PLAZA MARTILARI

b997289f-2ede-4c30-9c27-c543b5aa4e99

“Onlar plaza martıları. Gecenin karanlığında plazaları aydınlatan ışıklara kapılıp sabaha kadar ayrılamıyorlar” dedi.

İstanbul’un gökdelenleri ve iş merkezleri ile yeni yüzünü yansıtan Levent’te durakta otobüs bekliyordum. Gece ilerlemiş otobüs seferleri seyrekleşmişti.

Caddenin trafiği yüklü görünse de ortalıkta pek kimse kalmamıştı.

Gecenin karanlığında gökyüzünü aydınlatarak gökdelenleri olduğundan da görkemli gösteren ışıklarda kanat çırpan martılara gözüm takılmış, durakta oturmakta olan o ana kadar fark etmediğim yaşlı beyefendinin bu sözleri ile irkilmiştim.

Eliyle martıları işaret etti;

- Gökdelenler yokken martılar buralara gelmezdi. Onları için burada çerçöpten başka yiyecek yoktu.

- İyi de şimdi niye buradalar?

- Önce heyula gibi gökdelenler diktiler. Sonra o görkemli yapıları dıştan aydınlattılar. Ortalık ışıl ışıl oldu. Bakma sen binaların görkemli göründüğüne. Hepsi işyeri, gece kimse kalmaz buralarda. Geceleri içleri boş sanılmasın diye aydınlatıyorlar. Akıllarınca görüntüyü kurtarıyorlar. Martılar ise ışığa geliyor, gün ışıyana kadar ayrılamıyorlar. Yiyecek bulamadan aç açına dönüp duruyor helak ediyorlar kendilerini.

Bulunduğumuz otobüs durağı sakindi. Cep telefonuna bağlı kulaklıkla müzik dinleyen genç delikanlıyla durağın kenarında laflayan kadınlı erkekli birkaç kişiden başka kimse yoktu. Beyefendinin yanına oturdum.

Bir süre daha plazaların ışığından ayrılmayan martılara baktık. Hangi otobüsü beklediğini sorduğumda Beşiktaş’ta oturduğunu, hava almak için yürüyüşe çıktığını soluklanmak için durduğunu, emekli gazeteci olduğunu söyledi.

Eliyle kulaklıkla müzik dinleyen delikanlıyı gösterip eskiden iyi kötü herkesin koltuğunun altında gazete olduğundan şimdilerde ise bu tür aletlerin gazetelerin yerini aldığından yakındı.

Gelen servis minibüsü gece vardiyasına gitmekte olan kadınlı erkekli grubu alıp hareket etti. Bizimki eliyle minibüsü gösterip “gecenin bu saatinde insanları çoluğundan çocuğundan evinden koparıp yollara dökmeyi başarıyorlar ya, helal olsun. Çağdaş kölelik böyle bir şey işte” dedi. “Ne yapacaksın ekmek parası, geçim derdi. Büyük şehirde yaşamak, çocuk büyütmek kolay değil.” diye cevap verdim.

Kaşlarını çatıp elini kaldırdı.

- Yok. O kadar basit değil. Üstlerine başlarına bakarsan anlarsın. Onlar hiç de öyle aç açık değiller. Bence onlar pek çoğumuz gibi kredi kartı taksitlerine, borçlarına çalışıyorlar. Üstelik ülkenin hali de bu insanlardan pek farklı değil.

Bir süre susup gelen geçen arabalara baktık. Sonra dönüp, içinde yaşadığımız düzenin her zaman çoğunluğu köleleştirmeye gerek duyduğunu, bunun için uzun süre açlığı, kıtlığı kullandığını, insanların çoluğu çocuğu aç açık kalmasın diye köle gibi çalışmaya razı olduğunu, ülke zenginleşip açlık korkusu azalınca pay isteyen veya düzene karşı duranların sayısının arttığını, sosyal adalet beklentisinin tırmandığını anlattı.

- Toplumu yeniden köleleştirmek için yeni tüketim objeleri bulunmalı ve toplum tüketim ile köleleştirilmeliydi. Maalesef bunu başardılar. Bu dönüşümde askeri darbelerin de etkisi oldu ama bana sorarsan en büyük suç biz gazete ve medya çalışanlarında. Bizleri çok iyi kullandılar. Üstelik içinde olmamıza karşın anlayamadık. Anladığımızda da iş işten geçmişti.

- Ne suç işledi gazeteler?

- Önce insanlara yeni tüketim objeleri tanıttık. Ev, araba, giyim kuşam, aksesuar, yaşam biçimi aklına ne gelirse hepsini tanıttık. Dahası bir kısmını kupon ile çekiliş ile verip kolay erişilebilir sanılması için uğraştık.

- Peki ya sonra?

- Sonra sıra insanları borçlandırmaya geldi. Hani bir zamanlar pavyon kadınlarını borçlandırıp çalıştırırlardı ya, işte milleti de taksitle alışverişe alıştırıp borçlandırdılar. Borcu bitene kadar çalışmak zorunda bıraktılar. Şimdi bütün millet taksit ödemek, bitmek bilmeyen borçlarını döndürmek için çalışıyor. Çağdaş kölelik dediğim böyle bir şey işte. Görmüyor musun? Peşin parayla alışveriş istenmiyor, artık. Her şey peşin fiyatına bile olsa taksit ve borçlandırma üzerine kurulu. Ülkeyi de pavyon çalışanına benzettiler. Ülke olarak hiçbir zaman bitmeyecek borç içinde yüzüyoruz ve bırak anaparayı ödemeyi, borçların faizini ödemeyi başarı diye yutturuyorlar.

Bir süre sustu. Bekleyenlerin birer ikişer gelen otobüslere binmesiyle durağa tekrar sakinlik çöktü. Caddenin trafiği ise azalmış görünmüyordu. Ayağa kalktı. Eliyle plazaların ışığında dolanan martıları gösterip “Bence milleti de bu plaza martılarına benzettiler. Tüketimden vazgeçemiyorlar. Martılar gibi tüketimin ışıltısı içinde aç açına amaçsızca dönüp duruyorlar. Kendilerini tutsak ediyorlar. Martılar gün ışıyınca anlıyor hayatın gerçeğini. Umarım bizimkiler de gün gelir anlar. Gerçi pek umudum kalmadı. Kendi çocuklarıma bile anlatamıyorum. Eski kafalı ve dinozor olmakla suçluyorlar” dedi. Kederlenmişti. “Senin de gece vakti kafanı şişirdim. Bağışla… Kal sağlıcakla” diyerek Beşiktaş’a doğru ağır adımlarla uzaklaştı.

Orada öylece kalakalmıştım…

Beklediğim otobüs gelmek bilmiyor, caddenin gürültüsünün azaldığı anlarda yukarılardan plaza martılarının çığlıkları geliyordu.

Mehmet Uhri

Leave a Reply