VİETNAM KAMBOÇYA LAOS NOTLARI-3

hm1

DIŞIMIZDAKİ DIŞ

Laos’un Luang Prabang yakınlarındaki Ban Naoue dağ köyüne gidene kadar ne varlıkları ne de yaşadıkları hayat hakkında bilgi sahibiydim.

Hmonglardan söz ediyorum.

Kedi gibi özgür ve boyun eğmeden yaşayan insanlardan.

Kendi dillerinde “özgür insan” anlamına gelen Hmong adıyla anılıyorlar.

Hmonglar Güney Çin dağlarında pagan geleneklerini sürdürerek yaşayan animizme inanan özgün dilleri olan insan topluluğu olarak biliniyorlar.

Batının Roman kabileleri gibi tarih boyunca hep öteki olarak kalmış, asimile edilememişler.

Bilinen kökenleri M.Ö. 2. Yüzyıl Qin hanedanlığına kadar uzanıyor. Egemen uluslarca biraz da aşağılayıcı olarak Miao veya Meo (kediler-barbarlar) şeklinde adlandırılıyorlar.

Eh, aşağılayıcı olsa da kedilerin o gururlu ve kolay evcilleşmeyen halleri düşünülürse çok da yanlış bir benzetme değil.

Tarihleri boyunca kendi doğalarından vaz geçmeden, asimile olmadan yaşıyor, egemen kültür tarafından “evcilleştirilemiyorlar.”

18. Yüzyılda baskıcı Qing hanedanı tarafından Çinli olmaya ve dinlerini değiştirmeye zorlanınca daha güneye Burma, Vietnam, Laos ve Tayland’a kaçıp yaşamlarını sürdürüyorlar.

hm4Laos’un dağlık bölgelerinde şehirlerden ve insanlardan uzak duruyor, doğal malzemelerden yaptıkları kulübelerde içinde bulundukları doğanın parçası olarak kabile halinde yaşıyorlar.

Ruhlara inanıyor kabilenin çocuk ve yaşlı üyelerine değer veriyorlar.

Pagan ve animistik inançları doğrultusunda dağın, taşın, ırmağın da ruhu olduğuna inanıyorlar.

ABD Vietnam ile girdiği savaşta Ho Chi Minh ordusunun Laos üzerinden Güneye ilerleyişini durdurmak için ülkeyi bombalarken 1960’ ların başında CIA’ de Vietnam’da yaşayan fakir Hmong kabilelerini komünizm yanlılarına karşı silahlandırıp iç savaş çıkartıyor.

CIA’nin tarihindeki bu ilk iç savaş denemesi başarılı olsa da ABD’nin savaşı kazanmasına yetmiyor.

ABD ülkeden çekildiğinde iç düşman olarak görülen Hmonglar’a yönelik baskı katliam düzeyine ulaşınca ülkeden kaçıp komşu ülke Tayland’a ve daha sonra ABD’ye sığınıyorlar.

Tüm bunlar yaşanırken gittikleri yerlerde Hmongların yaşam biçimleri değişmiyor.

Özgün animistik pagan inançları, her kabilenin öte dünya ile iletişim kurabilen şamanı ve özgün dilleri ile herkesten uzak yaşamayı sürdürüyorlar.

1992 yılında ABD Birleşmiş Milletler desteği ile Tayland’da göçmen kamplarında yaşayan Hmongları biraz da zor kullanarak fakir ülke Laos’a göçe zorluyor. Dünyanın gözü önünde insanlık trajedisi yaşanıyor.

1994 de Birleşmiş Milletler bu insanlar varlığını kabul edip “Hmong” ismini tescilliyor ve diğer aşağılayıcı isimlerin kullanımını da yasaklıyor.

Hmonglar savaş sırasında “birileri” tarafından kullanılmış olsalar da roman topluluklar gibi uzak durulan, istenmeyen, özgür ve “değişik” halleri ile değişmeden yaşamayı sürdürüyorlar.

Doğanın verdikleri ile yetinen ve doğanın parçası olarak kalmaya, doğaya tutunmaya çalışan halleri ile Hmongları evcil kentli insanların anlaması, anlamlandırması kolay görünmüyor.

O evcil kentli insanlardan biri olarak Hmong köyü ziyareti üzerine izlenimlerimi not etmeye çalıştığımda orada yaşayanların gözünden kendimle sert bir yüzleşme yaşadığımı itiraf etmeliyim.

hm2

Hmong köyünde geçen o kısacık süreye dair notlarım göz önünde olanı inkâr etme, unutmak istemeye dair yüzleşmeyle başlıyor;

“Ne çabuk unutuverdik. Sanırım unutmak istedik.

Gün içinde gezilen onca yer arasında başımızı eğip kafamızı çevirdik sesimizi bile çıkarmadan hızlıca geçiverdik.

Hmongların yaşadığı Ban Naoue köyünden söz ediyorum.

“Dışımızdaki dış” ile kısa süreli de olsa çarpıcı bir karşılaşmaydı.

Sosyologlar toplumsal ilişkileri oyuna, sosyal ortamı da oyun alanına benzetirler.

İçine doğduğumuz kültür oyun alanımızdır. Bu alanda alıştığımız bilinen sosyal hayatı “oynarız.”

Burası bir anlamda ait olduğumuz alan yani “içerisidir.”

İnsan kendini yeryüzünde bu şekilde içeride konumlandırırken sosyal anlamda bir de “dış” tanımlar.

O “dış” ile olan yakınlık uzaklık ve bağlantısallığa göre de kendi konumunu belirler.

Vietnam, Kamboçya, Laos yolculuğunun farklı kültürlere, alışkın olmadığımız oyunlara kısaca “dışa” yolculuk olduğunun farkındaydık.

Gezi boyunca da durumu böyle kabullendik.

İlk günler, beklediğimiz üzere bize öğretilen “dış” ile tanıştık.

Buraya kadar her şey beklediğimiz gibiydi.

Ancak Ban Naoue köyünde Hmong insanlarının yaşamakta olduğu hayat ile karşılaşınca işler karıştı.

Orada başka bir “dış” vardı.

Laoslu yerel rehberin bile köyde yaşayanlardan uzak durduğuna şahit olduk.

Hmonglar bizim için olduğu kadar Laoslular için de bir başka “ötekiydi.”

Ban Naoue köyünde anlamlandıramadığımız daha önce görmediğimiz ve bu nedenle kendimizi konumlandırmada zorluk çektiğimiz yeni bir dış ile karşılaştık.

O köyde yüzleşmek zorunda kaldığımız ifade etmesi anlamlandırması zor görünen o yeni algıyı “dışımızdaki dış” şeklinde ifade edebilsek de hissettiklerimiz için eksik kalacağı kaygısındayım.

Hmongların yaşadığı Ban Naoue köyü bildiğimiz tüm dışların ötesindeydi.

Kendi olmak ve kendi kalabilmek için yeryüzüne tutunmaya çalışan bir grup “özgür” insanla karşılaştık.

Köyde yaşayanlar bizlere hayli uzak ve “başka” görünüyordu.

Ancak bir şey daha vardı.

Köy sakinleri için bizler de bir o kadar uzak ve “başka” idik.

Hmong insanlarının gözünde bizler de farklı ve ötekiydik.

Yaptıkları el işlerini satmak biçiminde kurdukları bir oyunun sadece nesnesiydik.

Kısaca yan yana dursak da köy sakinlerinden ayrıydık.

Bu ayrım sözcüklere dökülebilir olmasa da hepimiz hissettik.

Belki çocuklarının bir adım ötesinde sessizce duran annelerin bakışlarında yakalayanımız olmuştur.

Köyün her yerinden fakirlik akıyor olsa da o annelerin bakışlarında içimizde bir şeylerin ezildiğini hissediyorduk.

Onlar orada yaşıyordu ve o bakışlarda kendimizi konumlandırmakta zorlanıyorduk.

Onca yoksulluk içindeki köy sakinleri “başka” bir normalde yaşıyordu.

Köyün tozlu sokaklarında neşe içinde koşturan çocuklarla göz göze geldiğimizde ister istemez kendi normalimizi de sorgulamak zorunda kalıyorduk.

O gün orada “dışımızdaki dış” ile karşılaştık.

Pek çok ziyaretçi için o köyde yaşananların öznel ve sessiz bir travma gibi iz bırakmış olabileceği düşüncesindeyim.

Çünkü unutmak istedik.

Hmonglu çocukların gözünden kendime baktığımda içimdeki matruşkalar kadar dışımızda da henüz görmediğimiz, belki de görmek istemediğimiz başka matruşkalar başka “dışlar” olduğunu düşündüm.

Sonra…

Sonra çoğumuzun yaptığı gibi kendi güvenlik ve konfor alanıma, içine doğup büyüdüğüm normal kabul ettiğim “evcil algılar” dünyama dönüp şaşkınlık ve biraz da suçluluk duygusu içinde bu satırları kaleme alma gereği duydum.

Ne bileyim?

Sanırım, unuturum veya unutmak isterim diye endişe ettim.

Ban Naoue köyündeki çocukların bilinen tüm dışların ötesinde farklı bir hayata tutunmak zorunda olduğunu, bize öğretilen “dışların” da ötesi olduğunu düşünmenin kafaları karıştırdığının farkındayım.

İyi ki de öyle…”

Kaleme aldığım notlar böyle bitiyor olsa da köye dair sözcüklerin ifade edemediği pek çok şeyin eksik kaldığını düşünüyorum.

Hmong insanlarının onca güç yaşam koşullarına direndiklerini, kendi olmak ve kendi kalmak için “kedi ve barbar” biçiminde aşağılansalar da vaz geçmediklerini düşündüğümde içine doğduğumuz “oyunu” ne çabuk kabullenip boyun eğdiğimizi ve kolay evcilleştirilmiş olduğumuzu düşünmeden edemedim.

Bir başka açıdan baktığımda da Hmong ve benzerleri gibi doğa ile mücadele etmek yerine uyumlu yaşamayı seçen, dayatılan yaşam biçimine boyun eğmeyenlerin varlığının insana dair umutları tazelemeye yeteceğini gördüm.

Laos’un Luang Prabang şehri yakınlarındaki Ban Naoue köyü Hmongları “dışımızdaki dış” ile sert bir yüzleşme yaratıyor olsa da gözlerini kaçırmayanlara içinde bulunduğumuz evcil algılar dünyasını ve oynadığımız oyunu da gösteriyor.

Yeter ki gözlerimizi kaçırmayalım…

Mehmet Uhri

Leave a Reply