VİETNAM, KAMBOÇYA, LAOS NOTLARI -8

tutsu-1

TÜTSÜ

“Bakma öyle saf saf. Yabancı değiliz. Yaklaş ve dinle hele…” sözleri ile başladı sohbetimiz.

Orta Vietnam’ın Hue kenti yakınlarındaki tütsü atölyeleri ile ünlü Thuy Xuan köyündeydik. Tütsü çubuklarının imal edilip bir yandan da sergi ve satışının yapıldığı atölye hayli kalabalıktı.

Ortamda yanmakta olan farklı türde tütsülerden gelen ağır sayılabilecek koku hissediliyordu.

Ortamın kalabalığından ve kokulardan biraz olsun uzaklaşmak için atölye içinde sakin, havadar bir yer ararken kendimi yeni imal edilmiş tütsü çubukları öbeği ile muhabbet ederken buldum.

Bölge coğrafyasında tapınak veya kutsal mekanlara girenleri uzaktan kokuları ile karşılayıp eşlik eden o renk renk tütsü çubuklarının geveze oldukları kadar bilge olduklarını da söyleyebilirim.

Thuy Xuan köyü hayli yorucu bir günün son ziyaret yeriydi.

Tütsü atölyesinin görece sakin bir köşesinde çiçek tarlasını andırırcasına yığılmış kullanılmaya hazır tütsü çubuklarının kenarında bulduğum boş tabureye ilişmiş sessizce çevreme bakınıyordum.

Tütsülerin “Bakma öyle saf saf, yabancı değiliz.” sözleri ile önce bir irkildim.

İlk şaşkınlığımı atlattıktan sonra sesin geldiği tütsü çubuğu yığınına yönelip “Bana mı seslendiniz?” diye sordum. Hepsi birden konuşunca tütsülerden uğultulu bir ses yükseldi. Anlamadığımı görünce kırmızı tütsü grubunun arasından “Evet, evet sana sesleniyoruz. Yaklaş hele. Anlatacaklarımız var.” Diyen sesi işittim.

Oturduğum tabure ile birlikte tütsü çubuklarına doğru yaklaştım. Her ne kadar rengarenk görünüşleriyle göz kamaştırıyor olsalar da tütsü çubuklarının “Yabancı değiliz.” sözleri kafamı karıştırmıştı.

- Anlamadım. Nasıl yabancı değilsiniz? Sizleri ilk kez görüyorum. Geldiğim, yaşadığım coğrafyada tütsü kullanıldığına da çok az yerde şahit oldum.

- Pek çoğunun yaptığı gibi bizleri yanıp havaya karışan kokulu duman olarak gördüğün için anlayamaman normal. Hatta gereksiz bile buluyorsundur.

- O zaman siz anlatın. Nesiniz siz? Tütsü olmak nasıl bir şey? Dahası, tütsüye neden gereksinim duyuluyor?

Bu sorum üzerine kısa süren bir sessizlik oldu.

Yığının ortalarındaki turuncu sarı tütsü çubuğunun konuşmasını beklediklerini sözünü ettiğim sarı çubuk dile gelince anladım;

- Tütsüler de insanlar gibi göründüğünden çok daha fazlasıdır. İnsanın özündeki ruha benzer. Yanar biter, hayata karışır. Hepsi bir ömür olur. Yani sizin oralardan nasıl görünür bilemeyiz ama buralarda insanların hayatları çokça tütsüye benzer. İçin için yanar, koku olur, duman olur yaşadığı ortama karışır ve kaybolur. İnsanlar da bu benzerliğin farkındadır. Üstelik bu durum onları hiç rahatsız etmez.

Açıkçası kafam karışmıştı. Ortamdaki tütsü kokusunun da kafamın bulutlanmasında etkisi olabileceğini düşünüyordum.

Yine de anlatılanlar ilgimi çekmişti.

tutsu-2

Yanlarında kalıp sohbetin devamını beklediğimi görünce yeşil renkli tütsü öbeği birbirinden farklı ağaç kabuklarının öğütülüp uçucu yağlarla hamur haline getirildiğini, elde edilen tütsü hamurunun genellikle bambu veya benzeri yanıcı bir ahşap parçasının üzerine kaplanıp kurutulduğunu anlattı.

Tütsü çubukları susunca bu kez ben salağa yatıp konuşturmaya çabaladım. “İyi de tütsünün insan ile olan benzerliğini yine de anlayabilmiş değilim. Sonuçta tütsü insan eliyle üretilen ve ortama karışan biraz duman bolca koku değil mi?” diye üsteledim.

Tütsü yığınından yine homurtu gibi sesler yükseldi. Sonra o turuncu sarı renkli olanı “Tam da öyle…” diyerek söze girdi.

- Tam da öyle… Dediğin gibi bizler görünen ötesindeyiz, görünmeyenleriz. Bu haliyle insanın ruhu gibi uçucu kaçıcıyız. Yanar biter ortama karışır ve yok oluruz. İnsan da öyle değil mi?

- İyi de insan niye yansın?

- Senin gibi anlamamakta ısrar edenlerle karşılaşınca boşa konuşuyoruz diye düşündüğümüz çok oluyor. Yahu, insan da tütsü misali ruhunu yüklenir koca bir ömrü yanarcasına tüketir. Giderken ruhunu dünyaya katar ve eksilerek yok olur.

- Nasıl? Herkes mi?

- Yok herkes değil elbet. Yüklenilen hayata bakar. Boşa yanan olduğu gibi dolu yanan da vardır. Onlar hep hatırlanır. Gerçi, ruhunu yüklendikten sonra yanmaya direnip çalı çırpı olarak kalmak isteyen, kafası karışıklar da az değildir. Onlar içlerini dökmedikleri, ortama bulaşamadıkları için ne olduğunu bilmedikleri bir eksikliğin huzursuzluğu içinde yaşarlar. Çevrelerini de rahatsız ederler. Sorunun kendilerinde olduğunu kabul etmeye de yanaşmazlar.

- Yani?

- Yani özünde insan da bizler gibi tütsü çubuğuna benzer. Hayatı üzerine bulayıp ruhunu dünyaya açanlar olduğu kadar hayatın üzerine bulanmasına tütsüye dönüşmesine direnenler de vardır. Onlar yaşadıklarını sansalar da uzaktan baktığında kuru bir çalı parçasından farksızdır.

- Peki ya hayatı üzerine bulayıp tütsüye dönüşenler? İlle de yanmaları mı gerekiyor?

- Hayatı üzerine bulayıp tütsü çubuğuna dönüşmek, ruhunu bulan bir çalı parçası olmak yetmez. Bir ucundan da tutuşman gerekir. Yanacak ufalanacaksın ki sana emanet edilen o ruhu aldığın yere teslim edesin.

- Yanıp yok olmak bu kadar mı önemli?

- Önemli elbet. Bölge insanı ruhunun emanet olduğunu, her ömrün de tutuşturulmuş tütsüye benzediğini bilir. Onlar için yanarak eksilerek yaşanan bir hayattır, ömür. Üzerine yüklenen ne varsa yanarken ortama katar varlığını geçici de olsa diğerlerine hissettirirsin. Biraz duman bolca koku olur başka ruhlara dokunursun. Vadesi geldiğinde de emaneti teslim eder geçer gidersin.

- Peki ya sonra?

- Sonrası hep aynı. Her tütsü gibi geriye ortama bıraktığın uçucu geçici koku kalır. O da bir süre sonra yok olur. Yani anlayacağın kabul etsen de etmesen de insan fena halde tütsüye benzer.

Bir süre durup tütsü çubuğunun söylediklerini düşündüm. Sonra “O zaman sanatçılar toplumun gerçek tütsüleri mi oluyor?” diye sordum.

tutsu-31

Tütsü yığınından yine bir uğultu yükseldi. “Hepiniz birden konuşunca anlamıyorum” diye biraz sesimi yükselttim. Orta öbekteki turuncu sarı tütsü çubuğu “Başlangıçta pek umut vermemiştin. Biraz da olsa anlamaya başladığını görünce arkadaşlar heyecanlandı.” Diye araya girdi.

Ortamın sessizleşmesini bekleyip yine olanca bilgeliğiyle konuşmasını sürdürdü;

- O hepinizin üzerine titrediği, biri laf edecek diye korktuğu ömürleriniz var ya? İşte o ömürler özünde hiçten hiçe bir yolculuktan başka bir şey değil. Bedenlerinizle fazlasıyla ilgilenip uğraşmaktan hayatın, üzerinize giydirilmiş uçucu kaçıcı bir şey olduğunu görmüyor veya görmek istemiyorsunuz.

- Öyleyse hayatlarımızdan geriye ne kalacak? Hiç mi?

- Biz tütsüler için hayat, uçan kaçan geçici bir koku az da dumandan ibarettir. Sanırım sizler için de böyle. Hatıralarda kalan birkaç güzel anı, anlatı, yaşanmışlık. Hepsi bu…

- Peki ya zaman? Bu anlattıklarınızda zaman hep aynı zaman mı?

- Hiçlikten başlayıp yine hiçliğe doğru gidilen bir yolda -siz ona ömür diyorsunuz- zaman hiçliğin taşıyıcısıdır. Kimimiz hızlı kimimiz ise yavaş yanar. Hepimiz birbirimizin ama öyle ama böyle için için yanışını izler kendi yanışımıza da pek bakmayız. İnsanlar da böyle yapmıyor mu? Benziyoruz işte…

- Hep mi böyle?

- Eh… Küçük farklılıklar olmuyor değil. Bazılarının yanışı daha belirgindir. Kokusu ve dumanı dikkat çeker. Hatta bir arada yanıp daha güçlü koku ve duman saldıkları da olur. Kiminin ise yanışı içtendir. Yandığını bilirsin sezersin ama göremezsin. Sayıları azdır. Onlardan biriyle karşılaştığında hayatın zenginleşir. Çünkü ruhuna dokunur. O anı yaşar, hissedersin. Kimseye de anlatamazsın.

- Yani?

- Yani ömür dediğin hiçlikten hiçliğe yolculuk olarak fena halde biz tütsülere benzer. Ne olduğunu ve neye bulandığını bilirsen huzur bulur, kendinle kavga etmezsin. Yoksa aradığının ne olduğunu dahi bilmeden oradan oraya savrulur, buralara kadar gelir sersem sepelek biz tütsülerle laflayıp anlam bulmaya çalışırsın. Hadi git artık. Bak seni çağırıyorlar.

Gerçekten de otobüsümüz yola koyulmaya hazırdı. Beni bekliyorlardı.

Bir süre daha orada kalıp Thuy Xuan köyünün bilge tütsüleri ile laflamak istesem de ne onlar konuştu ne de ben daha fazla kalabildim.

Öylece sessizce durup gitmemi beklediler.

Otobüs yola koyulduğunda atölyeden kalan tütsü kokularının üzerimdeki giysilere fena halde sinmiş olduğunu fark ettim.

Üstelik bu kez kokular rahatsız da etmiyordu.

Bir süre sonra kaybolacağını bildiğim o kokuları içime çekip tütsü çubuklarının anlattıklarını hızlıca notlarıma ekledim.

Dedikleri gibi hiçten hiçe yolculuk devam ediyordu.

Mehmet Uhri

Leave a Reply