Hayatın Kiri

meteorit

“O satılık değil. Rica etsem yerine koyar mısınız?” diyen dükkan sahibinin sesi ile irkilip elimde tutmakta olduğum garip şekilli koyu renkli taşı aldığım yere pencerenin önüne bıraktım.

Şehirden bir süreliğine bile olsa kaçıp uzaklaşma amacıyla yola çıkıp Marmaris yakınlarında Selimiye köyüne ulaşmış, gün boyu deniz ve güneşin tadını çıkarmış akşamüzeri limanda dolaşmaya çıkmıştık. Göz boncukları, el işi takılar ve seramik ürünler yapıp satan dükkanda ailecek bakınıyorduk. Pencere önünde duran ve yanmış kömür artığını andıran şekilsiz taşı elime aldığımda dükkan sahibinin uyarısı ile karşılaşmıştım.

Saçı sakalı ağardığı için olduğundan yaşlı görünen dükkan sahibi pencere önüne bıraktığım taşı “ne de olsa emanetçiyiz” diyerek üzerinde durduğu örtüyü eliyle düzeltip tekrar yerine koydu. Meraklı gözlerle açıklama beklediğimi görünce gülümsedi.

- Merak edilecek bir şey yok. Bir meteor artığı sadece. Birkaç yıl önce sahilde buldum. Büyük kısmı atmosferde yanmış kalanı buraya ulaşmış.

- İyi de nasıl emanet oluyor bu taş parçası?

- Geçen yıl yatıyla gelen bir jeologa göstermiş, küçük bir parçasını tahlil için vermiştim. Geçenlerde taşın en az 5 milyar yaşında bir meteora ait olduğunu bildiren mektup aldım.

- Yani?

- Anlamadın mı? Bu taş yolculuğuna 5 milyar yıl önce başladı. Yolculuğu başladığında güneş sistemi bile oluşmamıştı. Onca yıldır evreni geziyor. Şimdi burada yolculuğu sonlandı sanıyorsan yanılıyorsun. Dünyamız onun için ara duraklardan biri sadece. Günü zamanı geldiğinde yolculuğuna devam edecek, elbet. Yani burada emaneten duruyor.


Bu arada kızım boynundaki kırmızı taşlı kolyeyi gösterip yakışıp yakışmadığını sordu. Cevap vermeme fırsat vermeden dükkan sahibi kolyenin yeşil taşlı olanını gösterip “çok yakışmış ama senin gibi buğday tenlilere yeşil daha da çok yakışır” dedi. Bizimki yeşil kolyeyle ilgilenmeye koyulunca dükkan sahibi bana dönüp “kızın ne takarsa taksın ne giyerse giysin hep güzel olmuş çok yakışmış demelisin. Kızlar için babalarının beğenmesi çok önemlidir” dedi.

Eşim ise duvara asılı seramik ürünlere dalmıştı. Ayakta durmaktan yorulup masanın kenarındaki tabureye iliştim. Dükkan sahibi de koltuğuna oturup nereden geldiğimizi neden burada olduğumu sordu. Hekim olduğumu söyleyince hanımının Behçet hastalığına yakalandığını, tedavisi için uğraşırken bir hekimin şehirden, şehrin stresinden uzaklaşmanın hastalığa iyi geleceğini söylemesi üzerine her şeyi bırakıp Selimiye’ye yerleştiklerini anlattı. Behçet hastalığının tedavisinde bu şekilde yaşam biçimi değişikliğinin önerilmediğinden emin olmama karşın bir şey söyleyemedim. Anladığım kadarıyla şehirden uzaklaşıp kaçmak isteyen pek çoğumuz gibi geçerli bahane bulup dört elle sarılmışlardı.

Selimiye’nin sakinliğine dinginliğine bayıldığımdan söz edip “Şehirden kaçmak için ille hastalık gibi bir bahane çıkmasını beklememek gerekiyor sanırım” diye söylendim. Çay ikram etmek için ayağa kalkmıştı, elinde çaydanlık ve demlik ile bir süre bana baktı. Kaşlarını çatıp, kafasını salladı.


- Olmaz öyle şey. Şehrin çilesini iyice çekip kirine bulanmadan öyle kaçıp gitmek olmaz.

- Şehrin kiri diyorsunuz. Ben de daha fazla kirlenmeden kaçıp gitmekten söz ediyorum. Ne var bunda?

- Kir deyip geçme öyle. Kirin olması için iki şeyin birbirine dokunması gerekir, bilirsin. Bir temas işaretidir kir. Şehirde kirlenme daha çok olur anlıyorum ama yine de kir gereklidir. Üstelik bedenler gibi ruhlar da kirlenir. Bedenler gibi hayatlar da dokunduğunda birbirine iz bırakır ve hayatın anlamını ve sürekliliğini biraz da bu kirlere borçluyuz.


Anlamamış gibi bakmış olmalıyım ki, doldurduğu çay bardağını uzatırken gözümün içine baktı.

- Bakma öyle. Anladın işte. Hayatını kirletmeden yaşayanlar aslında hiç yaşamamış gibi olurlar. Başka hayatların kirine bulanıp kendi isteği ile bir kısmından arınanlar, üzerindeki bazı izleri, kirleri ise hiç bırakmayanlar bu dünyadan insan olmanın farkına varıp ayrılırlar. Gerçi bunu buraya geldikten sonra anladım ya neyse.

- Yani şehirde kalıp kirlenmeye devam mı etmeliyim?

- Orası senin bileceğin iş. Kirlerini görüp hissetmek, bir kısmını sevip onlarla birlikte yaşamanın önemini anlaman için kirlenmek gerekiyor. Halktan kalabalıktan kaçanlara bakma sen. Onlar açılmadan sahibini bekleyen hediye paketleri gibi yaşar ve gider bu dünyadan. Özel olduklarını sanırlar ama kimin için veya ne için özel olduklarını bilemezler. Şehirde yıprandığın için üzmeyesin kendini. Hayatın kiridir bu üzerindeki, onsuz olmaz. Üstelik yaşadığı hayatın gerçek olduğunu anlayabilmek için bence bu kire herkesin gereksinimi var.

selimiye

Çayları yarılamışken bizimkiler alışverişi tamamlayıp kasaya geldiler. Ödemeyi yapıp alınanların paketlenmesini bekledim. Kızıma pencere önündeki meteor taşını gösterip öyküsünü anlattım. İlgiyle dinledi. Eline almak istedi, engel oldum. Dükkan sahibi yanımıza gelip taşı kızımın avucuna koydu.

“Bizler de bu meteor taşı gibi evreni dolaşan ruhlarız diye düşünüyorum. Ara sıra bir yerlerde mola verip beden olarak ortaya çıkıyor, birilerinin hayatına dokunuyor, avucuna konuyoruz. Sonra yolculuğa devam ediyoruz.” dedi. Dükkan sahibinin hanımı kapıda belirip “müşterileri rahat bırak yine neler anlatıyorsun kim bilir? Siz onun gevezeliğine bakmayın” diye söylendi. Kızım avucundaki taşı özenle yerine koydu. Elini pantolonuna sildiğini gören eşim “üstünü kirletme” diye çıkıştı.

Dükkan sahibi ile birbirimize bakıp gülüştük. “Hanım sen buna kir mi diyorsun?” diye söylendim. Dükkandan çıktığımızda güneş batmış, akşamın alacası Selimiye’de gezinmeye başlamıştı.

Ertesi gün başlayacak şehre dönüş yolculuğu ise gözümü pek de korkutmuyordu.

3 Responses to “Hayatın Kiri”

  1. melda diyor ki:

    çok güzel bir öykü daha ve bu şekilde sunulmasını çok sevdim. Teşekkürler arkadaşım.

  2. Öner Kaçıran diyor ki:

    Güzel bir öykü ve güzel bir anlatım.Ancak, dikkatimi Gök taşı’na yoğunlaştırdım. Umarım öyküdeki taş gerçektir.Eğer gerçek ise gidip yerinde görmek isterim. Ülkemizde gök taşı konusu bir hayli göz ardı edilmiştir ve yıllardır bu konunun hem bilgi hem de akademik anlamda gelişmesi için bir çok çalışmalarım oldu. GÖKTAŞI AVCILARI isimli face book grubumda konuyla ilgili pek çok bilgi ve Türkiye’nin çeşitli yerinden gök taşı sanılan paylaşımlar ve yorumlar vardır.Ne yazık ki henüz Bingöl Sarıçiçek taşı dışında henüz gerçek bir gök taşı bulan olmadı.Ülkemizin tüm tarihinde sadece 18 kanıtlanmış taşı olup bunun da 4 ü elde olmayıp antik kaynaklarda yer alması nedeniyledir.Bu açıdan anlatıdaki taş gerçek ise önemlidir ve literatüre alınmalıdır.Bilgi verirseniz sevinirim.Saygılar

  3. Mehmet Uhri diyor ki:

    Derdimi anlatabilmek için göktaşını metafor olarak kullanma gereği duymuştum, sayın kaçıran. Tümüyle kurgusal bir öyküdür. Bir gök taşını elime alıp incelemiş olmayı isterdim ancak öyküde söz edilen göktaşı gerçek değil. Duyarlığınız için teşekkürler.

Leave a Reply