VİETNAM, KAMBOÇYA, LAOS NOTLARI -10
SARI KOZANIN İÇİNDEN
Orta Vietnam’ın yaşanmışlıklar ile yüklü Hoi An şehri kültürel zenginliğinin yanı sıra tuttuğu ayna ile kafasında deli sorularla dolaşan gezginlere “içerideki” önemli bulmaca için kilidi meçhul bir anahtar uzatıyor olabilir.
Waldo Rudolph Tobler’ in Coğrafyanın Temel Yasası olarak kaleme aldığı “Her şey diğer her şeyle ilgilidir, ama yakın şeyler uzak şeylerden daha fazla ilişkilidir” sözünü anımsatan Hoi An kentindeydik.
2000 yıllık tarihi, coğrafi konumu ve iç liman olma özelliği nedeniyle 7. Yüzyıldan 10. Yüzyıla kadar Java Endonezya kökenli Champa halkının kurduğu önemli bir liman kenti olan Hoi An şehri kara yollarının kesişim noktası olması nedeniyle de baharat ve ipek yolunun başlangıç noktalarından biri olarak biliniyor.
Şehir 15. Yüzyılda Batıda başlayan coğrafi keşifler ile özellikle Portekizli denizcilerin saldırılarından etkileniyor.
Kent 16. Yüzyılda yaşanan savaşlar sırasında Çin, Japon, Vietnam arasında el değiştiriyor.
O yıllara kadar Faifo olan şehrin ismi yapılan barış anlaşması ile barışçıl buluşma yeri anlamına gelen “Hoi An” şeklinde değiştiriliyor.
Hoi an bir tür serbest bölge ve ticaret limanı olarak parlıyor.
17. Yüzyılda Çin iç savaşında Güneyli Ming hanedanının yenilmesiyle ülkelerinden kaçan Çinli tüccarların yerleşmesi sayesinde büyük bir zenginliğe ulaşıyor.
Ancak delta ağzında kurulan her iç limanın başına gelen makus kaderden kurtulamıyor.
Alüvyonlar yüzünden giderek sığlaşan liman ticari önemini yitiriyor.
19. yüzyılda gelen Fransız sömürgecilerin De Nang şehrine kurduğu yeni liman ile de Hoi An şehri terk ediliyor.
200 yıla yakın ölü bir dönemden sonra Tobler’in yazının başındaki sözünü anımsatırcasına 1990’larda çok uzaklardan Polonya’dan gelen bir mimar ve konservatör Kazimierz Kwiatkowski önderliğinde şehir bu kez turizme yönelik makyajlanıyor ve ayağa kaldırılıyor.
1999 yılında Unesco dünya kültür mirası listesine alınıyor.
Günümüzde ise turistik anlamda önemli uğrak noktalarından biri olan Hoi An şehri rutubet izleri ile dolu binaları ile eski yaşanmışlıkların yükünü yansıtıyor.
Binalar kadar insanları da “eski” görünüyor.
Şehir zamanında kozasını oluşturup dünya ticaretine açılarak tırtıldan özgür bir kelebeğe dönebilmeyi başarmış görünüyor.
Tüm bu kuru bilgilere ve turistik makyaja karşın günümüzün Hoi An şehri gezginlere sessizce de olsa hayata dair “başka” bir şeyler de anlatıyor.
Orta Vietnam’ın Hoi An şehrinde ipek üretim atölyelerinden birindeydik.
Bir yanda kozalardan ayrıştırılan ipekler işlenip dokumalık iplik haline geliyor ve dokunuyor diğer yanda üretilen ipek kumaşlar kesilip dikiliyor, süslenip amaca uygun hale getiriliyordu.
Hoi An şehrindeki ipek üretim atölyesinin karınca kolonisini andıran kalabalık çalışma ortamında insanların da ipek böceklerinden farksız biçimde kafalarını kaldırmadan çalışmakta olduğu dikkat çekiyor.
Üstelik, kozanın tamamlanmasına yakın kaynar kazana atılarak hayatları sonlandırılan ve kelebeğe dönüşmelerine fırsat verilmeyen tırtılları andırırcasına atölye çalışanları da günü geldiğinde özgür olamıyor kelebeğe dönüşmenin hayali ile o küçük havasız atölyelerde ömür tüketiyorlar.
Kelebeğe dönüşüp özgür olma umudu ise pek çoğumuzun yaptığı gibi ya emeklilik hayaline ya da başka bir yaşam formu olarak gelineceği düşünülen öte dünyaya bırakılıyor.
Peki ya ipek?
Yumurtalarından çıkan ipek böcekleri dut ağacı yaprakları ile beslenip bir bebek gibi yetiştiriliyor.
Gereken olgunluğa ulaştığında da salyasını kullanarak verilen görevi yapması, kozasını örmesi bekleniyor.
Böceğin salyası ipek oluyor ve kozasını örüp kendini içine hapsediyor.
Günü geldiğinde tırtılın kelebeğe dönüşüp kozasını yırtıp 3-5 gün de olsa özgür bir kelebek olarak yaşaması ve sonrasında yumurtalarını bırakıp ölmesi gerekiyor ama insan devreye girince süreç böyle olmuyor.
İnsan ne tırtılı ne de kelebeği umursuyor.
Onun için sadece tırtılın salyası yani ipek önemli.
Tırtılın günlerce örüp içine girdiği kozalar haşlanıp üzerindeki ipek ayrıştırılıyor.
Sarı veya beyaz renkteki kozalar içlerindeki ölü tırtıllar ile birlikte imha ediliyor.
Kozalardan ayrıştırılan ipek elyaf çeşitli işlemlerden sonra önce iplik haline getiriliyor.
Sonra da amaca uygun boyanıp dokunuyor.
Koskoca bir ipek yolu, işte bu ipek işçiliği ile üretilmiş dokuma ve kumaşlar sayesinde tarih sahnesinde yerini alıyor.
Peki ya o ipeğin işlendiği kozayı andıran atölyelerde çalışan ipek işçileri?
Onlar da tırtıl olarak kalan ipek böcekleri gibi sadece yaptıkları iş, işlev olarak tanımlanıp özne dahi olamadan sahneden çekiliyorlar.
Çalışanların çoğu ipek böcekleri gibi üretim sürecinin içinde sadece bir işlev veya akış olarak görünüp hızlıca kayboluyorlar.
Son ürün uğruna, koskoca bir süreç ve o üretim sürecinde rol alanların esamesi okunmuyor.
Gözlerimizi kaçırmayıp büyük resme baktığımızda ise rutine dönüşmüş profesyonel iş hayatlarının da ipek böceğinin başına gelenlerden çok farklı olmadığı görülüyor.
Sonuca odaklanma yüzünden süreci göremeyenlerin dünyasında yaşıyoruz.
Ne iş yapar? Ne üretir? Kimlerdendir? Sorularına yanıt aramakla geçen hayat ve sonunda kelebek olup özgürleşme hayaliyle kendini hapsettiği kozadan çıkamadan geçip giden koca bir ömür.
Hoi An şehrindeki ipek atölyelerinin ziyaretçilere doğrulttuğu o acımasız aynadan söz ediyorum.
Öyle bir çalışma ortamı ki; eksildiğinizde hiçbir şeyin değişmediği, yerinize gelenin sizden çok da farklı olmadığı görülüyor olmasına rağmen özne veya nesne olmayı bırakıp verilen göreve boyun eğen çalışanlar.
Senaryoda mantık hataları dikkat çekse de kimsenin umursamadığı hatta aynı oyunun hep aynı biçimde sahnelendiği kocaman bir tarih anlatısı.
Gel de Nazi toplama kamplarının kapılarında yazan:
“Arbeit macht frei -çalışmak özgürleştirir“ mesajındaki ironiyi hatırlama.
İpek böcekleri gibi tırtıldan kelebeğe dönebileceği, özgürlüğe kanat çırpabileceği hayaliyle deli gibi verilen görevleri yapanlara Hoi An şehrinde veya bölgenin herhangi bir yerindeki ipek böceği atölyeleri ne çok şey anlatıyor?
Çalışarak kendi kazancımızla satın alıp içine hapsolduğumuzu bile fark edemediğimiz evlerin kozaya ne kadar çok benzediği ve ruhların bile özgür olamayacağı bir dünyada birbirimizle uğraşmaktan içinde olduğumuz evcilleştirilmiş algılar hapishanesini görmeden, hatta görmek dahi istemeden geçip gidiyor olduğumuz gerçeği…
Benzer bir durum inci üretim çiftliklerinde de yaşanıyor.
İçlerine konulan yabancı maddeyle savaşan, hayatta kalma uğruna zamanını ve enerjisini yabancı cismi zararsız kılacak biçimde sarıp sarmalayıp inci üretmeye harcayan ve tüm bunları ömür sanan istiridyeler, sabahları erken kalkıp işe gitmek zorunda olan modern şehir insanlarına benzemiyor mu?
Vietnam, Kamboçya, Laos gezginlerinin ellerine aldıkları ipek ürüne veya inciye bakıp gözleri kamaşsa da üretim süreçlerini gördüklerinde işin rengi değişiyor.
İnsan eliyle araçsallaştırılan istiridyeler ve ipek böcekleri bir yerlerde vahim hata yapılmakta olduğu hissinde olan kafası karışıklara “ayna” işlevi görüyor.
Kendi ördüğü kozasında kelebek olma hayaliyle yeterince olgunlaşamadan hayattan koparılan ipek böceklerine bakıp tırtıldan özgür bir kelebeğe yürüdüğünü zanneden biz gezginlerin kafa karışıklığı da cabası.
Böyle bakınca gidilen coğrafyalara kozasını da götüren tırtıllara benziyor olabileceğimizi, özgür bir kelebeğe yürüyebilmenin önce o güvenlik ve konfor alanından çıkmayı gerektirdiğini görüp ürküyorum.
Uzaklara, çok uzaklara ulaşmış olsa da özgürlüğü düşleyen gezgin bir koza olarak kalmakla yetiniyor olabileceğim kuşkusu kafamı kemiriyor.
Her neyse…
Orta Vietnam’ın yaşanmışlıklar ile yüklü Hoi An şehri kültürel zenginliğinin yanı sıra tuttuğu ayna ile kafasında deli sorularla dolaşan gezginlere “içerideki” önemli bulmaca için kilidi meçhul bir anahtar uzatıyor gibi görünüyor.
Gerisi gezginin bileceği iş…
Mehmet Uhri