Yalnız Kelebek

y-kelebek

11 Yaşında karakaşlı, karagözlü son derece sevecen kız çocuğu hastanemizde böbrek yetmezliğinden yatmaktaydı. Geçirdiği hastalık yüzünden böbrekleri çalışmaz hale gelmişti. Haftada iki kez diyaliz makinesine bağlayarak kanını temizliyorduk.

Nakil için böbrek aranıyor, tansiyonunu kontrol altında tutmakta güçlük çektiğimiz için hastanede gözetim altında tutuyorduk. Yaşıtları gibi yatağında yatmayı sevmiyor ortamı uygun buldukça serviste geziniyordu. Hastanede kalış süresi uzadıkça herkes tanımış, personelden biri gibi olmuştu. Serviste yatan diğer çocuklarla oyun oynuyor nöbetlerde hekim ve hemşirelerin yanına gelip ilgi ile yapılanları izliyordu. Her gün yapılan iğneler de artık onu korkutmuyordu. İğneden korkan diğer çocuklara moral vermek için özellikle onların yanında iğnesini yaptırıp korkulacak bir işlem olmadığına inandırmaya çabalıyordu. Gerçekte iğneden korktuğunu, istemediğini iyileşip hastaneden çıkabilmek için katlandığını bir nöbette itiraf etmişti;

- Doktor amca bu iğneleri icat edenlerin çocukları yok mu? Hiç mi çocukları düşünmemişler?

- Bilmem? Neden sordun?

- Bu ilaçları hep büyükler bulmuşlar ve kendilerine göre yapmışlar. İlaçları çocuklar bulsalardı iğne diye bir şey olmazdı. Acı bile olsa şurup içmeye razıyım. İşte bu nedenle büyüyünce iğneleri şuruba dönüştüren bir araştırmacı olmak istiyorum.

Anne çalıştığı için ancak akşamları hastaneye gelebiliyor bazı akşamlar gelemediği de oluyordu. Küçük kızın ailesi de sorunluydu. Bu dünyaya çocuk kazandırmanın hata olacağına inanıp uzun yıllar çocuksuz yaşamış bohem bir beraberliğin ürünüydü. Anne kararını değiştirerek hamile kalmış, baba kararından dönmeyip hamileliğin 5. ayında ayrılmışlardı. Baba hiçbir zaman kızını görmemiş ve ülke dışına yerleşmiş. Kız ise babasız olarak annesinin elinde büyümüştü.

Tüm bunları nereden mi biliyoruz?

Ne yazık ki tüm bilgileri hastamızdan öğrendik. Annesi kızından hiç bir gerçeği saklamamış. Bu yaşına kadar annesi tarafından sevilen ancak babası tarafından istenmeyen biri olduğunu bilerek yaşamış. Çevresindeki ailelere ve arkadaşlarına nasıl bir gözle baktığını ise hiçbir zaman öğrenmedik. Sadece kişiliğinin, hayatının, varlığının bir kısmının doğuştan reddedildiği bir dünyada yaşamaya çabaladığını anlatmıştı bir keresinde;

- Doktor amca biliyor musun benim böbreklerim neden çalışmıyor?

- Hasta olduğu için.

- Bilemedin. Ben sana neden hasta olduklarını soruyorum.

- Neden?

- Çünkü böbreklerim beni istemiyor. Onlar da canlı ve benimle birlikte yaşamak istemiyorlar. Aynen babamın beni istemediği gibi…

Bir yılbaşı tatili öncesiydi. Hastalığı nedeniyle yine hastanede kalması ve kontrol altında tutulması gerekiyordu. Servisteki çocukların hepsi yılbaşını evde geçirebilsinler diye izinli olarak evlerine gönderilmişti. Yılbaşını yalnız başına hastanede geçirecekti. Bu durum hepimizin içini burkuyordu. Ayrılmadan önce sordum;

- Tatile gidiyorum gelirken sana ne getireyim. Ne istersin?

11 Yaşında bir çocuk ne ister? Çikolata, şeker, oyuncak vs. gibi bir şey istemesini bekliyordum. Ama o benden sadece ?beyaz peynir? istedi. Aylardır tansiyon sorunu yüzünden ciddi bir tuz kısıtlaması uyguluyorduk ve bizden istediğini ona vermemiz olası değildi. Beyaz peyniri çok sevdiğini ve çok özlemiş olduğunu görmeme rağmen yapacak bir şey yoktu.

- Bırak bu kez sana sürpriz bir şey getireyim.

- Tamam anlaştık. Sürprizimi bekliyorum. Hem belki ben de sana bir yılbaşı resmi ile sürpriz yaparım.

Bu onunla son konuşmamız oldu. Acı sürpriz ondan geldi. Tatil sırasında yine bir tansiyon krizi ile hastamızı, o sevgi dolu insanı kaybetmiştik. Servis hemşiresi yalnız bir kelebeğin resmedildiği suluboya resmi gözyaşları için uzatıp ?Çok uğraştı, sizin için çizmişti? diyebildi. Odasını uzun süre kapalı tuttuk. Yaptığı resim sararıp dökülene kadar servis duvarında asılı kaldı. Duvardan indirmeye kimsenin eli gitmedi.

Dr. Mehmet Uhri

Not: Üzerine tıklayarak resmi orijinal boyutlarıyla izleyebilirsiniz.

5 Responses to “Yalnız Kelebek”

  1. tepecik diyor ki:

    Ne kadar acı küçük bir çocuğa onun hiç istenmediğini söylemek. Anne karnındaki bebek ne bilir ki diyoruz ya bazen ama bu sadece kocaman bir yanılgı.
    Bende 10 lu yaşlarımda öğrenmiştim annem tarafından hiç istenmediğimi. :)
    Az değiliz, sayımız çok. Ve eksik büyüyoruz farkında olmuyorlar.
    Toprağı bol ve mekanı cennet olsun Küçük Kelebeğin.
    Okuyunca gözleri dolmayan var mıdır?
    Teşekkürler Sayın Uhri, yüreğinize ve kaleminize sağlık.

  2. ahmet çağıldak diyor ki:

    Değerli dostum, öykünü, o sırada bir işle uğraştığım için bana Nilay okudu, sona doğru sesi titredi ve bitiremeden ağlamaya başladı. Ne yapacağımı şaşırdım. “Zeytinin Teri”ni okurken de ben öyle olmuştum.

    Sen ve senin gibi yürekli insanlara sağlık ve uzun ömür diliyorum.

    İstenerek ve sevilerek büyütülmek bir şans ama severek büyütmek ondan daha büyük bir şans!

  3. Mehmet Erkan ZENGIN diyor ki:

    Sevgili Mehmet,

    Ilerleyen yas ile huzun de artiyor galiba.
    Sonbahar icin hazan ve huzun mevsimi demisler.
    Hayat boyu ektiklerimizin hasat mevsimi geldi…
    Umarim verimli olur..

    Sevgi ve dostlukla

  4. FİGEN OZAN SAYMAN diyor ki:

    Anneyi düşündüm,öyküdeki anne her şeye rağmen onu istemiş ve yapmış..Yalnız büyütmeyi göze almış…ve artık yok..Hiç var olmuş olmasaydı böyle bir acı hissetmeyecekti,tıpkı çekip giden biyolojik baba gibi. İçindeki boşluğu doldurabilmek için Ciddi bir yardıma ihtiyacı vardır.
    Hiçbirimizin çocuklarımızın acılarını yaşamamaları dileğiyle..Bizler zaten mesleğimiz gereği hep acı ve sıkıntılara bir şekilde tanık oluyor.bazen paylaşıyoruz..

  5. Yazın yazın yazın lütfen…

Leave a Reply