Yelken Tutkusu

Kuzey Ege?nin şirin kasabalarındandır, Dikili. Liman kahvesinde çayımı yudumlayıp Midilli üzerinde batan güneşin yaşattığı görsel şöleni ve limandaki balıkçı teknelerini izliyordum. Benimle birlikte pek çok günbatımı tutkunu sessizce giden günü uğurluyordu. Orta yaşlıca bir çift oturacak yer olmadığı için masama ilişmek için izin istediler ve onlar da katıldı bu akşam ayinine. Dikkatli bakınca az önce yelkeni ile süzülerek limana yanaşan küçük teknenin sakinleri olduğunu fark ettim, masamı paylaşanların. Çay ikram etmek için izin istedim. Konuşmalarından anladığım kadarıyla teknelerinde sorun olmuştu ve biri birilerini suçluyorlardı. Kadın biraz da sitemkar ifade ile ?Senin bu yelken tutkun yüzünden bir gün canımızdan olacağız. Poyraz sert estiği halde neden motoru çalıştırmayıp yelkende ısrar ettin sanki? Şimdiye varmıştık İstanbul?a? dedi. Adam hiç üzerine alınmadı. ?Bak güneş ne güzel batıyor burada, tadını çıkarmaya bak? dedi ve bana dönerek ?öyle değil mi?? diye destek istedi. ?Burada güneş hep güzel batar, Ege?nin en güzel gurubu buralarda izlenir? dedim.Bir süre sustular, sessizce gurubun renklerine baktılar. Sonra adam bana dönerek;

-         Burada gün batımını güzel kılan, karşımızdaki Midilli adası. Eşim ve ben çok severiz adayı. Siz bir de adadaki Mittilini kentinde gün doğumunun güzelliğini bilseniz. Gün Dikili?nin üzerinden yükselip öyle güzel selamlar ki adayı?

Daha sonra karı koca yelken tutkunu olduklarından, tekne ile Akdeniz limanlarını dolaştıklarından söz etti. ?Gerçi eşiniz durumundan şikayetçi görünüyor? diyecek oldum. Adam sevgi dolu gözler ile eşine bakıp gülümseyerek; ?ben yelken tutkunuyum o ise fotoğraf çekmeyi, gidilen limanları, gezilen mekanları tanıyıp anlamayı daha çok seviyor. Pek anlaştığımız söylenemez ama yine de kırmayız biri birimizi? dedi.

-         Eşinizin ilgisini anladım sanırım ama sizin bu yelken tutkunuzu anladığımı söyleyemeyeceğim. Gidilen limanlar sizin ilginizi çekmiyor mu? Ne için yolculuk ediyorsunuz o zaman, denizde?

Adam bir süre karısına sonra denize baktı, çayından yudum aldı.

-         Beyim, sen satranç oynamayı daha çok seven birine benziyorsun, tavlanın daha keyif verici bir oyun olduğuna seni nasıl ikna edebilirim ki?

Şaşırma sası bendeydi. Şaşkınlığımı görünce açıklamasına devam etti.

-         Çoğumuz bir satranç oyuncusu gibi bakmıyor muyuz hayata? Oyunu kendimiz kuruyor tüm hamleleri önceden kestirip oyunu kendi kontrolümüzde tutmaya çabalıyoruz. Okul hayatından beri insanlara hep bir sonraki hamle üzerine kafa yorması öğretiliyor.

-         Eeeeee

-         İşte onlar için deniz yolculuğu diğer her hangi bir hamleden farklı değil. Olabildiğince kısa yoldan belirlenen hedefe ulaşmak zorunda hissediyorlar kendilerini, sizin de az önce buyurduğunuz gibi. Yelkenli yerine güçlü motorlara sahip tekne alırlar 3 günlük yolu yarım günde almaya çabalar bundan mutlu olurlar. Önceden uzun uzun düşünüp hazırlık yapar ve karar verildiğinde vezirin bir kareden diğer kareye gidişi kadar kısa bir hamle ile yolculuğu tamamlamak ister böyleleri.

-         Siz ise tavla tutkunu olduğunuzdan söz ettiniz.

-         Evet. Ben iyi bir tavla oyuncusuyum. Ne önceden kurulmuş hamlelerim ne de acelem var. O lanet olası motorun gürültüsünü duymaktansa denizin ve yelkenlerin sessizliğinde yolculuk etmekten keyif alırım. Motor gürültüsü duymamak denizin ve yelkenin keyfini çıkarmak uğruna rüzgarsız havada bile yelken açıp yürüme hızında yolculuk etmeyi tercih ederim. Benim için yolculuktur, hayat. Rüzgar ise tavlada atılan zardır. Bazen işlerini kolaylaştırır bazen zorlaştırır.

-         Yani biraz tavla oynamaya mı benzer bu yelken sevdası?

-         Biraz değil, neredeyse ta kendisi. Öyle uzun uzun planlar yapamazsın. Gelen zara göre oynayabileceğin en iyi oyunu seçer o anın tadını çıkarırsın. İşte o yüzden buradayız ya.

Burada eşi devreye girip yelken tutkusu yüzünden eşinin rüzgar kovaladığını, İstanbul?a dönüşlerinin gecikmeye uğradığını anlattı. Gerçi söyleniyordu ama yine de halinden mutsuz görünmüyordu. Adam eşinin elini tutup bir öpücük kondurdu.

-         Bu kez, hep gele attım be güzelim. Hem de bir sürü açık kapı varken. Rüzgar ne işiniz var İstanbul?da geri dönün diyerek hep kuzeyden esiyorsa, vardır elbet bildiği.

Gurubun renkleri bordodan mora dönmeye yüz tutmuştu. Ortalık alacakaranlığa teslim ediyordu, kendini. Kahveci çayları tazeledi. Bu arada kadın limanda ağlarını onaran balıkçıları fotoğraflamaya başlamıştı. Adam biraz hayranlık biraz kıskançlık ile baktı eşine. ?Bu fotoğraf tutkusunu da anlayamadım insanların? dedi.

-         Ne varmış fotoğraf çekmede, zamanı dondurup ileride hatırlamamızı kolaylaştırıyor bence yararlı uğraş.

-         Yararlı olmasına yararlı ama bu günü ıskalattırıyor insana. Bulunduğumuz yerde batan güneşi, balıkçıları, ayaklarımızın çevresinde dolaşan kedileri her neyse tüm bu güzelliklerin tadını çıkarmak yerine fotoğraflamaya çabalayıp ileride bir gün tadını çıkaracağını zannediyor, fotoğraf tutkunları. Hiç dondurulmuş balık ile taze balık bir olur mu?

-         Eşinizin sizi bırakıp fotoğraf ile ilgilenmesini kıskandığınızı hissediyorum. Yanılıyor muyum?

-         Kıskanıyorum tabii. Bugün benimle paylaşmayıp fotoğrafladığı o görüntüleri kim bilir günün birinde kiminle paylaşacak.

Bu arada kadın fotoğraf çekmeyi bitirip yanımıza dönmüştü. ?Kusura bakmayın eşim biraz gevezedir. Üstelik zor bir insandır. Sanırım sizin de yeterince başınızı ağrıttı, ne olsa tavlacılar biraz da çeneleriyle oynar? diyerek eşine gülümsedi. Ayağa kalktılar çay için teşekkür ettiler. Balıkçıların ve balık ağlarının arasından el ele teknelerine yürüdüler.

Leave a Reply