Cennetteki Gözyaşları

2078306203_4a9e602e4b1Beyoğlu?nda Tünele bakan cafelerden birini seçmiştim, kitap okumak için. Güneş batmıştı. Hava karardıkça meydanın kalabalığı artıyordu. Kaldırımdaki masalardan birindeydim. Çalmaya başlayan müzik ile irkildim. Hemen arkamda kaldırım üzerinde üç delikanlı gitarları ile hem çalıp hem söylüyorlardı. Cafenin sahibi durumdan rahatsız görünüyordu. Uzaklaştırmak istedi ama tınmadı, delikanlılar. Güzel çalıyorlardı. Genellikle bilinen batı müziği parçaları çalıp gelen geçenden para topluyorlardı. Dinleyici çoktu ama bir şey kazandıkları da söylenemezdi. Kitabı kapatıp izlemeye başladım. İlgilendiğimi görünce istek parçam olup olmadığını sordular. Eric Clapton? dan ?Tears in Heaven? isimli parçayı rica ettim. Keyifle okudular. Programı bitirip sanırım başka yerde tekrar tezgah açmak için davrandıklarında masama davet edip kahve teklif ettim. Kabul ettiler.

Üniversite öğrenicisiydiler. Farklı bölümlerde olsalar da aynı yurtta biri birilerini bulan müzik tutkunları olduklarından söz ettiler. Yurtta kalıyor, hafta sonları da Beyoğlu?nda iş bulabilirlerse barlarda cafelerde, bulamazlarsa sokaklarda müzik yapıp harçlıklarını çıkarıyorlardı. ?Ailelerinizin bu yaptıklarınızdan haberi var mı?? diye sormamdan biraz rahatsız oldular. İçlerinden uzun kıvırcık saçlı, kulağında küpe olanı yüzüme bakmaya çekinerek ?Ailelerimizin haberi yok. Olmasını da istemiyoruz. Çünkü onlar bizi bu halde görmeye dayanamazlar? dedi.

Daha sonra anne ve babasının Boğaziçi Üniversitesi mezunu olduğundan, Bursa?da yaşayıp çalıştıklarından, kendinin de Bursa?da doğup büyüdüğünden söz etti.

- Annem ve babam için hayat başarı üzerine kuruludur. Hep başarılı öğrenci olmuşlar, girdikleri sınavlarda hep yüksek puan almışlardır. Beni de böyle yetiştirdiler. Onların istediği gibi hep başarılı öğrenciydim.

- Bu durum seni rahatsız edermiş gibi konuşuyorsun.

- Evet, aynen öyle. Özelikle annemin benim için çizdiği kulvarda, onların istediği gibi, kendileri gibi biri olmak üzere yetiştirildiğimi düşünüyorum.

- Olabilir, ne var bunda? Her çocuk anne ve babasını örnek alır.

?Siz de anlamıyorsunuz. Neden anlatıyorum ki?? diyerek sustu. Bir süre gitarının akordu ile ilgilenip kahvesini yudumladı. Sonra sürdürdü sözlerini;

- Anlattıklarına göre Babam ve annem gerçekten çok başarılıymış. Girdikleri sınavlarda hep en iyi dereceleri almışlar. Ne kadar çalışırsam çalışayım onlar kadar başarılı öğrenci olamıyorum. Derslerimi veriyor ama onlara yetmiyor. Çocukluğumdan beri en yüksek notu alamadığım için anneme hesap vermek zorunda kalıyorum.

- Ama onlar senin için iyi şeyler diliyorlar sanırım.

- Onlar kendi hayatlarına bakıp benim de kendileri gibi olmamı istiyorlar. Kendilerince haklılar. Ama bu beni daraltıyor. Annemin salon bitkileri gibi hissediyorum, kendimi. Özgürce büyüyüp gelişmelerine izin vermemiştir annem, o çiçeklerin. Çok iyi bakar çiçeklerine ama kendi istediği biçimde büyümeleri için budar durur, hep.

- Yapmak istediklerini engellediği için anneni suçlamak biraz abartılı olmuyor mu?

- Anneme göre müzik ile uğraşacaksam piyano çalmalıymışım. Müzik piyanoda öğrenilirmiş. Küçüklüğümden beri piyano dersleri aldırıp solfej öğrettiler. Hiçbir zaman sevemedim piyanoyu. Onların gönlü olsun diye çaldım. Annemler başkalarının yanında piyano çaldırıp ona buna hava atıyorlar diye de kızıyordum.

- Sanırım gitar çalmak istiyordun.

- Müziği seviyordum ama her şeyini de öğrenmek istemiyordum. Gitar çalıp burada yaptığımız gibi arkadaşlarımla birlikte sevdiğimiz basit parçalar çıkarabilmekti amacım. Gitar gibi her yerde çalınabilen, insana arkadaş kazandırabilen enstrümanı çalmamı istemedi annem ve babam. Gitar almadılar, bana. Harçlığımdan biriktirdiklerimle aldım bu gitarı.

Sonra gitarını eline aldı. Tellerini okşadı. Arkadaşları da onun gibi düşünüyordu. ?Ama yine de gitar çalmana engel olamamışlar? diyecek oldum. Gözlüklü olanı lafa atladı;

- Bizler benzer ailelerden geliyoruz. Ailenin hayalindeki çocuk olmaktansa kendimiz olabilmek için onlardan biraz uzak durmak gerektiğini yeni fark ettik. Ziyaretimize kolay gelemesinler diye özellikle ev tutmuyor, yurtta kalıyoruz.

- Şikayet ediyorlardır herhalde.

- Başlangıçta yadırgadılar ama alıştılar. Onları seviyoruz, fırsat buldukça gidiyoruz ana ocağına. Ama çok kalamıyoruz. Karışmaya başlıyorlar her şeyine.

?Pek anlamadım doğrusu? dememle o ana kadar konuşmaya katılmayan sarışın olanı sözü aldı. Diğerlerinden daha hırçın ve öfkeli üslupla konuşuyordu.

- Anlamazsınız. Hayat onların, sizin yaşadığınız hayat değil artık. O zamanlar insanlar okur mühendis, doktor olur veya okumaz çöpçü olurmuş. Mühendis, doktor dediğin saygın, değerli adammış. Şimdi öyle değil. Ne kadar okursan oku aslında çok bir şey olamıyorsun. Kaç paralık adam olduğuna, kaç paralık iş yaptığına kaç para kazandırdığına bakıyorlar.

- Yani bunun anlamı nedir?

- ?Çalışırsan kazanırsın, çok çalışırsan çok kazanırsın? diye kandırıyor, yalan söylüyorlar. Bu güne kadar üniversite sınavlarında dereceye girmiş birilerinin gerçekten toplum için, bilim için yararlı adı sanı duyulan biri olduğunu duydunuz mu? Her sene sınav yapıyorlar. Kazananı kutluyor istediği üniversiteye gönderiyorlar. Ondan sonra o kişinin adı bir daha duyulmuyor. Çok başarılı bile olsan sonuçta sadece kaç paralık işte çalıştığınla anılıyorsun. Bunca emeğe, kendinden ettiğin fedakarlığa değmiyor.

Garsonun kahve fincanlarını toplamaya gelmesiyle sustular. Gitarlarını kılıfına yerleştirip izin istediler. ?Yaşamak istediğiniz hayat sokaklarda böyle pejmürde dolaşmak mı? diye üsteledim. Kıvırcık saçlı olanı gülümsedi;

- Genciz işte. Kendimizi ve hayatı tanımaya çalışıyoruz. Şimdilik ne olmak istemediğimizi biliyoruz. Yetmez mi?

?Peki ya müzik?? diye sordum. Kıvırcık saçlı olanı gülümsedi, arkadaşlarına baktı ?Müziğin bir şeyleri değiştireceğine inanmıyorum ama kötü giden bir günü unutturacak fırsatlar da yaratmıyor değil, bu gün olduğu gibi? dedi.

Kahve için teşekkür ettiler. Gitarları omuzlarında Beyoğlu?nun kalabalığı artan karanlık sokaklarına karışıp gözden kayboldular.

Leave a Reply