İnsanlığın son birkaç yüzyılında pozitivizm üzerinde yükselen günümüz bilimleri analitik düşünce yöntemini daha çok kullanıyor. Konuyu veya sorunu anlayabilmek ve anlatmak için parçalara bölüyor, parçaları tek tek tanımlayıp bütüne ulaşmaya çalışıyor. Analitik yöntemin işlevselliği ve kolaylaştırıcılığı özellikle artan bilgi birikimini yönetmede başarılı sonuçlar veriyor. Bir konu ya da sorunu küçük parçalara ayırıp üzerinde düşünmenin, ekip çalışması ile çözmeye çalışmanın insanlığa attırdığı büyük adımların farkındayız. Teknolojide yaşanan baş döndürücü ilerlemenin ardında pozitif bilimler ile hayatımıza giren analitik düşünce yönteminin yattığını biliyoruz. Bu düşünce sisteminin neredeyse tüm sorunlarda başarılı olacağından o kadar eminiz ki; çocuklarımıza okuma yazma ile birlikte küme kavramını ve kümeler teorisini öğreterek işe başlıyoruz.
İnsanlığın bilgi birikiminin baş döndürücü hızıyla üretilen bilgiyi anlatmak ya da aktarmak için onu parçalara ayırmanın zorunlu olması, analitik yöntemi sorgulamamızı da engelliyor. Genel olarak işlevsel görünse de analitik yöntemin tüm sorunları çözmede işe yarayacağından emin miyiz? Sözgelimi bilgisayarın ne olduğunu ve nasıl çalıştığını bilgisayarın varlığından habersiz birine nasıl anlatırsınız? Analitik yönteme göre monitörü, klavyeyi, işlemciyi ve belleğin ne olduğunu ve nasıl çalıştığını anlatmaya yönelirsiniz. Bilgisayarı bir Kartezyen açılımı gibi anlatmaya çabaladığımızda ise parçaların bütünü tam olarak tanımlamaya yetmediğini görürüz.
Peki ya insan? Bu düşünce yöntemi insanı tanımlamaya yeter mi?
Parçalardan bütüne ulaşma eğilimi eğitim hayatının her aşamasında pozitif düşünce yöntemi olarak öğretiliyor. Öğretimi kolaylaştırdığı ve standardize etmeyi sağladığı için yararlı görülüyor. Küçük parçaları tanımlayıp üst üste koyarak puzzle yapar gibi bütüne ulaşmaya çabalamak giderek yaşam biçimine dönüşüyor. Çoğumuz yöntemi kendi hayatlarımızda da uyguluyor, yaşamı küçük küçük kutucuklara ayırarak anlamaya ve yönetmeye çalışıyoruz. Böylesi kolayımıza da geliyor. Toplumun geneline yansıyan bu yaşam biçimi, sosyal ilişkilere de yansıyor. Bazen tüm parçaları ayrı ayrı tanımlayıp bir araya getirdiğimizde bütüne ulaşamadığımızın farkında olsak da pozitif bilimin analitik düşünce yöntemini sorgulamaksızın uyguluyoruz.
Sözgelimi insanları bir Kartezyen açılımı gibi özgeçmişlerinde ( CV?lerinde) yazanlara bakarak anlamaya ve değerlendirmeye çabalıyor, ne kadar detaylı olsa da CV de yazılanların o kişiyi tanımlaya yetmediğinin bilinmesine karşın yönteme olan inancımızı koruyoruz. Parçaların her zaman bütünü tanımlamaya yetmediğini görmemize karşın pozitivizmin namusunu korumak uğruna bilimsel bağnazlık bile yapabiliyoruz.
İleri teknolojinin kullandığı bilgi ve birikimlerin de bir araya geldiğinde hangi bütünün parçaları olduğunu ve kimlerin elinde ne amaçlar için kullanılabileceğini görmüyor, sorgulamıyoruz. Gelişen tıp alanında insanı organ ve sistemlere göre analiz eden yaklaşım büyük kabul görse de sonuç değişmiyor. Bir organ ya da sistemi tedavi edebilseniz bile insanın kendini iyi hissetmesini sağlayamadığınız oluyor. İnsana bütün olarak yaklaşmayı ?şimdilik? terk etmemiş psikiyatri bilimi dışında diğer tüm tıp alanları insanın parçalarıyla ilgilenip bütün olarak sağlığı konusunda yorum yapmaktan özenle kaçınıyor.
Daha da kötüsü parçadan bütüne gitme eğilimi tüm yaşamımızı etkiliyor. Yaşamımızı birbirine çok fazla karışmamasına dikkat ettiğimiz küçük kutucuklara ayırıyoruz. Böylece her bir kutucuğu anlaması ve yönetmesinin kolay olduğunu düşünüyoruz.
Çoğumuzun hayatı 1- iş yaşamı 2- ev yaşamı 3- aile hayatı 4-hobileri ile ilgili alan 5- sosyal faaliyet alanı 6- Tümüyle kendi ile paylaştığı yaşam gibi pek çok küçük kutucuklara ayrılıyor. Bu kutucukların birbiriyle karışmamasına dikkat ediyoruz. Bu kutucukları alt alta topladığımızda bütün hayatımız etmediğini bile bile buna inanıyoruz. Hatta bir kısmımız kutucuklarımızın sayısını arttırarak başkalarına göre daha zengin bir yaşama ulaşacağına inanıyor. Bütün olarak hayatımıza bakmaktan ise özenle kaçınıyoruz. Yaşamı üstüne kurduğumuz o kutucukların ise kiminin küçük kiminin haddinden fazla büyük olmasını da çabucak kabullenebiliyoruz. İş yaşamında yükselmek kariyer yapmak uğruna ev ve aile yaşamından fedakârlık yapmak çoğumuza mantıklı geliyor. Kutucukların tümünün bir araya geldiğinde bile tanımlamaya yetmediği ömür için sınırlı bir alanda çok başarılı olmak mutlu ve sağlıklı olmak için yeterli olmuyor.
Günümüzde iş hayatında başarılı ancak sosyal yaşamında mutsuz ya da aile hayatında sorunlu pek çok insan görüyoruz. Hatta bu durum o kadar yaygın ki filmlere dizilere konu edilip yaşadığımız çağın normaliymiş gibi algılamamız bekleniyor.
Nasıl bir akıl tutulması içindeysek, tüm bunları görmemize karşın nedenini sorgulamaktan özenle kaçınıyoruz. Algılama ve düşünce yöntemi eksik olunca sonuç da yetersiz olmaya mahkûm oluyor. Hastalanan bedene bütün olarak yaklaşmak isteyen hekimlerin yerini organ ve sistemler üzerinde uzmanlaşmış ancak bütünden uzaklaşmış doktorların almakta olduğunu görmemize karşın susup durumu kabullenmemiz bekleniyor. Hâlbuki hayat tanımladıklarımızın yanı sıra varlığını hissettiğimiz ancak tanımlayamadığımız küçük yaşam adaları üzerinde yükseliyor.
Sonuçta, alanında iyi eğitimli ancak yaşam dengelerini kuramamış içinde yaşadığı toplumu ve sorunlarını bütün olarak kavramaktan uzak mutsuz insanlar yetiştiriyoruz. Sorunun bütünü görememekten kaynaklandığı açık biçimde ortada iken çözümü yine bireye indirgeyip onların kendilerini suçlu hissetmelerini sağlıyor, yöntemi tartışmıyoruz.
Görünen o ki; insanı ve yaşamı bütün olarak ele alan ve parçaların dengeli birlikteliği ile yücelten yeni düşünce sistematiği ve yeni bir toplum için güneşin daha çok batıp çıkması gerekecek. Gelecek kuşaklar ise sanırım; içinde yaşadığımız çağı pozitif düşünce sistematiğinin sorgulanamazlığına kapılıp akıl tutulmasına uğramış, büyük bir bilgi birikiminin üzerinde oturmasına karşın gerçek büyük sorunların görmezden gelindiği, küçük sorunları çözme kolaycılığı ile vakit yitirilen karanlık bir çağ olarak anacaklar.
Mehmet Uhri