Nükteyi Yitirince

nukte-1

Sakin geçmesini beklediğim şehirlerarası otobüs yolculuğu daha otogardan hareket etmeden tatsızlıkla başlamıştı. Ön koltukta oturan yaşlıca beyefendi biletini gösterip gündüz yolculuğu yapıp yolu seyredebilmek için özellikle şoförün arkasında 1 numaralı koltuk için bilet aldığını söylüyordu. Yanındaki koltuğun biletli yolcusu yaşlı kadın ise ısrarla erkek yanında yolculuk etmek istemediğini söyleyip duruma itiraz ediyordu. Tartışmanın uzadığını gören yaşlı hanım baktı ki olmuyor ?ben de gitmem kızımın yanına geri dönerim? diyerek otobüsten inmeye kalkınca damadı öfkeyle adamın üzerine yürüdü. Muavin araya germeye çalıştı. Damadın kayınvalidesinin kalmasına pek gönlü yok gibiydi.  

Firma elemanı ise elindeki listeye bakıp çözüm arıyordu. Tartışmanın kavgaya dönüşmesini beyefendinin nezaketi önledi. Otobüs doluydu. En arka sıranın bir önündeydim ve koca otobüste sadece yanımdaki koltuk boştu. Firma elemanı yanıma gelip hanımefendi ile yerimi değiştirmemi rica etti. Kabul ettim ama bu kez hanım arka sıraya gitmemek için direndi. Tartışma molada yer değiştirmek kaydıyla hanımın arka koltuğa gitmesi ile çözüldü.   

Otobüs hareket edip şehir dışına çıktığımızda ortalık sessizleşmiş yolculuğun o her zamanki melankolisi yolcuları etkisi altına almıştı. Yanına oturduğum beyefendi ise beti benzi atmış bir halde kendi kendine söyleniyordu. Yaşadıkları canını sıkmış biraz da öfkelendirmişti. Sorunun çözümlendiğini sakinleşmesi gerektiğini söylemeye çalıştım ama hiddetlendiğini hissedebiliyordum. Gözünü yoldan ayırmadan ?İkimiz de yaşını başını almış insanlarız. Farz edin yan yana oturduk. Ne olmasını bekliyorlar? Beni sapık mı zannediyorlar?? diye söylendi. Cevap vermedim.

Az sonra muavinin yaptığı çay servisi dikkatini dağıtıp sakinleşmesine yardımcı oldu. Yine de yaşananları unutacak gibi görünmüyordu. Çayını yudumlarken olayı daha sakin irdeleyebildiğini görüyordum. Otobüsümüz şehirlerarası kırsalında yol almayı sürdürüyor sonbaharın renklerine bürünen görüntüler giderek birbirine daha çok benzemeye başlıyordu. Çayını yudumlarken hafif alaycı gülümseyiş ile bana baktı ?Kayınvalidesi gitmeyip eve dönecek diye neredeyse damadından dayak yiyecektim? dedi. Konuyu değiştirmek için nereye gittiğini sordum. Eliyle yolu, çevredeki ağaçları ve tarlaları gösterdi.

-      Kaçıyorum. Şehirden kaçıyorum. Şehri unutturacak yerlere gidip bir süre kalıyor sonra geri dönüyorum. İnip bir çay içip aynı otobüsle döndüğüm bile oldu. Kızım damadım başta yadırgasalar da bu kaçmalarıma alıştılar. Ses etmiyorlar, artık.

-      İyi ama şehri neden temelli terk etmiyorsunuz?

-      Sanırım o kadar cesaretim yok. Benim kaçışlarım arada kafanı sudan çıkarıp nefes almak sonra yine denize dalmak gibi bir şey. Ne bileyim? Anlatması zor.

Eliyle önümüzde akıp giden karayolunu gösterip şehirden kaçmak için otoyollardan paralı yollardan uzak durduğunu molası bol gündüz yolculuklarını tercih ettiğini anlattı. Otoyolları şehirlerarası yol olmaktan çok şehrin uzantısı gibi gördüğünden yakındı. ?Yol dediğin böyle çiçeği böceği ağacı ile doğanın parçası olduğunda insan şehirden çıktığını anlıyor. Halbuki millet şehrin tüm konforunu yanında götürmek istiyor. Otoyollara bayılıyor. Gençlerle bu konuda pek anlaşamıyorum. Sanırım doğanın parçası olmaktansa şehre yamanmak daha güvenli geliyor insanlara. Bana kalırsa belanın hası şehirlerde kol geziyor.? dedi. Gülüştük. Bir süre sessizce ikimiz de yola baktık. Konuşurken yüzü aydınlanmıştı. Az önceki öfkesi geçmiş gibiydi.

-      Gördüğüm kadarıyla ne kadar belalı olsa da insanlar şehirlerde yaşamaya heves ediyor. İnsanları şehir hayatının kolaylığı cezbediyor olmasın?  

-      Sanırım öyle. Ama yanılıyorlar. Hani zeytinyağı ile suyu karıştırırsın bir süre damlacıklar halinde karışmış gibi görünür sonra ayrışır ya işte öyle bir hayat bu şehir hayatı. Şehirde ne gökyüzünü görebilirsin ne de ayağın toprağa değer. Sanki başka dünyanın içinde yüzüyor onun kurallarına uymaya çabalıyoruz. Günü gelince yağla su gibi ayrışıp yerimizi bulacağımızı bilmemize karşın bu hayat cazip geliyor insanlara. Bazen benim gibi özgürce nefes almak toprağı gökyüzünü hissetmek için kaçan da oluyor ama insan kendini ne zaman özgür hissetse beraberinde suçluluk duygusu da yeşeriyor. Sanırım bizi geri döndüren de bu suçluluk duygusu. Kolay mı? Şehirde mevsimlere bile hükmediyoruz.

-      Nasıl yani?

-      Şehirde bir alışveriş merkezine gidersen mevsimlerin olmadığını, daha doğrusu hep aynı mevsimin yaşandığını görebilirsin. Üstelik bu durum kimseyi rahatsız etmez. Şehir bu konforu sundukça insanlara güven veriyor ve hatta cazip geliyor.  

Bu sözlerden sonra gözlüklerini takıp bir süre gazetesi ile ilgilendi. Sonra uyumaya çalıştı. Uyuyamayınca tekrar doğrulup dergilerime göz atmak için izin istedi. Bir ara göz göze geldik. ?Şehir hayatı ile ilgili düşünceleriniz kafamı karıştırdı. Tüm bunların bir anlamı var mı sizce? ?diye sordum.  Yüzü kederlenir gibi oldu.

-      Anlamı üzerinde düşündükçe karamsarlaşmamak elde değil. Sanırım insanlık yeni bir ortaçağa girmeye hazırlanıyor. Herkesin aynı hayata yaşamaya mahkum edildiği yeniliklere kapalı karanlık bir çağa giriyor gibiyiz. Bunlar onun işaretleri.

-      Bu kanıya nereden vardınız?

-      Aslında çoğumuz farkında ama söylemeye dilimiz varmıyor. İnsanı insan yapan farklı kılan değerler eksiliyor hayatımızdan giderek daha çok birbirimize benziyor, benzer hayatları yaşıyoruz. Baksana hep aynı müzikler, aynı haberler hatta aynı giysiler ve renkler. Kimsenin anlatacak farklı bir öyküsü bile yok.  

-      Ama ben çevremde hep bir şeylere yetişemediğinden yakınan, meşgul insanlar görüyorum. Eksilen ne öyleyse?

Dudaklarının kenarında az önceki alaycı gülümseme belirdi. İşaret parmağı ile diğer elinin parmaklarını sırayla sayar gibi yaparak;

-      Önce şiiri yitirdik. Şiir okumaz, yazmaz, şiir duyarlığını hissetmez olduk. Şiirin olmadığı yerde de nükte kalmadı. Nükteli laf etmeyi beceremediği için düzgün konuşup anlaşamayan, kabalaşıp küfürle, öfkeyle derdini anlatmaya çabalayan veya hiç konuşmayan insanlar sardı ortalığı. Sonra tiyatro çıktı gitti hayatımızdan. Çok kısa süre içinde oldu tüm bunlar. Tiyatronun yerini sinema televizyon aldı ama o canlılığı veremedi. Tiyatroyu tanımadığı için rol yapmayı bilmeyen, beceremeyen yerine ve duruma göre davranamayan bu yüzden kendi dahil kimseyi ikna edemeyen huzursuz insanları daha çok görür olduk. İşte bu huzursuzluk yüzünden oradan oraya koşturup kendini oyalamaya çalışan sözünü ettiğin o çok meşgul insanlar peydah oldu. Ne dersen de, giderek daha çok birbirimize benziyoruz. Üstelik birbirimize benzerken yitirilenin farkında bile değiliz. Hepsi şiirin hayatımızdan çıkıp gitmesi ile başladı.  

nukte2Sustuğumu görünce boşver dercesine elini sallayıp tekrar gözlüğünü taktı. Dergileri okumayı sürdürdü. Bir süre sonra otobüsün mola yerine yaklaşmakta olduğu anonsu ile yolcular suskun melankolik hallerinden sıyrılıp hareketlendiler. Bizimki doğrulup ceketini eline aldı. Otobüsün durması ile arka sıradaki yaşlı hanım koltuğu teslim almak üzere yanımızda belirdi. Bizimki yine gerilmişti.

?Yok, bu kadınla yola devam edemeyeceğim, amacım şehirden kaçmaktı. İnip başka bir otobüsle yola devam edeyim. Kim bilir, belki de geri dönerim? dedi. Çantasını muavinden rica edip otobüsün yanından ayrıldı. Mola süresini tamamlayıp harekete hazırlanan otobüslerden birine kadar eşlik ettim. Bineceği otobüsün nereye gittiğini bile sormadı. Ayrılırken sohbet için teşekkür edip elimi sıktı ?Sen bu ihtiyarın sözlerini yine de çok ciddiye alma bilirsin, ihtiyarlar karamsar olur?  dedi. Bizimkinin binmesiyle otobüs hareket edip uzaklaştı. Bir çay içip molanın sona ermesini bekledim. Mola nedeniyle inmemizi fırsat bilip ön koltuğa kurulan yaşlı hanım ise mola süresince yerinden kalkmayıp otobüsün hareket etmesini bekledi.         

 

Mehmet Uhri

4 Responses to “Nükteyi Yitirince”

  1. mevlüt yaprak diyor ki:

    hocam
    elinize sağlık
    damat çok şerefsizmiş!
    selamlar

  2. mevlüt yaprak diyor ki:

    önce şiir bitti, diyerek oktay akbal’a bir selam etmişsiniz..
    abi haklı. şiirsiz ve nüktesiz yaşıyoruz vesselam!
    elinize sağlık.

  3. hakkı uyar diyor ki:

    Sevgili Meslekdaşım
    Sizi büyük beğeni ve takdir ile izliyorum.Bana büyük yaşama keyfi veren yazılarınız için çok teşekkür ederim.Sevgiler,saygılar….

  4. Mustafa Sülkü diyor ki:

    Sevgili Uhri,

    İş yoğunluğu ,keyifsizlik vs. derken bazı yazılarını okuyamadığıma üzülüyorum. Biliyorumki bunlar günü birinde kitap olacak. Başkalarını bilmem ama ben çok severek okuyor ve bir iç huzuru buluyorum yazılarında.

    Eline/emeğine sağlık. Sülkü

Leave a Reply