İşte Öyle Bir Ezgi

mektup31

Yıllar önce bıraktığı not bir kitabın içinden tesadüfen elime geçince bir anlığına durup hastamızı hatırlamaya çalıştım.

Unutulur biri değildi.

Hepsi bir hastane ortamı tanışıklığı ile başlamıştı. Elindeki kâğıdı uzatıp servis bankosu önünde yolumu kesmişti.

Yatış işlemleri devam ederken ilk gördüğü beyaz önlüklüye sorma gereği duymuş piyango bana çıkmıştı.

- Pardon, kemoterapi ne demek? Beni buraya gönderen doktorun düzenlediği yazıda sıkça geçiyor da?

- Tıbbi bir terim. Bir tür ilaç tedavisi anlamına geliyor. Bazen ameliyat etmek yerine güçlü ilaçlar kullanırız. Sanırım siz de kemoterapi için hastanemize gönderildiniz.

- Hah, iyiymiş. Kusura bakmayın, soy ve öz geçmişime kadar beni anlatan şu sayfada nakarat gibi tekrar eden ve fazlasıyla sert harfler içeren kemoterapi sözcüğünü bilen birine sormam gerekiyordu. Ben olsam aynı anlamda ama kulağa daha yumuşak gelen bir sözcük seçerdim.  Eyvallah?

Bu sözlerden sonra elindeki kâğıdı bankodaki hemşire hanıma uzatıp işlemlerini sürdürdü.

Orta yaşın hayli üzerindeydi. Refakatçisi veya gelen gideni yoktu. Hastalığı da ilerlemişti.

Tedavisinden sorumlu ekipten olmasam da bu ilk tanışıklık nedeniyle her karşılaşmamızda selamlaşıyorduk.

Kemoterapinin etkisi kısa sürede kendini göstermiş saçların dökülmesi ve genel bitkinlik haliyle hastamız hayli hırpalanmıştı. Üstelik hastalığın ilerlemesini de önleyememiştik. Bir şeylerin ters gittiğinin kendi de farkındaydı.

Nöbetçi olduğum o gece servisteki bekleme salonunda yalnız başına oturmuş bir şeyler yazmakta olduğunu görünce yanına gittim. Tedavinin yıpratıcı izleri yüzüne ve bakışlarına yansımıştı.

Bitkin görünüyordu.

- Anlaşılan uyku tutmamış. Sakıncası yoksa ne yazdığınızı sorabilir miyim?

- Söz yazıyorum, şarkı sözü. Daha doğrusu gündüzden tuttuğum notları temize çekiyor, düzeltiyorum. Eskiden şiir yazardım.  Uzunca bir süredir şarkı sözü yazarlığı ile geçiniyorum. Kimine göre meslek bile değil ama şiirden iyi kazandırıyor. Hastanede boş duracağıma kafamdaki müziğe söz yazmaya çabalıyorum.

- Doğrusu, şarkılara nasıl söz yazıldığı konusunda da hiçbir fikrim yok. Ama sanırım söz yazabilmeniz için elinizde müzik olmalı. Burada müzik aleti olmadan veya müzik dinlemeden sözleri nasıl yazıyorsunuz?

- Aslında söz her şeyin önünde geliyor. Hatta müziği doğuran da söz olabilir. Sözle anlatamadıklarımızı melodi ile anlattığımız da olur. Sözle güçlenmiş dokunaklı bir ezgi bulabilirsen insanın içine işler, ruhuna bulanır, unutulmayanlardan olur.

- Peki, siz nasıl yapıyorsunuz?

- Önce ortamı dinliyor müziğine ve ritmine kulak veriyorum. Sonra o müzik kafamda dönüp duran dizelerle buluşuyor. Kaleme aldığım şarkı sözlerini besteciye iletirken işittiğim müziği de çıtlatıyorum. Sözler bestecinin elinde müziğe bulanıyor, şarkı oluyor. Anlatırken kolay görünüyor ama bestecinin de aynı müzik ve ritme yakın olması gerekiyor. İyi anlaştığım besteci arkadaşlarımla bazen bir hece için bile pazarlık ettiğimiz çoktur.

- Burada, hastane ortamında söz yazmak herhalde zor oluyordur.

- Hastanede dört duvar ve bu koridora tıkılınca ben de öyle düşünmüştüm.  Ancak, ilk gün size gösterdiğim beni anlatan sevk kâğıdını görünce fikrimi değiştirdim. Siz epikriz diyorsunuz ama ben şarkı sözüne benzettim. Hayatım öyle veya böyle bir ezgiye sahipse orada yazılanlar da bana o ezgi için yazılmış şarkı sözleri gibi göründü.

- Hatırladım. Hatta kemoterapi sözcüğünü beğenmemiş keşke başka bir sözcük seçselerdi diye söylenmiştiniz.

mektup5

Bu sözler üzerine yüzü asıldı. Başını öne eğip bir süre suskun kaldı. Kemoterapinin yan etkileri nedeniyle saçı, kaşı dökülmüş, o dinç görünümlü hastamızı sanki elbirliğiyle yaşlandırmıştık. Kederlenmişti.
Elindeki kalemi ile tuttuğu notları işaret etti.

- İlaçlar yüzünden başlangıçta kulak çınlamalarım olunca sağır olacağımdan hayatın müziğini işitemeyeceğimden korktum. Gerçekten ürktüm. Çınlamalar azalınca kafamdaki şarkı sözlerini kaleme alabilmek için fazla zamanım olmadığını düşünerek işe koyuldum. Gördüğünüz gibi her fırsatta bir şeyler karalamaya çabalıyorum.

- Dört duvar arasında ilham bulabiliyor olmanızı takdir etmemek mümkün değil.

- Kulak çınlamalarım geçince hastanede etrafı dinlemeye başladım. O zaman hastasından doktoruna hemşiresine hasta bakıcısına kadar herkesin bir müziği ve ritmi olduğunu gördüm. Buradakiler ilham perilerim oldu. Onların ezgilerini dinliyor, söz yazıyorum.

- Anlamadım. Bizlerin çıkardığı seslerin üzerine söz mü yazıyorsunuz?

Koridorun ucundaki hemşire bankosunu işaret etti.

- Üzerine değil, içine yazıyorum. Mesela orada gündüzleri her şeyi çekip çeviren ekibinizin en kısası ama en beceriklisi esmer bir hemşire hanım var. Sanırım servis sorumlu hemşiresi. Boyunun kısalığını örtmek için yüksek topuklu ayakkabı giyiyor ve yürürken kollarını açarak sert adımlarla yürüyüp cüssesinin dezavantajını hissettirmemeye çalışıyor. Ayak sesleri ve yürüyüşü onun müziğini oluşturuyor. Pek konuşmasa da çıkardığı sesler ile servisi düzene sokmayı başarıyor. Bana da bu müziğe söz yazmak kalıyor. Zorlanmıyorum.

- Bu söyledikleriniz herkes için geçerli mi?

- Tedavimi planlayan doktor hanım da sanırım mesleğinde yıllanmış olmanın etkisiyle soğuk ve donuk bir yüz ifadesiyle az konuşarak işini yapıyor. Dışarıdan duygusuz ve hatta bezgin biri gibi görünüyor. Ama bir çocuk gördüğünde içindeki o şen müzik açığa çıkıyor. Belli ki, duyarlı bir anne. Bir de sabahları neşeli bir günaydın ile servise giren hemşire hanım var. Bir türlü hangisi olduğunu çıkaramadım. Ama yaydığı enerji gün boyu işe yarıyor. Dedim ya, bence her hayat iyi kötü bir ezgi veya müzik taşıyor. Çoğu birbirine benziyor. Hayatlardan geriye kalan da sanırım o ezgi gibi bir şey oluyor. Bazıları gerçekten kulakta kalıyor. İşte o müziklere elimden geldiğince söz yazıp kendimce anlam katmaya çabalıyorum. Müziği işitilecek onca insan ve yazılacak şarkı sözü olmasına karşın ne yazık ki benim vaktim sınırlı. Halim oldukça kaleme sarılmam bu yüzden.

- İyi de sizin çıkardığınız ses? Siz nasıl bir seda bırakacağınızı düşünüyorsunuz?

- Ona beni tanıyanlar karar verecek. İnsanın kendi iç sesini işitmesi, anlaması çok zor. Ses kesilse de birileri o ezgiyi mırıldandığı sürece yaşıyor olacağım.

Daha sonra yaşadığı hayattan, yaptığı veya yapmadığı seçimlerden ve hep bir şeyler için geç kaldığından söz etti. Yakınlarını sorunca yüzü yine kederlendi. Başını öne eğdi. Aksi biri olduğunu ve çalışırken özgür ve yalnız kalma inadı yüzünden çevresinde insan kalmadığını, şimdi az da olsa pişmanlık duyduğunu vurguladı. Malda mülkte gözü yoktu. Ev geçindirme ve para kazanma telaşındayken aklına gelip bir kenara not etmediği şiir ve nüktelere hayıflanıyordu.

Sanatçıların, sanatla uğraşanların diğerlerinden farklı ezgileri olup olmadığını sordum. Bir süre notlarına bakıp düşündü. Kendi hayat ezgilerine eserleriyle anlamlı ve duyarlı söz de yazabilenlerin gerçek sanatçılar olduğunu, geriye bıraktıklarıyla herkesçe eşlik edilen beğenilen şarkılar gibi anılarda yer ettiklerinden söz etti.

Kısa bir süre durup düşündü. Sonra kalemine uzanıp “Bunu unutmamalıyım” diyerek elindeki kâğıda not aldı.

mektup4

Uyumaya niyeti yoktu. O gece onu orada bekleme salonunda söz yazmaya uğraştığı ezgileriyle baş başa bıraktım. Birkaç hafta sonra tedavisi sonlanıp hastaneden çıkarken odama uğradı. Ziyareti sanki veda ve bir tür helalleşme gibiydi. Cebinden çıkardığı zarfın üzerinde adım yazıyordu. “Lütfen ben gittikten sonra açıp okuyun” dedi. Elimi sıktı. Kapıdan çıkarken dönüp; “Her şey için teşekkürler, ben iyiyim merak etmeyin. Kulak çınlamalarım da geçti” dedi ve çıkıp gitti.

Odadan çıkmasıyla zarfı açtım. İçinden çıkan kâğıtta el yazısıyla  “Sizden gelen müziğe ancak nakarat yazabildim. Umarım şarkının sözlerini siz tamamlarsınız” notuyla aşağıdaki dörtlük yazılıydı.

“Olmasa da anlamı

Hatırlarsın yine

Kim varsa unutulan

Ezgilerde işte”

Hastamızı bir daha görmedim. Haber de alamadım.  Bir kitabın arasında sararmış zarfıyla birlikte yazdığı not tesadüfen elime geçene kadar unuttuğumu sanıyordum.

Hatırlayabildiklerimi kaleme almaya çalışırken kulağıma sözleri hiç de yabancı gelmeyen belli belirsiz bir ezgi geliyordu.

Hani tanıdık gelir de sözlerini bir türlü hatırlayamazsınız ya, işte öyle bir ezgi.

Mehmet Uhri

Leave a Reply