Açelyanın Ahbaplığı

ahbap2

 

Hastanemizin emektar binası yıkılıp yerine çok daha büyük ve modern bina yapımına başlanmıştı. Hastane bahçesinin ortasında dev bir çukur açmaya çalışan iş makineleri yüzünden ortamın kalabalık ve hareketliliğine gürültü ve çamur da eklenmişti. Öğle arasıydı, güneşin yüzünü göstermesini fırsat bilip bahçede oyalanıyor, şantiye kenarından hafriyat yapan iş makinelerini seyrediyordum. Bir süre sonra giysilerinden hastanemizde yatan hasta olduğu anlaşılan yaşlıca zayıf beyefendi yanıma geldi, o da benim gibi hafriyatı izlemeye koyuldu. Kır saçları birkaç günlük sakalı ve alnındaki derin izlerine rağmen dinç görünüyordu. Bir ara göz göze geldik eliyle kazılan alanı ve giderek derinleşen çukuru gösterip ?Hey güzel Allah. Öyle güzel toprak çıktı ki, imrenmemek elde değil. Bir tane taş yok içinde? dedi. Gerçekten de çukur derinleşse de çıkan toprağın koyu kahverengi görünümü değişmiyordu. Çalışan iş makinelerine bakmaktan doğrusu çıkan toprakla hiç ilgilenmemiştim. Bu şekilde başlayan muhabbette cerrahi kliniğinde yattığından iki gün sonra safra kesesi ameliyatı olacağından söz etti.

-         Çok katlı kalabalık binalara alışık değilim. Sıkıntı veriyor, duramıyorum. Hemşire hanım da inatçı çıktı, izni zor aldım. Arada kaçıp soluklanıyorum. Bahçe sınırlarının dışına çıkmamaya söz verdim. Böyle idare ediyorum.

-         Buralı değilsiniz sanırım.

-         Sivas?ın Çaşkur köyündenim. Gerçi adını değiştirip Cesurlar yaptılar ama biz yine de Çaşkur deriz. Toprakla uğraşır, ekip diktiklerimle geçinirim. Bizim oralarda böyle toprak arasan da bulamazsın. Araziler hep taşlıdır. Taşlarını ayıklar az kazar bellersin yine taş çıkar. Buranın toprağına imrenmemek elde değil.

-         Ne yazık ki, şehrin altında kalıyor bu güzelim topraklar. Eken diken de olmuyor.

-         Olsun. Bizim oralarda ?toprağı bereketli yerin insanı da iyi huylu olur? derler.

-         Ama kimse bu bereketli toprağın kıymetini bilmiyor ki? Buradan çıkanı götürüp inşaat artıkları ve molozlarla birlikte bir yerlere döküyorlar. Kimse sizin gördüklerinizin farkında bile değil.

Cevap vermeden bir süre çalışan iş makinelerine baktı. Sonra dikkatlice beni süzdü. Yaka kartım dikkatini çekti.  

-         Burada mı çalışıyorsun?

-         Evet, hastanenin doktorlarındanım.

-         Allah bilir, buraya tesadüfen geldiğini düşünüyorsundur.

-         Eh, biraz öyle oldu. Zorunlu hizmetim bittikten sonra eş durumu ile atandım bu hastaneye. Sonra da burada kaldım.

-         Bak doktor bey. Sen daha iyi bilirsin belki ama bizim gibi toprakla uğraşanların da görgüsü bilgisi kendine göredir. Şehirden bakınca insan toprağı işliyor şekillendiriyor gibi gelebilir ama gerçekte topraktır, insanı insan yapan. İnsan toprağa aittir. Toprağın ürettiğini yer, beslenir sonunda gidip karışacağı yer yine o topraktır. İnsanı çeken, tutan bırakmayan da hep topraktır. Toprak seni hisseder, bakarsın bir süre sonra kök salmışsın.

-         Yani?

-         Dedim ya. Böylesine güzel arı toprağı olan yerin insanı da ona göre olur. Nereli olduğunuzun önemi kalmamış, siz buranın toprağına kök salmışsınız. Bakmayın öteye beriye, döner dolaşır hep buralara yakın durursunuz. Anlamazsınız neden olduğunu ama öyledir. Ne mutlu ki, toprağın çağırdığı yeri bulmuşsunuz. Oradan oraya sürüklenen şehir şaşkınlarına ne demeli?

-         Şehirle aranız hoş değil anlaşılan.

hafriyatCevap vermedi. Saatine bakıp, yemek saati bitmeden servise dönmesi gerektiğini söyleyince hafriyat alanını kendi hareketliliğinde bırakıp ana binaya doğru yürümeye başladık. İki bina arasındaki yolun araç trafiği, gelen ambulansın yarattığı sıkışıklık ve telaş arasında binaya ulaştık. Eliyle hastane önündeki araç ve insan kalabalığını gösterdi.

-         Doğru söylediniz, şehirle aram iyi değil ama gözümü bu keşmekeş korkutmuyor. Bunca insanın olduğu yerde telaş, karışıklık olacak elbet. Ben şehirlinin hallerine üzülüyorum. Onlar gibi olmak istemiyorum. Şehrin insanı çok kolay korkuyor, kolay vazgeçiyor. Bir de kolay alışıyor.

-         Nasıl yani?

-         Onca kalabalığa rağmen şehirde insanlar dağ başında yalnız kalmış, her an bir vahşi hayvan saldıracakmış veya başına bir iş gelecekmiş gibi korkuyor. Herkes herkesten korkuyor. Kimse kendini güvende hissetmiyor. Çelik kapılar yaptırıp kilit üstüne kilit vuruyor ama evinde bile korku içinde. Dahası biraz zoru kalabalığı görünce kendini ikna edip hemen vazgeçiveriyor. Bir yerlere yetişme telaşından kimse kimseyle doğru dürüst ahbaplık bile edemiyor. Herkes telaşlı, herkes meşgul. Üstelik bunu normal sanıyorlar.

-         Şehirlerde hayat hep böyle, ne yapacaksın?

-         Şehir hayatını anlıyorum da eş dostla görüşemeyen, ahbaplık edemeyen, iki kelime hasbıhal edecek vakit bulamadan telaş içindeki bu insanları görünce üzülüyorum. Çok kolay vazgeçiyorlar. Şehir sanki önce vazgeçmeyi öğretiyor, insanlarına. Görüşmek, konuşmak veya yapmak istediklerini sıralayıp sonra yine kendi ürettiği bahaneler ile bunlardan vazgeçiyorlar. Bu telaş yüzünden yalnız kalıp sonra da korkuyorlar. Deli olmamak işten değil. Kızım damadım burada yaşıyor, onların zoruyla geldim ama onlar da öyle. Yıllardır görmediğim bir akrabamı gelmişken göreyim istedim neymiş karşı tarafta oturuyormuş, çok uzakmış ancak hafta sonu gidebilirmişiz falan filan. Bir gün iki otobüs aktarmayla gidip görüştüm geldim. Bizimkilerin haberi bile olmadı. Onların yaptığını yapmadım, vazgeçmedim, yolu gözümde büyütmedim.

Asansöre birlikte bindik. İneceği kata geldiğimizde geçmiş olsun dileklerimi ve bundan sonra bir şeylerden vazgeçerken hep bu konuşmayı hatırlayacağımı söyledim. Başını eğdi mahcup eda ile gülümseyip elimi sıktı. ?Sağlıcakla kal doktor bey? dedi. Asansörün kapısı kapandığında iki kat yukarıda bekleyen işleri ve o işler yüzünden ertelediklerimi düşündüm. Hastamızla ameliyatı sonrasında da birkaç kez bahçede karşılaştık. Taburcu olmadan önce uğrayıp beyaz çiçekler açan bir açelya bıraktı masama. ?Kızım hastanede ahbaplık etsin diye getirmişti bu çiçeği. Bizim oralarda kırda bayırda yabanisi çok olur bunun. İyileştim. Dönüyorum, isterim ki bundan sonra sana ahbaplık etsin. Beni unutmayasın doktor bey? dedi. Bir daha görmedim bizim ihtiyarı. Açelya ise yerini ışığını sevdi. Geçenlerde toprağını değiştirip saksısını büyüttüm. Bu aralar yaprağa gidiyor. Hastane bahçesinde açılan devasa çukura ve sürüp giden inşaata da alıştık sanki.  

 

Dr. Mehmet Uhri

One Response to “Açelyanın Ahbaplığı”

  1. nurcan tepecik diyor ki:

    Biliyor musunuz, bazen öyle inatçıyımdır ki, yağmura,kara inat çıkarım yola, o gün gitmem gerekir sanki içimdeki yere. Yollar gözümde nadiren büyür, onun dışında yürümeyi severim. Uzağı da, yakını da uzak yapan bizleriz aslında.Teknoloji ilerliyor olsa da, Köroğlu’nun silah için dediği gibi, “Kara delik çıktı çıkalı mertlik bozuldu” bakmayın.
    Açelyanızın yaşamaya devam ettiğini dilerim ya da onun yerini boş bırakmadığınızı umut ederim. Sevgilerimle, yüreğinize sağlık.

    not : ben sizin yazılarınıza karşı biraz oburum galiba,daha çok yazınızı bekliyorum :)

Leave a Reply