp, salatalık suyu, bal ve sirkeden oluşan karışımın dış kulak yoluna uygulanması ve gargara yapılması önerilmektedir. (5,8)

Tıbbın kurucusu kabul edilen Hippocrates MÖ. 460-370 çok güçlü sese maruz kaldıktan sonra oluşan çınlama ve işitme kaybını farklı ve daha baskın bir ses üretmek biçiminde günümüzde de tedavi alternatifi olarak görülen “maskeleme” ile tedavi edilebileceği görüşünü ortaya atar.

İnsan aklını her şeyin üstüne koyup ilk çağ aydınlanmasının fitilini ateşleyen Aristoteles (M.Ö.384-322) ise kendisinden önceki yüzyılda yaşamış Hippocrates’in tinnitus için önerdiği maskeleme tedavisini felsefe malzemesi olarak da kullanır. Herkesin aynı anda konuştuğu ve kimsenin diğerini yeterince işitemediği ses uyumsuzluğu olarak adlandırılan kakafoni ortamını kulak çınlamasına benzeten Aristoteles farklı ve baskın söylem ile yapılacak “maskelemenin” kakafoniyi gidermek için kullanılabileceğini önerir. (7,8,9)

Orta çağ metinlerinde tinnitus ile ilgili olarak Galenik uygulamalar başlığı altında ısıtma amacıyla şakak bölgesine sıcak ekmek uygulanması veya eritilmiş balmumunun dış kulak yoluna dökülmesi, terleme ile birlikte sıcak uygulamalarının tanımlandığı görülmektedir.

12-13. Yüzyıllarda başlayan ve tarihçiler arasında küçük Rönesans olarak tanımlanan bilim alanındaki gelişmelerle kulak çınlaması tedavisinde cerrahi müdahalelerin başlatıldığı görülüyor. Çınlama ile birlikte gelen uğultunun rüzgarın kulakta hapsolmasından kaynaklandığı düşünülerek mastoid kemiğin havasını boşaltma biçiminde yapılan girişimler ilk cerrahi uygulamalar olarak ortaya çıkar. (5)

19. yüzyılda Fransız Jean Marie Gaspard Itard’ın çalışmaları ise kulak çınlamasına yönelik bilimsel çalışmaların başlangıcı olarak kabul edilmektedir. (5)

Sonuç olarak; efsanelere konu olmuş ve söylencelerde yaşayan Frigya kralı Midas’ın o görkemli kulaklarının çınlayıp çınlamadığını bilmiyor olsak da “tinnitus” insanlık tarihi kadar eski bir hastalıktır.

Tarihsel ortak algı ise kulak çınlamasına hastalık olarak kabul etmek yerine kulağa ait özellik hatta tanrıların hastalığı olarak kabul edilen epilepsi hastalığında olduğu gibi gizemli bir “durum” olarak görme eğilimi şeklinde olmuştur.

Tarihin pek çok döneminde tinnitustan yakınanlar için farklı tedavi önerilerinin varlığı ise bu gizemli durumun hastalar ve sağlıkçılar açısından her şeye rağmen hastalık olarak ele alındığını işaret etmektedir.

Öte yandan, sağlıkçıların hastalık olduğu görüşüne karşın çınlama örneğinde olduğu gibi başkalarının işitmediği sesler duymak öznel bir varoluş algısına bile dokunuyor olabilir.

Nasıl mı?

Bunca kitabi bilgiden sonra arkamıza yaslanıp biraz da edebiyattan yardım alalım.

Bursa’da Zaman şiirinde “Sessizlik bile çınlıyor bir sonsuz devam vehmiyle” diyen Ahmet Hamdi Tanpınar Saatleri Ayarlama Enstitüsü isimli kitabında modernleşme çabalarının doğurduğu o şaşkınlık ve tedirginlik halini

Sanki bir denizaltı kovuğunda yürüyormuşum gibi bir türlü kavrayamadığım fikirler, bilgi kırıntıları ayaklarıma dolaşıyor, her kımıldandıkça köksüz asabiyetler, süreksiz ümitler, yersiz inançlar çürümüş yosunlar gibi kollarıma ve vücuduma sarılıyor, beni daha derinlere doğru çekiyordu.

Sonra hepsi birden bir mürekkep balığı gibi kendi savurdukları dumanın içinde kayboluyor ve ben Doktor Ramiz’le, karşı karşıya, başım biraz evvelki hengâmeyi dağıtan gür kahkahanın geldiği yere dönük, kulaklarımda farkına varmadan yokladığım derinliklerin ağırlığından gelen bir çınlama ile uykudan uyanmış gibi hiçbir şeyi tanımadan etrafa bakıyordum.” şeklinde ifade ediyordu. (10)

Kulak çınlamasının böylesine edebi kullanımına da sanırım şapka çıkartmak gerekiyor.
.
Mehmet UHRİ

1- S. D. G. Stephens The treatment of tinnitus a historical perspective The Journal of Laryngology and Otology October 1984. Vol.’98. pp.’963-972

2- http://www.nisanyansozluk.com/?k=deri

3- https://www.etymonline.com/word/ear

4- http://www.assyrianlanguages.org/akkadian/index_en.php

5- Elizabeth Willingham, M.D., History of Tinnitus July 22, 2004 https://tinnitus-audiology.com/history-of-tinnitus-2/

6- Hadis-i Şerif, İbnu’l-Cevzî, el-Mevzuat, 3/76

7- Robert E. Sandlin, Ph.D.1 and Robert J. Olsson, Evaluation and Selection of Maskers and Other Devices Used in the Treatment of Tinnitus and Hyperacusis Trends Amplif. 1999 Mar; 4(1): 6?26. doi: 10.1177/108471389900400102

8- Vernon J. The history of masking as applied to tinnitus. J Laryngol Otol Suppl. 1981;(4):76-9.

9- Feldmann H: Masking of tinnitus - Historical remarks. Proceedings III International Tinnitus Seminar (Muenster, Germany). Harsch Verlag Karlsruhe, 1987, pp. 210-213.

10- Tanpınar Ahmet Hamdi, Saatleri Ayarlama Enstitüsü.

Leave a Reply