Şarabın Rengi

adakarasiOkul arkadaşıydık. Adı sanı duyulmuş özel sektör şirketlerinde üst düzey yöneticilik yapmıştı. Tanınıyordu. Kendi işini, şirketini kurar diye beklerken her şeyi bırakıp Tekirdağ yakınlarında aldığı bağ ile şarapçılığa başlamıştı. Üstelik ailesini de beraberinde sürüklemişti. Bir tür kaçış, inzivaya çekilme gibi düşünmüş orta yaş bunalımı olarak yorumlamıştık. Birkaç yıl haber alamadık. Unutturmuştu kendini. Hastanemizde yatan bir yakınının sağlık sorunu için aramasa, ısrarla davet etmese belki tatile giderken yolumuzu Tekirdağ?dan geçirip uğramayacaktık. Bir gece konaklayıp yolumuza devam etme sözü alarak öğlene doğru bağ evine ulaştık. Hasret giderdik. Eşlerimiz, çocuklar hepimiz mutlu olmuştuk, bu karşılaşmadan.

Bahçede yürüyüşe çıktık. Bağlarını gezdirdi, üzümlerini tanıttı. Farklı üzüm çeşitleri olduğunu söylese de henüz koruk halindeydiler ve hepsi biri birine benziyordu. Özellikle kınalı yapıncak adlı üzümün yöreye has olduğunu, soyu tükenmek üzereyken üretip çoğalttığını heyecan içinde anlattı. Bu üzümün yöre insanı gibi biraz yabani, kavruk ve sert kabuklu olduğunu güneşi ve rüzgarı yedikçe lezzetlenen kokulu küçük taneli üzüme dönüştüğünden söz etti.

Sonra şaraphaneyi gezdik. Üzümün şarap haline gelene kadar hangi aşamalardan geçtiğini anlattı. Konu çocukların ilgisini çekmemiş dışarıda oyuna dalmışlardı.

İş ortamında gayet ciddi ve resmi olan arkadaşımın şarap ve üzüm konusunu anlatırken çocuksu neşe içinde olduğunu görmek, şaşırtıcıydı doğrusu. Bilinen İtalyan markalarından giyinmeye özen gösteren, her gün taktığı farklı kravat ile ilgi çeken arkadaşım gitmiş yerine eski bir gömlek ve şort ile gayet pejmürde görünen biri gelmişti. Evinde hizmetçiler çalıştıran o adamın yerinde kendi işlerini yapan ve hatta konu komşunun işlerine de el atan farklı biri vardı sanki. Bir ara durdurdum ve ?tüm bunlar neden?? diye sordum. Gülümsedi. Eliyle göğsünü işaret edip çok stresli geçen bir günün akşamı geçirdiği kalp krizinin hayata bakışını değiştirdiğini, krizden sonra kendini çok zorlamadan yaşama kararı aldığını anlattı. Verdiği yanıtı pek yeterli bulmadığımı, aynı iş ortamında daha az yorularak da çalışabileceğini söylemem üzerine mahzene inip birkaç şarap şişesi ile geri döndü. Birinci şişeyi açıp tadına bakmamı istedi. Son derece lezzetli, taze üzüm kokusu dahi alabildiğiniz hafif buruk bir kırmızı şaraptı. Beğendiğimi görünce ikinci bir şişe daha açtı. Bu kez daha az kokulu, ekşimsi bir beyaz şaraptı, açtığı.

-         Kırmızı çok daha kokulu lezzetliydi, beyaz olanı ise pek beğenmedim.

-         Ben de ayni fikirdeyim. Kırmızının lezzeti beyaz şarapta yok. Ama ikisi de aynı bağın üzümünden elde ediliyor.

-         Nasıl oluyor bu?

-         Bilmeyenler kırmızı üzümden kırmızı şarap, beyaz üzümden beyaz şarap yapıldığını sanırlar. Halbuki hangi renk olursa olsun üzümü toplayıp fazla ezmeden sadece suyunu çıkarır fermente edersen şarap beyaz olur. Eğer üzümün suyunu çıkarırken iyice ezip kabuğunu, çerini çöpünü, çekirdeğini işe dahil edersen elde ettiğin şarap kırmızı olur. O beğendiğin kırmızı şaraba lezzetini kokusunu veren de üzüm ile birlikte ezilen çeri, çöpü, çekirdeği, kabuğudur.

Kadehlere tekrar kırmızı şarap doldurdu;

-         Bilirsin, şarapçılık ile eskiden beri hobi olarak ilgileniyordum. Kalp krizi geçirip hastanede yatarken önceleri aynı yaşta bir çok arkadaşımın başına böyle bir olay gelmediği için isyan ettim. Sonraları durumu kabullenip daha soğukkanlı baktıkça şaraplar geldi aklıma.

-         Nasıl yani?

-         Beni bilirsin. En iyi okullardan en iyi dereceler ile mezun oldum. Kapasitemin farkındaydım ve hep onu zorlayacak işler ile uğraştım. Başarılı olduğum söylenebilir ama hep yapabileceğimin en iyisini yapmaya uğraşmıştım. Çevremdekiler de böyle istiyordu, alkış tutuyorlardı. Hatta çocuklarım için de aynı tarz yaşamın doğru olduğuna inanıyordum. Ama kendimi çok zorladım ve kalbim erkenden tekledi.

-         Eeeee?

-         Anlamıyor musun? Hepimiz aynı bağın üzümüydük. Kimimiz kendini çok sıktırmadan beyaz şarap olmaya yöneldi. Ben ise kendimi iyice sıktırıp ezdirip kırmızı şarap olmaya çabalıyordum. Şarabımın lezzetli olması beğeniliyor ama hayata bir kez geliyoruz. Bu kadar sıkılmaya değmez diye düşündüm.  

-         Sen de kendini bu kadar zorlamaktan vazgeçip buralara kaçtın, öyle mi?

-         En azından kendimi biraz daha az sıktırıp beyaz veya roze şarap olmayı istedim. Onun için buradayım. Dahası çocuklarımın da bunun farkında olmalarını, hayatı başarıya indeksli yarış olarak görmemeleri için bu kararı aldım. Baştan yadırgasa da eşim de katıldı buraların hayatına. Köyün ilkokulunda çocuklara resim ve drama dersleri veriyor. Ben de satranç öğretiyorum. Çocuklarım da o okuldalar.

-         Umarım mutlusundur.

-         Bilirsin, hızlı yaşardım. Mutluluğu hızda arayanlardandım. Eskiden olsa hiç açmazdı beni buralar. Buraya gelince anladım ki beklentilerini azaltınca hayat sana mutluluğu kendi elleriyle sunuyormuş. Gerisi koşuşturmakmış.

pinot20chardonnay2Kadehini kaldırdı. ?Hayata ve dostluğa? diyerek tokuşturduk.

Şaraphaneden çıktığımızda bahçede çocuklarımızın neşe içinde oyuna dalmış olduğunu gördük. Ertesi gün yola çıkarken ?beğenmiştin? diyerek birkaç şişe kırmızı şarap hediye etti. Eylül?de bağ bozumuna beklediklerini söyleyerek ailecek uğurladılar.

Bir daha Tekirdağ tarafına yolumuz düşmedi uğrayamadık, bağlarına. Hediye ettikleri şarapları açıp içmeye de kıyamadık. Dost hatırası olarak duruyorlar, büfede.

Leave a Reply