Sahi, ne değişti?

Pandemi notları: Temmuz 2020

epyd6751

Temel doktor olmuş, ishal şikâyeti ile gelen bir amcaya ilaç yazacakmış ama ilacın adını bir türlü hatırlayamamış. Şimdilik bir xanax yazayım da yarın hatırlarım diye düşünmüş.

Ertesi gün hastayı görünce “nasılsın amca” diye sormuş?

Amca da; “pisliğe battım ama kafama da takmıyorum” demiş.

En son söyleneceği baştan söyleyelim.

Pandemi gerçeğinde bir değişiklik olmadı.

Sadece fıkradaki gibi gerçeği algılayışımız değişti.

Salt yalın haliyle olduğu gibi karşımızda-içimizde duran gerçeği başka türlü algılamamız isteniyor.

Bizler de emre itaat ediyoruz.

Algının değiştiğinin, değiştirildiğinin farkında olmamız yeterli görülüyor.

Ötesinin sorgulanması ise hiç istenmiyor.

Hepsi bu.

Tüm bunlar ne anlama geliyor?

Felsefeci ve siyaset bilimci Michel Faucault (1926-84) yönetim biçimlerini üç gruba ayırır.

Birinci grup koyduğu yasa ve yasaklar ile kendini var eden toprak mülkiyetini esas alan hükümranlık tipi yönetimlerden oluşur. Negatif taleplerle kendini var etme gereği duyan bu tür yönetimler yasaklar ve cezalandırma üzerine kuruludur.

Tarım devriminden beri uzun yıllar uygulanan hükümranlık tipi yönetimler sanayi devrimi ile birlikte ikinci yönetim biçimi olan disipline edici yönetimlere doğru evrim geçirmiştir. Bu yönetimlerde yasakların yerini öğrenilmiş davranış kalıpları ve bu kalıplar üzerinden yeniden tanımlanan ahlak anlayışı almaktadır.

İkinci tip yönetimler genişlemiş sosyal sınırları aşmamak kaydıyla “yapma” demek yerine ne yapılması, nasıl yapılması veya nasıl davranılması gerektiğini öğreten normlar, yaşam alışkanlıkları kazandırmayı amaçlar.

Modern diye tanımlanan bu yaşam biçiminde önce nasıl davranılacağı öğretilir sonra bu tür davranmayanlara yönelik suçlayıcı, ötekileştirici ve ayıplayıcı tavır ile tanımlanan bir ahlak mekanizması işlerlik kazanır. (Eskilerin talim ve terbiye dedikleri tam da böyle bir şey)

18. yüzyılda Avrupa ordularının modernizasyonu ile başlayan eğitimli ve nitelikli ordu modeli toplumu da etkiler. Okullar, hastaneler gibi kamusal mekânlar farkında olmadan askeri bir disiplinin yeniden uygulanıp öğretildiği yönetsel birimlere dönüşür.

Disipline edici “modern” yönetim yasak koymak yerine davranışları dizayn etme üzerinden toplumu yönetmeyi amaçlayan pozitif bir talep ile kendini belli eder. Bu yönetim modeli toprağa bağlı olmaktan çok o toprak üzerinde kurulmuş bir devlet çatısı altında yaşayan sayılabilir tüm ekonomik unsurları yönetmeyi amaçlar. Bu sayılabilir unsurlara emek gücü ile insan da dahildir.

19. yüzyılda liberalizm adıyla başlayıp 20. Yüzyılın sonlarına doğru “neoliberalizm” adı ile güçlü biçimde ortaya çıkan yönetim modelinde ise emek, sermaye ve üretilen emtianın serbestçe dolaşabileceği sınırların olmadığı bir dünya arayışına yönelik üçüncü bir yönetim biçimi devreye girmektedir. (Faucault “ekonomi-politik yönetimsellik” olarak adlandırmaktadır ).

Neoliberalizmin ortaya koyduğu iktidar diğerlerinden farklı olarak algılar ve normlar üzerinden varlığını hissettirerek görünmezlik kazanır.

Sınırların olmadığı özgürlüklerle dolu bir dünya algısı üzerinden tanımlanan iktidar, edinilmesi neredeyse zorunlu yaşam kalıpları üzerinden kendini inşa etmektedir.

Meslek edinilip, iş sahibi olarak edinilmiş kimlikler ile ayakta durulabilen, paranın yönettiğine inanılması istenen bu yönetim biçiminde özgürlükler “paran kadar özgürsün” mottosu içine sığdırılarak topluma sunulur. Kutsallaştırılmış mülkiyet üzerinden topluma bir tür harcama?mülk edinme davranışı aşılanır.

Neoliberal yönetim biçiminde bir hükümran veya devlet gibi otoriter yapı görünmez. “Piyasanın gizli eli” şeklinde adlandırılan bu yönetim biçiminde insan da dâhil sayılabilir her şey yönetimin kontrolündedir. İnsanın özne olmaktan çıkıp tüketim paradigmasının nesnesine dönüştüğü bu yönetim biçiminde bireylere tüketim alışkanlıkları kazandırmak ve onları bu davranış kalıpları içinde kalmak şartıyla özgür olduklarını hissettirmek esastır.

İşte tüm bu algı dünyası bir virüs ile yıkılıverdi.

Kendini gizlemeyi başararak tüm dünyayı algılar ve normlar üzerinden sessizce yöneten neoliberalizm bir virüs yüzünden yönetsel erkini yitirip olanca çıplaklığı ile görünür hale gelince tüm dünya kaotik bir sürece sürüklendi.

İnsanın acizliği ve yönetimlerin yetersizliği gün yüzüne çıktı.

Pandeminin doğurduğu “can derdi” yüzünden dünya ile olan bağlantısını azaltıp hayatını temel gereksinimlere indirgeyen insanlar öğretilen tüketim paradigmasının balondan ibaret olduğu gerçeği ile yüz yüze geldi.

Şehrin mutena semtlerindeki milyonlarca dolarlık apartman dairelerinin bildiğimiz hapishaneye dönüştüğüne, harcayacak yer olmayınca paranın anlamsızlaştığına, sınırlar kapatıldığı için kaçacak yer olmadığına virüsün kimlik, statü, zengin fakir göz etmeden herkesi eşitlediğine hayretler içinde şahit oldular.

Borsalar göçtü, dünya ticareti durdu, tedarik zincirleri işlevini göremez hale geldi.

Neoliberalizmin merkezi büyük devletlerin dizlerinin üzerine çöküp yardım dilenmek zorunda kaldığını da gördük.

Virüsün doğurduğu yönetimsel krizden çıkış için bilinen eski yönetim biçimlerini devreye almaktan başka çare kalmamıştı.

Önce yasaklayıcı ilksel baskıcı yönetim biçimi devreye girdi. Sınırlar kapatıldığı gibi toplum tümüyle ev hapsine alındı.

Kontrolü yasa ve yasaklar ile ele alan totaliter yönetime razı olundu.

Ancak istenen ve beklenen böyle bir yönetim olamazdı. Sistemin yürümesi için ekonomik modeli ayakta tutan yaşam biçimini dayatacak yönetime gereksinim vardı.

Hızla ikinci tip yönetim biçimi uygulamaya konuldu. Yasakların yerini disipline edilmiş yeni davranış kalıpları aldı. (Maske, mesafe, hijyen vs.)

Neoliberal ekonomik modeli ayakta tutmak için bunlar da yeterli değildi.

Sınırlar açılmalı emek, sermaye ve emtia özgürce dolaşabilmeliydi.

Bunların olabilmesi için ise insanların eski tüketim alışkanlıklarına dönüp virüs gerçeğinden uzaklaşması gerekiyordu. “Gerçek değişmiyorsa algıyı değiştir” sloganıyla yeni bir aşamaya geçildi.

Peki ya gerçek?

Hepimiz görüyoruz. Gerçek değişmedi.

Gerçeği algılayış biçimimizi değiştirip yeni normalleşme adı altında insanların eski yaşam biçimlerine dönmesine çalışılıyor. Bunun için pandemi istatistikleri* kullanılıyor.

Eh bizler de ikna olmaya eğilimliymişiz ki kimsenin pek sesi çıkmıyor.

Açıkçası insanın acizliği ve yönetimlerin güçsüzlüğü gerçeği ile yüzleşmek kimseyi memnun etmedi.

Gerçeklerden kaçma çabası, eski rüya âlemine dönüp orada kalmak isteği ile desteklenince gerçeği algılayış biçimimizi çabucak değiştiriverdik.

Yönetsel erk eski yönetim biçimleri üzerinden geriye doğru hızlıca bir gidiş dönüş yapıp kontrolü eline almaya çabalıyor.

Peki, bu arada biz ne yapıyoruz?

Fıkradaki gibi pisliğe battık ama kafaya da takmıyoruz.

Hepsi bu.

Mehmet Uhri

* Her ne kadar günümüzde farklı anlamda kullanılıyor olsa da “istatistik” sözcüğü 18. yüzyılda İtalyanca “stato” devlet sözcüğünden türetilmiştir. “Devlet idaresi sanatı” anlamına gelmektedir. Bu anlamıyla yönetim için gerekli sayılabilir tüm unsurların (insan dahil) kayıt ve kontrolünü amaçlamaktadır.

Comments are closed.