Zeytinin teri

gokcekoy_ayvalik-zeytin-2

Arabamız su kaynatmasa durmayacaktık, o sıcak yaz günü Balıkesir’in Savaştepe ilçesinde.

Yola çıkmadan önce arabaya bakım yaptırmış, hararet sorunu olduğunu söylememe rağmen arıza bulamamışlardı. Dağda su kaynattıktan sonra motorun soğumasını bekleyip ancak Savaştepe’ye kadar gidebilmiştik. Birlikte yolculuk ettiğim eşim ve kızımın da canı sıkkındı. Günlerden pazardı ve her yer kapalıydı. Sanayi sitesinde arabaya baktıracak birilerini aradık, bulamadık. Can sıkıntısı ve çaresizlik içinde söylenirken tamirci aradığımızı duyan birileri aracılığıyla tanıştık, Hüseyin amcayla.

Elinde küçük bir alet çantası vardı. Yardımcı olmak istediğini söyledi. Motora yaklaştı, sesini dinledi. Kontağı kapatıp tekrar açtı. Hiçbir yere dokunmadan uzun uzun motoru ve çalışmasını izledi. Motorun soğutma sisteminde sorun görmediğinden söz etti. Bir süre daha bakındı. Sonra “buldum galiba” diye söylendi.

“Her şey normal görünüyor ve su kaynatıyor ise araba su eksiltiyor demektir. Muhtemelen kalorifer peteği delinmiş, su kaçırıyordur. O takdirde döşemelerin ıslak olmalı” dedi. Gerçekten de onca uzmanın çalıştığı servisin bulamadığı sorunu kısa sürede görmüştü. Arabanın kalorifer sistemi su kaçırıyor eksilen soğutma suyu yüzünden araba hararet yapıyordu. Kısa bir uğraşla kalorifer sistemini devre dışı bırakıp geçici de olsa su kaçağını önleyip sorunu çözdü.

Teşekkür edip borcumu sordum. Arabanın camındaki tıp armasını gösterdi;

- Doktor musun?

- Evet.

- Hanımın yıllardır geçmeyen ağrıları var. Gelip bakarsan ödeşiriz. Ben de hanımıma doktor götürmüş, gönlünü almış olurum. Hem de çayımızı içer soluklanırsınız.

Hep beraber, Hüseyin amcanın evine gittik.

Tek katlı bahçeli şirin bir evdi. Hanımının şikâyetlerini dinleyip, muayene ettim. Çoğu yaşlılığa ve menopoza bağlı yakınmaları için tavsiyelerde bulunup iki de ilaç yazdım. Kadıncağızın yüzü güldü. Teşekkür etti. Çay hazırlamak için izin istedi.

Bu arada ilkokul çağındaki kızım boş durmuyor odaları karıştırıyordu. Bir şey kırıp dökmesin diye yanına gittiğimde evin bir odasının duvarlarının kitapla dolu olduğunu gördüm. Şaşkınlığım daha da artmıştı.

Muhabbet ilerleyince, tamirci sandığım Hüseyin amcanın gerçekte emekli ilkokul öğretmeni olduğunu 39 yıl devlet hizmetinde Ege’nin köylerinde çalışıp emekli olduktan sonra Savaştepe’ye yerleştiğini öğrendim. Çocuklarının okuyup büyük şehre gittiğini burada hanımıyla baş başa yaşadığından dem vurdu.

- Neden buraya yerleştin?

- Ben okumayı, yazmayı, hayatı burada öğrendim. Sizler bilmezsiniz, unutuldu gitti. Ben Savaştepe köy enstitüsünün ilk mezunlarındanım. Hasan Ali Yücel maarif vekili iken ilk köy enstitüsü burada açıldı. Hayatı ve bir şeyler öğrenmenin, öğrendiklerini aktarmanın nasıl mutluluk verdiğini burada öğrendim. Ayrılamadım buralardan.

- Peki, bu tamircilik işi nereden çıktı?

- Dedim ya, bilmezsiniz sizler, köy enstitüsü mezunu olmanın ne demek olduğunu. O zamanın okulları sanırsınız. Hâlbuki orada bu toprağın çocuklarına okuma yazmanın yanı sıra çiftçiliği, hayvancılığı, inşaat yapmayı, yemek yapmayı, bozulanları tamir etmeyi, örgü örmeyi hatta az buçuk hekimlik yapmayı bile öğrettiler. Hayatı öğrendik ve öğretmen olup hayatı öğrettik çocuklara.

- Yani elinizden çok iş geliyor.

- Köy enstitülerinde bilmeyi, öğrenmeyi, düşünmeyi soru sormayı, aklını kullanmayı öğretiyorlardı. Zaten bu yüzden yaşatmadılar ya…

Bu arada çaylar geldi. Çayın yanında ekmek peynir ve zeytinden oluşan kahvaltı da hazırlamıştı, Hüseyin amcanın hanımı. Emekli olduktan sonra zeytinciliğe başladığını sofradaki zeytinin de kendi ürünleri olduğundan söz etti.

- Zeytinin hikmetini bilir misin? Meyveleri ile karnımızı doyurmuş, yağını çıkarmışız. Kandillerde yakıp aydınlanmışız, odunu ile ısınmışız. Giderek ona benzemişiz.

- Nasıl yani?

- İnsan da doğanın meyvesi değil mi?

Sofradaki zeytin çanağından aldığı zeytini ışığa doğru tutup;

- Doğup büyüdüğünde zeytin tanesi gibi acı, yeşil bir meyve insan. Çoğunu sıkıp yağını çıkarıp posasını da sabun yapıyoruz. Yani heba olup gidiyor. Bir kısmını sofralık ayırıyor selede tuza yatırıp acı suyunu atmasını buruşup bu hale gelmesini sağlıyoruz. Veya salamura yapıp olduğundan daha şişkin gösterişli hale getiriyoruz. İnsanlara da böyle yapmıyor muyuz? Okullarda okutup hayata hazırladığımızı sanıyor ya şişiriyor ya da buruşturup atıyoruz insanları.

“Sizin köy enstitülerinde yaptığınız da böyle bir şey değil miydi?” diye sorunca hanımıyla bakışıp gülüştüler.

- Hurma zeytini bilir misin?

- Bilmem. Hiç duymadım.

- Egenin bazı yerlerinde olur. Ağaç aynı ağaçtır ama her yıl kasım ayı sonu gibi denizden karaya esen rüzgâr ile zeytin ağaçlarına bir mantar bulaşır. Bu mantar zeytinin terini giderir, acısını dalında alır. Dalında olgunlaşır zeytinler. Toplandığında yemeğe hazırdır anlayacağın.

- Eeee.

- Köy enstitüleri de böyleydi. Dalında olgunlaşan zeytinler gibi insanları oldukları yerde yetiştirmeye, onların bilgilerini de diğer insanlara bulaştırmayı amaçlamıştı. Doğup büyüdüğü ortamda olgunlaştırıyorlardı, insanı. Hayata hazırlıyorlardı.

Sustuğumu görünce. Hanımından boşalan bardakları doldurmasını rica etti.

“işte bu yüzden, öğrendiklerimin zekâtını vermek, zeytinin terini hatırlatmak için buradayım, doktor bey oğlum. Unutulsun istemiyorum” dedi. Kitaplığından çıkardığı iki kitabı kızıma hediye etti. Vedalaştık.

Arkamızdan bir tas su döküp, uğurladılar.

Mehmet Uhri

Not: Bu anlatı Emekli öğretmen Hüseyin Kocakülah ve köy enstitülerine emek verenlere ithaf olunmuştur.

17 Responses to “Zeytinin teri”

  1. ahmet çağıldak diyor ki:

    Ben hikaye diye buna derim. Mükemmel. Süper. İzninle paylaşacağım. (Arızayı bulunca böyle bir kişilik haykırmaz sanki, ne dersin daha sesiz ve keyifle ” buldum galiba” der?)

  2. Mehmet Uhri diyor ki:

    Bir fırsat bulabilirsem seni sözünü ettiğim Hüseyin amcayla tanıştırmak isterim. 86 yaşında dün Bakırköy Halk eğitim merkezini konserinde 3,5 saat sahnede kalıp keman çaldı. Geçen yıl ney ve klarnet ile katılmıştı. Ney ve klarnet çalmaya 80 yaşından sonra başladığını vurgulamalıyım. Heyecanını gayet iyi anlıyorum sevgili dostum…

  3. eda dereci diyor ki:

    Ne güzel bir hikaye gerçekten. Şimdilerde salamuraya yatırılan zeytinlerin en şişkin halleriyle sık sık karşılaşırken bu yazıyı okumak öyle iyi geldi ki. Hala ümit veren zeytinler de var neyse ki. Üstelik zeytin ağacı daha neler görecek kimbilir?…

  4. Hasan Sarptaş diyor ki:

    Beğenerek okudum bu güzel hikayeyi.. Öncelikle paylaşımınız için teşekkürler.

    Bugünün gençleri hatta orta yaş grubu “Köy Enstitüleri” hakkında pek bilgi sahibi değiliz. İzninizle ben de yazınızı kendi blog’umda paylaşacağım.

  5. Mehmet Uhri diyor ki:

    İzin sizin sayın Sarptaş. Duyarlığınız için ben teşekkür ederim.
    Muhri

  6. Necati ALTINTOPRAK diyor ki:

    Köy enstitülri mükemmel okullardı…Peki kim kapattııı??????????? İsmet İNÖNÜ OLMASIN..

  7. Başar USLU diyor ki:

    İnsanımızın cahil bırakılarak aydınlanmasını önlemek Menderes ve çevresinin işine geliyordu. İnsanlar bilinçlendikçe daha çok hak istiyor ve daha çok soru soruyordu. Bu yüzden koyun gibi güdülmesi zorlaşıyordu. Bu işin tek çaresi; bilgi ve kitap yuvalarını kapatmaktı.
    Onlar da kapatıp kurtulmuş oldular bilgili yetişecek gençlerden.

  8. Emin Kayis diyor ki:

    Sevgili Mehmet Bey, yalnizca koy enstitulerini degil halk evlerini de kapattilar ayni yillarda. Bizim kasabadaki Halk Evini ispirto deposuna cevirmisler. Amcam her onunden gecerken “biz burada okurduk klasikleri, satranci burada ogrendik” diye hayiflanirdi.
    Ayni yillarda ve daha sonra, 12 mart’tan sonra’da, hizlarini alamadilar ve omuzu kalabaliklarin da goz yummasiyla, hemen hemen her mahallede olan cocuk ve halk kitapliklarini mescite cevirdiler, yesil kapili yesil badanali.
    1923-1938 ruhunu yok ettiler butunuyle.
    Saygilarimla,
    Emin Kayis

  9. Mehmet Uhri diyor ki:

    Haklısınız sayın Kayış
    Ancak bugün neden böyle toplumsal kalkınma projeleri geliştiremediğimizi de sorgulamamız gerekiyor.
    CHP nin arşivine bakarsanız köy enstitülerinin kuruluş yasası ve üniversite reformu yasasının CHP lerin ağır muhalefetine rağmen Hasan Ali Yücel ve Atatürk’ün gayretleri ile çıkarılmış olduğunu görürsünüz. Yani o günkü durum ile bugün arasında pek fark yok yine de birileri doğru işler yapmayı başarabilmiş. Bu gün neden yapılamadığı konusu üzerinde durmak gerektiği düşüncesindeyim.
    saygılarımla
    muhri

  10. Ercan Küçükosmanoğlu diyor ki:

    Mehmet,

    Öykü için teşekkürler…
    Köy Enstitülü babaların çocukları olarak bizler, bu kıvılcımdan payımızı aldık. Zorluklar içinde kurulan bu memleketin yüzakı olan bu okullar, gerici tefeci-bezirgan hacı ağaların baskısıyla kapatılmıştır. Şu anda memleketin bulunduğu ekonomik düzeyi bile bu eğitim atılımına borçluyuz. 1950′lerden beri eğitimi boza boza, şimdi gerici medrese düzeni hayatımıza gelip oturmuştur. Bu düzene karşı çıkmak şu an en önemli işlerimizden biri olmalıdır.

    Saygı ve selamlar…

    Ercan Küçükosmanoğlu

    Saygı ve Selamlar…

  11. Lale Yeprem diyor ki:

    Mehmet bey Hüseyin amca ne güzel söylemiş şimdi ,düşünmeyi unutturdular çocuklarımız test çocuğu oldu ama hayatın farkında değiller.Benim oğlum bu sene düşünmeyi ön plana çıkaran bir liseye başladı ve şöyle dedi:Ben nasıl bir maratondan çıktım ,yaşadığım şehiri bile tanımıyorum ,hayatıma müzik ve spor girdi…yaşadığımı anladım.Bizleri bu hale taaa o zamandan getirmeyi planlamışlar ki köy enstitülerini kapatmışlar ,düşünmeyen güdülebilen insan topluluğu aynı Amerikadaki gibi ….

  12. D. Savaş Bosnalı diyor ki:

    Yakın tarihimizi 1918 ve 1940 yılları arasını çok merak ettim. Cumhuriyet gazetesinin salı ve cuma günleri yayınlamış olduğu kitaplardan köy enstitülerini, Hasan Ali Yücel ve Köy Enstitüleri babası İsmail Hakkı Tonguç’u öğrendim. Bir de öz kültürümüzdeki köy yardımlaşmasının enstitülerin özünü oluşturduğunu. İnanıyorum ki fuhuş ve köminist yuvaları vb eleştirilerle yıpratılmayıp, geliştirilmeye çalışılsaydı, en ucra köylerimizde öz kütürümüzden doğan oxfortlarımız olacaktı. Hayıflanmayı bırakmalı ne yapacağımıza bakmalıyız.

  13. Erdoğan Bakar diyor ki:

    Yazıdaki yazım yanlışlarının düzeltilmesi ümit ediyorum. Saygılarımla

  14. Mehmet Uhri diyor ki:

    Uyarınız için teşekkürler sayın Bakar. Yazım yanlışı sorununu giderdiğimi umuyorum.

  15. Hülya Şimşek diyor ki:

    Mehmet Bey, emeğinize sağlık, çok güzel ve duygulu bir anı- öykü olmuş. Köy Enstitüleri ve orada yetişen değerlerimiz kırda açan boynu bükük gelinciklerdi. Keşke bir proje başlatılsa ve yeniden yaşama kazandırılsa, köy çocukları da eğitimin hasını alsa, yaşamın içine balıklama dalsa, yaşamı yaşayarak anlasa, öğrense. Ama nerede! Umutsuz ve üzgünüm, sevgilerimle.

  16. Gökhan Karadayı diyor ki:

    Yine döktürmüşsün Uhri. Ellerine sağlık.

  17. Dr.Tunç Taşbaş diyor ki:

    Muhteşem bir yazı hocam. Ellerinize sağlık. Facebook’ta bir grupta paylaşıldı ve sonrasında kendimi sayfanızda buldum. Yazılarınıza aşık oldum. Sağolun
    Dr.Tunc Tasbas

Leave a Reply