Papatyalar da gitti

papatyaO bahar sabahı boğaz havası almak isteyen pek çok İstanbullu gibi biz de trafiğe yakalanmıştık. Keşmekeşten kurtulmak için arabamızı Yeniköy?de bırakıp gelen ilk vapura atladık. Bindiğimiz vapur Rumeli ve Anadolu Kavaklarına gidiyordu. Güverte kenarına dışarıya oturmuştuk. Vapur henüz kalkmamıştı. Esen rüzgar kızımın şapkasını denize uçurdu. Kızımın söylenmesine fırsat bırakmadan yanımızdaki yaşlı beyefendi oltası ile uzanıp usta bir hareketle şapkayı sudan çıkardı ve uzattı. Teşekkür ettik.

Yeniköy sahili boyunca Sarıyer?e doğru yol alırken kızım, şapkasını sudan çıkaran beyefendinin kovasında yüzen balıklarla ilgileniyordu. Beyefendi kızımın az önce yol kenarından kopardığı iki tek papatyayı göstererek ?Papatyalar da gitti, terk etti buraları. Kolay bulunmuyor artık? dedi. Daha sonra İstanbul?un yerlisi olduğunu Ömerli yakınlarında mandracılık yaptığını, şehirde oturan oğlunu ve torununu ziyaretten döndüğünü anlattı. İstanbul?un son elli yılda inanılmaz büyüdüğünden yakındı.

-        Elli yıldır bekliyoruz, şehir köyümüze gelsin ve bizi de kalkındırsın, şehirli olalım diye.

-        Gelmedi mi şehir sizin oralara?

-        Geldi gelmesine ama beklediklerimizi vermedi ki, bize. Hep biz verdik kendimizden.

Sarıyer iskelesine yanaşıyorduk. İnen ve binenlerin gürültüsü telaşı oldu. Bizimki bir süre sustuktan sonra sürdürdü sözlerini;

-        Şehir büyüyüp köyümüzü de içine alsın diye beklerken hep kendimizden verdik. Önce ?Kıbrıs sorunu, şehirde karışıklık çıktı? dediler köyümüzün Rumları göçtü gitti. Şehirleşiyoruz, gelişiyoruz diye susup oturduk. Kaç yıllık komşularımızın gidişine ses çıkarmadık. Sonra gelip arazilerimizi satın aldılar. Ekip dikecek alan azaldı. Gençler iş bulmak için şehre yöneldi. Çocuklarımızı da elimizden aldı bu şehir.

-         Sonra?

-        Şehir gelecek, köylülükten kurtulup kentli olacağız diye hep sustuk. Devlet yol geçireceğim, baraj yapacağım diye arazilerimizi kamulaştırdı. Otlaklar da azaldı. Baba mesleği yoğurtçuluğu bırakmak zorunda kaldım.

-        Ama şehir sizin köye geldi değil mi?

-        Şehirli gelmesine geldi ama şehir geldi mi bilemem. Kendini duvarlar içine hapseden garip siteler kurdular köyün ötesinde. Kendi ağaçlarını bitkilerini getirip ektiler. Bu arada bizim köy kendinden vermeye devam etti. Yüzyıllık çeşmemiz kurudu. Hesabını bile soramadık.

Vapurumuz Sarıyer?den kıyı kıyı Rumeli kavağına doğru yönelince rüzgar sert esti. Paltolarımızın önünü ilikledik. ?Peki papatyalara ne oldu?? diye soracak oldum. Uzun uzun karşı tepelere baktı.

-        Gittiler beyim, hepsi gitti. Papatyanın Rumca ?koyun gözü? anlamına geldiğini komşumuz Vasil?in babasından öğrenmiştim. Önce Rumlar sonra koyunlar gitti. Sıra papatyalara geldi, herhalde. 

-        Hiç mi bulunmuyor?

-        Biraz var elbet. Ama eskiden şu karşı tepelerde diz boyu papatya biterdi. Böyle iki tek boynu bükük değil, sağlıklı papatyalardı. Rumlar gelin çiçeği olarak kullanır, gelinlere taç yapardı.

Sustu, gözleri buğulandı. ?Tazeyken ne de güzel kokar, papatyalar? diyecek oldum. Yüzünde acı bir gülümseme belirdi.

-        Ah beyim, kimse bilmez papatyanın neden koktuğunu. Dalında toprağında kokmaz bu papatya. Ne zaman ki koparırsın toprağından o zaman alırsın o kokuyu. Ölümün, can çekişmenin kokusudur, o. Köyümüze gelen şehir de sanki öylesi bir koku getirdi beraberinde.

Bir süre sustu, boğaza bakındı. Vapur, Rumeli Kavağına yanaşıp yolcusunu aldı ve Anadolu kavağına doğru hareket etti. Kavaktaki hafta sonu kalabalığını gösterdi, bizimki.

-        Al işte, şehir geldi. Her yer şehir oldu. Kimse farkında değil, papatyaların gittiğinin. Kimseyi üzmüyor, rahatsız etmiyor onların yokluğu. Benden sonra onlar için üzülen de kalmayacak, sanırım. Belki de vadem doldu, papatyalardan sonra sıra bana geldi, kim bilir?

Vapurdan birlikte indik. Kavağın sokakları hayli kalabalıktı. Bizimki kızımın saçlarını okşadı ?sen yine de annen için papatya toplamayı ihmal etme, kenarda köşede bile olsa ara onları? dedi. Kovasını ve olta takımını yüklenip köyün yolunu tuttu.

Leave a Reply