MESAFELER

1be44507-1fd1-4748-9161-371c9f33f07b

Pandemi notları: Ekim 2021

Farkında mısınız?

Pandemi süreci ile sistemin tüm ayak diremelerine rağmen insanlık ergen yalnızlığını ve bencilliğini bırakıp olgunlaşma yolunda ilerliyor.

Pandemi ile birlikte başlangıçta gelecek kaygısı, ölüm veya yakınlarını kaybetme korkusu şeklinde formüle edilebilecek huzursuzluk içinde yaşamaya zamanla alışmış olsak da virüs başka türlü bir dinamiği harekete geçirmiş görünüyor.

Değişim, kaybettiğimiz mesafeleri yeniden keşfetmemizle başladı.

Korkular kaygılar yaşanırken virüsün varlığı birbirimizle, toplumla ve hatta kendimizle olan mesafeleri de görünür hale getirdi. Birbirimizle gereğinden fazla yakınlaşmış hayatlarımız birbirine bulanmış ve neredeyse ayırt edilemez hale dönüşmüşken değişim, mesafelerin yeniden belirginleşmesi ile başladı.

Pandemiden önce öylesine hızlı ve yoğun iletişim bombardımanı altında yaşıyorduk ki; mesafelerimizi yitirmiştik.

Aranan mesafeye ulaşılamıyordu.

Hayatlarımız hep başkalarının hayatlarına bulanmış haldeydi. Başkalarını süzmek, onların hayatlarına fütursuzca girmek, yorum yapıp karışmak yüzünden kendimize bakmıyor veya aynaya bakıp başkalarının gördüğü kendimizle uğraşıp vakit geçiriyorduk.

Mesafelerin olmadığı bir ortamda anormali normal eylemiş kendimizi kandırıyorduk.

Hâlbuki insanlık tarihi bize böyle anlatmıyordu.

Daha söz yokken bile mesafeler vardı. İnsanlar vücut diliyle ve birbirinin gözünün içine bakarak anlaşırdı. Bunun için birbirini görebilecek kadar yakın anlayabilecek kadar da uzak uzak olmak gerekiyordu. Mesafe önemliydi.

İnsan dil yeteneği kazanıp ses, söz, dil belirdiğinde de göz göze bakışıp konuşmayı sürdürmüştü.

İnsanlar birbirinden uzak olsa da gözün görmediğini söz yakınlaştırıyor, gidenden geriye anı, hatıra veya şairin dediği gibi “hoş sada” kalıyordu. Mesafeler belirgindi.

5fa00786-1914-4733-b953-0a7f94d36cb7İnsanlık yazıyı keşfedince gözden ırak olmaya da alıştı. Birbirimizden uzaklaşırken yazı ile başka türlü yakınlaştık.

Uzaktakine harfler kadar yakın, o yazı kadar bizdik. İlerledikçe yazı ile başkalarının hayatlarına bakabilir onların düşüncelerinde yolculuk yapabilir hale geldik. Aradaki devasa mesafeler engel oluşturmuyordu.

Zaman değişip iletişim teknolojileri ile birbirimize yakınlaştıkça mesafeler hızla daraldı. Son birkaç yüzyıl içinde mesafelerimizi yitirip birbirimizin hayatlarına bulandık.

Başlangıçtaki göz göze anlaşmanın yerini yan yana durmak birbirini süzmek, başkalarının hayatlarına karışmak aldı.

Dahası iletişim olanaklarını artması ile silikleşen mesafeler yüzünden kendimizle olan mesafeyi de seçemez olduk.

Hâlbuki bizi biz yapan hayat ile aramıza koyduğumuz mesafeydi. Kendimiz ile olan mesafe kadar benliğimizi tanıyor varlığımızın farkında oluyorduk.

İnsanlığın baş döndürücü bir hızla ilerleyen bilgi birikimi arttıkça mesafeler iyice silikleşti.

Söz gelimi fotoğraflar ile yakınlaşırken herkes gibi biri olduğumuzu dahası merak ve ilgi duyduğumuz kişilerin de herkes gibi insanlar olduklarını gördük.

Sosyal medyanın hayatımıza girmesi ile sözün ve yazının bile önemi azaldı. Birbirimizi seyretmek yetiyordu. Hayatlarımız yaşanmış ve filme alınmış sekansların toplamına, koca bir ömür de görsellere, videolar ile seyredilen “bir şeye”  dönüşmüştü.

Sosyal medyada yayınlananların toplamı üzerinden yaşanmışlık kovalar olduk.

Mesafeler yittikçe kendimize olan mesafe de bulanıklaştı. Yaşadığımızın kimin hayatı olduğunu sorgulamayı bırakıp çevremizde gördüğümüz veya bize gösterilen insanların yaşam biçimlerine öykünür olduk.

Üstelik bu durum kolayımıza da geldi.

Ne de olsa böyle yaşamak bencil ve yalnız bir canlı olduğumuzu unutturuyordu. Sürüye tutunan, bütüne entegre gibi bir “şey” idik.

Akarsuyun üstünde bata çıka ilerleyen cevizi andırıyorduk. Suyun üstünde ve görünür kalabilmek için kabuğumuzun kalın olması içimizin de çok dolu olmaması gerekiyordu. Kabuktan ibaret içi boş kimliklerle herkes birbirinin hayatını yaşayıp geçiyordu.

Birbirine bulanmış benzer hayatlarımız sayesinde koskoca bir ekonomik sistem kolaylıkla öngörülebilir ve yönetilebilir haldeydi. Kimse değişmesini istemiyordu.

Bu haliyle mutlu olduğumuza da inandırdık kendimizi. Bir an için kendimize “iyi de mutlu olan kim?” diye sormaya bile cesaret edemiyorduk. Sadece mutlu görünmekti amacımız. Herkes öyle yapıyordu. Herkes gibi ve herkes kadar mutlu olmaktan başka amacımız yoktu.

Sonra bir şey oldu.

Pandemi geldi.

Salgın ile birlikte bir anda mesafeler beliriverdi. Önce yüzümüzü mimiklerimizi maskenin ardına sakladık. Sonra kendimizi eve kapattık. En yakınlarımız bile uzak durulması gereken korku nesnelerine dönüştü.

Görünmez olan mesafeler görünür hale gelmiş dünyaya gelişteki yalnızlığımızı hisseder olmuştuk. Yoğun bir korku iklimi ve yalnızlık duygusu içinde birbirine bulanmış hayatları bırakıp kendimizle yüzleştik.

Bencilliğimiz ve yalnızlığımız ile yüzleşirken kendimize bile itiraf edemediklerimiz tokat gibi yüzümüze çarptı. Ona buna rol yapmayı bırakınca aslında pek de mutlu olmadığımızı fark ettik.

Mesafelerin görünmez olduğu pandemi öncesi dünyada mutlu görünenlerin rol yaptığının az çok farkındaydık. Buna rağmen başkalarının gözündeki kendimiz ile uğraşarak koca bir ömür tüketmeyi marifet sayanımız da çoktu.

O zamanlar kendimize olan mesafeyi de yitirdiğimiz için aynadaki görüntü bile rahatsız edici gelebiliyordu.

Kalabalıklar içinde garip bir yalnızlık yaşıyor itiraf etmeye çekiniyorduk.

Pandemi ile dışarıdaki yalnızlığımıza içerideki yalnızlığımız da eklendi.

İnsanlık göz göze iletişim kurmayı unutmuş aynadakinin gözüne bile bakmaya cesaret edemez haldeyken pandemi herkese gözüne ışık tutulmuş tavşan şaşkınlığını yaşattı.

İlk panik ile kendimizi unutturacak bir şeyler aradık. Kitap dergi, film ne varsa tükettik.

Ancak işe yaramadı.

Tüketerek olmayacağını gördükçe kendimiz ile olan mesafeyi kabullenip içeriye, kendimize bakmaya çalıştık. Pandemi yüzünden görünür hale gelen mesafeler hayatımıza girdikçe kendimizle yakınlaşıyorduk.

Bu kez en baştaki gibi kendimizle dürüstçe göz göze gelmeyi denedik. Kendimizle olan mesafe başkalarının gözündeki “ben” yerine önce aynadaki “ben”  sonra da bedendeki ve daha da ötesi düşlerdeki “ben” e dönüştü.

Kendimize samimi sorular sormaya başladık. Yanıt vermekte zorlandığımız samimi sorular ile kafamız daha da karıştı.

Huysuzluğumuz arttı.

Hangi yaşta olursa olsun yaşamadıklarına hayıflanan hayata öfkeli huysuz ihtiyarlara benzemeye başladık. Sırtı kabarık kediler gibi her an hır çıkarmaya hazır birilerine dönüştükçe mesafelerimizi bir kez daha gözden geçirmek zorunda kaldık.

Zaman bir yerde takılı kalmış gibi gelmeye başladı.

Pandemi gerçeği ile yaşamak zorunda olduğumuzu kabullenirken mesafelerin de hayatımızdaki yerini fark etmeye, alışmaya ve onlarla yaşamaya yöneldik.

Hiç kolay değildi. En baştan başlamak zorundaydık.

997a580f-4aa4-4bb5-99f2-2ea414ddc5c6

Bazılarımız zor da olsa göz göze bakabileceği kendi gibi dertli birilerine tutundu. Yalnızlığı ve bencilliği dürüstçe paylaşmak iyi bir başlangıçtı.

Kendimizle dürüstçe yeniden tanıştık. Geride bıraktığımız hayata baktığımızda; anlatısal öyküsel kimliğimizin ne kadarının gerçekten kendimize ait olduğunu ve elimizde kalanın ne kadar az olduğunu fark edip ürktük.

Pandemi şartları başka türlüsüne izin vermiyordu. Öyle veya böyle hiç hoşlanmasak da kendimizle yaşamaya alışmaya başladık.

Bir ergen yalnızlığı ve bencilliği içinde kabuğumuza çekilmiştik. İçine doğduğumuz kültürün bize dayattığı semboller, kavgalar ve davalar bile anlamını yitirmişti. Salgın hastalık yüzünden ordular sefere çıkamıyor savaşlar bile yapılamıyordu.

Böylesi bir dünyada cevizin kabuğunu bırakıp içinde olana bakmaya cesaret ettik. Hayat içimize doğru akmaya başladıkça içimiz aydınlandı.

Ergenliği geride bırakmaya hazırdık.

Hayatın başka türlü bir gerçeği olabileceğini gördük. Kabuğumuzla ve içindeki detaylarla yüzleştik. Kabuğumuzun içinden bakınca başkaları ile olan mesafelerimiz daha da belirginleşti. Kendimize yakınlaştık. Olanca halimizle kendimizi kabullenmeye ve sevmeye başladık.

Mutlu olmayı beceremesek de garip bir huzur kapladı içimizi. Daha az tüketirken kendimizle ve doğayla daha barışık yaşayabileceğimizi fark ettik.

İşte bu farkındalık sistem için tehlike mesajıydı.

Eski hale dönmek yaşananları unutturmak için yeni bir iletişim bombardımanı başladı. Ancak bir kere macun tüpten çıkmıştı. İçimizdeki ceviz, kabuğunu bırakma pahasına ayak diriyordu.

Üstelik bu direngen halimizi daha da çok sevdik.

Yine bir aradaydık. Ancak bu kez mesafelerimizi koruyor, birbirimizi değiştirip dönüştürmek, eleştirmek, savaşmak yerine anlamaya çalışıyorduk.

İnsanlık ergen yalnızlığından sıyrılıp içinde yaşadığı doğaya tutunan yeni bir yolculuğa hazırlanıyordu.

Sistemin tüm ayak diremelerine karşın pandemi sayesinde ergenliğini aşıp olgunlaşmaya yönelecek yeni insanlığa doğru yol alıyor ve her yolculuk gibi umut dolu bir huzursuzluk yaşıyoruz.

Değişim, kaybettiğimiz mesafeleri yeniden keşfetmemizle başladı.

Mehmet Uhri

Leave a Reply