Türban Savaşı

turban5Mesai sırasında türban takmasını şikayet konusu yapan hastamız yüzünden hastane idaresi servis hemşiremizi cezalandırıp görev yerini değiştirmişti. Aynı odayı paylaşan diğer bir hasta ise hastamızın şikayetçi olmasından rahatsızlığını dile getirip hemşire hanımı ve türbanını savunmuş, aralarında sözlü tartışma yaşanmıştı. Daha fazla tatsızlık yaşanmadan ortalığı yatıştırma görevi ise bana kalmıştı. Odalarına girdiğimde kendimi sıcak bir tartışmanın içinde buldum. Üç yataklı hasta odasının rastlantısallığında emekli siyasetçi, genç bir polis memuru ile mahalle bakkallığı yapan esnaf bir araya gelmişti. Siyasetçi ve genç polis memuru, hemşirenin türbanlı olmasından yola çıkarak türban sorunu yüzünden ülkenin bölünmeye gittiğinden yakınıyor mahalle bakkalı ise elindeki tespihi hırsla sallayıp onları abartılı tepki vermekle suçluyor, türban konusunda dindar yaşayanların yerden göğe haklı olduğu savunuyordu. Biraz sakin olmalarının hem kendi sağlıkları hem de servisteki diğer hastaların huzuru için gerektiğini söylemem işe yaramadı. Dahası tartışmaya beni de çekmeye, taraf olmaya zorladılar. Emekli bürokrat ve siyasetçi olan hastamız ?söyler misiniz doktor bey? Türbanlı hekim, hemşire olur mu?? diye sordu.  

-          Sorunuzun yanıtını siz de biliyorsunuz. Üstelik kuralların her zaman aynı tutarlıkta uygulanmadığı bir ülkede yaşadığımızın da farkındasınız. Hemşire hanım her ne kadar inancı gereği türban takıyor olsa da çalışkanlığı ve bilgisiyle herkesin takdir ettiği çalışanımızdır. Konu türban olunca Nasrettin hoca fıkrasındaki gibi herkesin kendince haklı olduğu durum yaşanıyor, gücü yeten sözünü dinletmeye çalışıyor.

-          Bu benim sorumun yanıtı değil. İnancı gereği örtünmek isteyene izin verirseniz iş cinsiyet ayrımcılığına kadar gider. Bu işin sonu yok. Örtünüp kapanmakla, hastadan uzak durmakla bu iş olmaz.

Polis memuru da kafasını sallayarak destek verdi. Emekli siyasetçi olan hastamız dini siyasallaştırmaya çalışanların kemikleşmiş ve çözümü zor görünen türban sorununu işleyerek siyasal rant elde ettiklerini, türban takanların da kendilerini baskı altında hissettiklerinden söz etti. 70 li yıllarda ülke sağ sol çatışması içinde kutuplaşmış haldeyken her iki tarafın da türbanlı tayfaya ideolojisi bile olmayan sefil ve zavallı yaratıklar gözüyle baktığını, yıllar sonra iktidar el değiştirdiğinde de geçmişten kalma bu aşağılama ve nefretin hesabının görülmekte olduğunu anlattı. Polis memuru ise laik antilaik çatışmasının giderek iç savaşa dönüşebileceği konusunda bilgilendirildiklerinden söz edince emekli siyasetçi hastamız fikirlerine destek gelmesinin rahatlığı ile ?Savaşsız olmaz. Savaş hep vardı. İnsanın olduğu yerde savaş hep olacak, tarih bize bunu anlatıyor. Önemli olan kimin savaştığı.? diye üsteledi. ?Peki ya barış, barış nasıl sağlanacak? diye sordum.

-          Barış dediğin de savaşın bir biçimi. Onun için de mücadele gerekir. Size şaşırtıcı gelebilir ama gerçek anlamda barış için mücadele profesyonel askerlerin işi.

-          Nasıl yani? Barış askerlerin işi ise kim ve niçin savaşıyor?

Odada sessizlik oldu. Yataklardan birine ilişip bizim emekli siyasetçinin yanıtını bekledim. Az önceki öfkesi azalmış gibiydi. Arada soluklanıp dinlenerek cevap verdi.  

-          Bakın, savaşan üç tip insan vardır. Birinciler ki, onlar meslekten askerdir. Üniformalı askerdir onlar. Onlar için önemli olan savaşmak değil, kariyerdir. Askeri okula gider, okurlar ve hep geleceğe bakarlar. Ölümden korkar, uzak dururlar. İlerisi için hep hedefleri vardır. Kaybedecekleri kariyerleri ve gelecekleri olduğunun farkındadırlar. O yüzden bilinen anlamda gözü pek asker olamazlar. Onlar ülkenin geleceğini düşünür ve kariyerlerinin uzantısı olarak görür, gerekirse müdahale etmekten çekinmezler. Savaş en son yapılacak iştir onlar için.

-          Peki ya ikinciler?

-          İkinciler ideolojik olarak savaşır. Vatan, din, millet sevgisi gibi soyut kavramlara tutunurlar. Düşünceleri sığdır. Ülkesi için ölür ama bu ölümün gerçekten işe yarayıp yaramayacağının genellikle idrakinde değildirler. Günümüzün intihar bombacıları onlara iyi bir örnektir. İkincilere üniforma giydirip cepheye sürmek birincilerin işidir. Dedim ya savaş hep vardır. Bu iki grup için sorun yoktur, iyi anlaşırlar. Fanatiklerin bir kısmı gerçek anlamda gözü pek iyi asker olurlar. Onları bulup eğitip cepheye süren komutanlara madalya takılır. O madalya birinciler için ne kadar önemli ise ikinciler için ise o kadar aksesuardır. ?Ben vatanım için yaptım, bir daha olsa yine yaparım. Madalya önemli değil? dediklerini çok duyarsınız.

Mahalle bakkalı ?Tüm bunları getirip türbana nasıl bağlayacaksınız doğrusu çok merak ediyorum? deyince bizimki eliyle acele etme dercesine işaret yaptı. ?Dinle hele? dedi. Dayanamadım ?üçüncüler kim oluyor? diye sordum. Bir süre sustu sonra bana baktı;

-          Üçüncüler en tehlikeli olanlardır. Onlar için gerçekten nefret edilen düşman söz konusudur. O düşmanı yok etmek için tutkuyla savaşırlar. Üniformalı veya üniformasız olması önemli değildir. Hatta askerlerden uzak durur bağımsız çalışırlar. Birbirlerini iyi tanır, birlikte hareket etmenin sessiz gururunu yaşarlar. Düşman için en büyük tehlike onlardır. Birinci ve ikinci tip savaşanlarla ilişkileri ya hiç yoktur veya çok sınırlıdır. Nefretleri ile ayakta durur zekice savaşırlar. Pusu kurar beklerler. Onlar için tek bir amaç vardır. Ait olmadıkları savaşa bulaşmaz hatta iki tarafın savaşıp güçsüz düşeceği zamana kadar beklerler. İşte zamanında ideolojisiz bulunup hor görülen, acınan dinci tayfanın bu gün ülkeyi yönetiyor olması böyle bir savaşın sonucudur diye düşünüyorum. 1132257005turban1

Bakkal dayanamadı ?Hadi oradan. Kimmiş neymiş o düşman? Laf geveleyip kafa karıştırmada siz siyasetçilerin üstüne yok. Alt tarafı bir türban takacaklar yahu. Örtünmek istiyorlar. O kadar. Neymiş bu kadar nefret ettikleri?? diye söylendi. Bizimki gülümseyerek bakkala baktı.

-          Sanırım dince kutsal duygulardan, toplumun dinden uzaklaşmasından endişe ediyor bunu yapanlardan da nefret ediyorlar. Din söz konusu olduğunda o kendini çok önemseyenlerin de önemsiz fani varlıklar olduğunu anlamalarını kendi gibi düşünmeyenleri aşağılamaktan vazgeçmelerini bekliyorlar. Bunun için savaşıyor, tevekkül ile toplumun adam olacağına inanıyorlar. Onları yıllardır bir arada tutan da kendileri reva görülen o ikinci sınıf insan muamelesi ve onun doğurduğu nefret.

?Bak bu konuda anlaşıyoruz seninle. Siyasete bulaşmak istemezler ama toptan dinsiz gibi yaşamak, öyle görünmek zorunda kalmak da istemiyorlar. İyi tanırım onları, çoğu müşterimdir. Gelir gider dertleşiriz. Kimsenin malında mülkünde gözleri yoktur ama içinde yaşadıkları toplumda varlıkları bilinsin, saygı gösterilsin isterler? dedi mahalle bakkalı. Polis memuru  ?bu söyledikleriniz gerçekleşirse barış olacak mı?? diye sorunca bizimki gülümseyerek baktı.

-          Dedim ya. Barış savaşın bir biçimi. Şiddete dönüşmeden götürebildiğin her savaş barış olarak adlandırılıyor dünyada. Bu sorunun yanıtını zaman gösterecek. Ancak tarih bize sonucu genellikle üçüncüler gibi savaşanların belirlediğini gösteriyor. En az onlar kadar nefret ettikleri düşmanı olmayanlar ya kariyerleri ile avunuyor veya kendilerini fanatikçe harcıyorlar. Tarihi ise içinde nefreti yaşatan ve can havliyle savaşanların yazdığını biliyoruz.  

Bakkal, kafasını kaşıyıp ?Tamam hemşireyi türbanı yüzünden cezalandırmayı başardın da şimdi türban sorunu için sen ne demiş oldun??diye sordu. Kısa süren sessizliğin ardından birlikte gülmeye başlayınca bakkal kızar gibi olsa da sonra o da bizlere katıldı. Bizim emekli siyasetçi bakkalın yanına gidip elini sıktı, sırtını sıvazladı. ?Boş ver, takma kafana. Bir siyasetçi eskisi yine zırvaladı de geç? dedi. Yatağına uzanıp yorganı üstüne çekti. Polis memuru gazetesine yöneldi, mahalle bakkalı hastamız ise sandalyesini pencere kenarı çekip elindeki tespihin tanelerini devirmeye başladı. Şimdilik odaya barış gelmişti. Sessizliği fırsat bilip yanlarından ayrıldım.  

Leave a Reply