Zamanın Vücut Bulduğu Şehir

bea37d9d-3e67-4474-baa2-e061403e308b1

Yorucu bir hastane gecesinde tanımıştım o emekli edebiyat öğretmenini.

İstanbul’u anlatmıştı…

Sabaha karşı herkes uyurken serviste koridorun sonunda pencere önünde kitap okuyordu. Yaklaşınca beni fark etti. Ayağa kalkmaya çalışırken omzuna elimi koyup oturmasını rica ettim. Karşısındaki koltuğa da ben oturdum. “Ömür uzayınca uykular kısalıyor derlerdi. Doğruymuş…” diye söylendi. Uyku tutmadığını, bir şeyler okumak için ışığı yakıp oda arkadaşını uyandırmak istemediğini, kitap okuyup günün aydınlanmasını beklediğinden söz etti. Cemal Süreya okuduğunu görünce şiire ilgisinin nereden geldiğini sordum. Emekli edebiyat öğretmeni olduğunu, yıllarca lise öğrencilerine edebiyatı sevdirmeye uğraştığını anlattı. Nereli olduğunu sorunca biraz da gururla “İstanbulluyum” dedi.

İşte o yaşlı edebiyat öğretmeni İstanbul’u kendi gözüyle anlattı. Cemal Süreya’dan aşırdığı dizeyi kullanarak İstanbul için “zamanın vücut bulduğu şehir” diyordu.

Söze, İstanbul’da doğup büyüdüğünden, ailesinin kuşaklar boyu İstanbullu olduğunu anlatarak başlayınca İstanbul’un yitirdiklerinden yakınacak sanmıştım. Ancak o heyecanla şehrin şiirselliğinden söz ediyor, tanımak isteyenler için boğazda ve özellikle güneşin doğmasına yakın Galata köprüsünde balıkçıları izlemenin iyi bir deneyim olacağını anlatıyordu. Kendi gibi İstanbulluyum diyen çok az insan kaldığını, bu şehirde doğup büyüse de kendini ailesinin memleketi ile tanımlayan,  İstanbul’u fark edemeyenlerin çokluğundan yakındı.

Onun gözünde İstanbul, canlı bir organizmaydı. Bedeni ve ruhu olan bir organizmadan söz ediyordu. Şehrin bedeni ile ruhunun gün batımlarında bir araya gelip sabahları ayrılan şiirsel bir yapısı olduğunu, görebilmek için geceyi yaşamak ve gün doğmasına yakın boğaza yakın durmak gerektiğini vurguladı.

Birlikte dışarıya, şehrin ışıklarına baktık. Henüz gün ağarmamıştı. Bir edebiyatçıyı yakalamış olmanın heyecanıyla  konuşturmak için “Sahi İstanbullu kimdir? Nasıl biridir. Çok farklı mıdır?” diye sordum. Yüzünde hafifçe bir gülümseme belirdi. Sanırım gevezelik etmeye çalıştığımı anlamıştı. Eliyle camdan dışarısını, karanlıkta ışıkları seçilen şehri işaret etti;

- Eh, Anadolu insanına kaypak gelse de İstanbullunun huyu suyu şehrin iklimine benzer. Değişkendir.

- Nasıl yani?

-   Burada balıkçıların “İstanbul’un yazı kışı olmaz, lodosu veya poyrazı olur” diye bir sözü vardır. İstanbullu için de böyledir. Onlar da şehrin havası gibi değişkendir. Gerçekte İstanbul’un iklimi hep baharı andırır. İnsanları da şehir gibi hep baharı yaşar. Benim gibi bu şehrin tutkunları için iklim hep ilkbahar olurken, şehri anlamayan, haz etmeyenler ise sonbaharı yaşar. Bahar daim olduğu için poyraz estiğinde kışı, lodos estiğinde ise yazı koklarsın. İnsanları da böyledir. Bir gün önce kızıp söylendiğine ertesi gün tepki vermemesine bakan Anadolu insanı bu değişkenliği anlamakta zorlanır. İstanbulluyu kaypak bulur. Üstelik bu durum şehirle hem hal olmuş, şehrin ruhunu taşıyan benim gibi İstanbulluların umurunda bile değildir.

fe2e1db9-b61c-4ffa-9363-8cad98f392a4

Bir süre ağarmaya başlayan gün ile gökyüzünün laciverte dönmesini izledik. Gökyüzünün lacivert halinin güzelliğini bugüne kadar fark etmediğimi düşündüm. O ise binlerce yıldır kesintisiz insanlara kucak açmış bu kadim şehrin zaman içinde ruhunu içinde yaşayan tüm canlılarına aktardığını anlattı.

- İnsanları gibi kedisi, martısı, balığı bile şehrin ruhunu taşır. Hatta şehri kucaklayan boğaz bile aynı ruhu barındırır.

- Boğazın ruhu mu var?

- Olmaz mı? Boğazın yüzeyden akan suyu poyraz gibi soğuk ve serttir. Baktığında soğuk ve ürkütücü görünür. Ürpertir insanı. Ama derindeki sular lodos gibi sıcak ve sakindir. Şehre ilk kez gelenler boğazın o serin ve ürkütücü akıntısını görür. Soğuk ve itici gelir. Zaman içinde derinlerindeki sıcaklığı tanıdıkça şehre ısınırlar. İstanbul anaçtır. Geleni bağrına basmaz ama geri de çevirmez. Yani sen ona gidersin. İnsanları, hatta kedileri bile öyledir.

- Şehri sizin gibi tanımlayan birini daha önce tanımamıştım. Bütün bunları biraz da  edebiyatçı duyarlığına bağlayabilir miyiz?

- Keşke öyle olsaydı. Boğazın balıkçıları olmasa belki ben de İstanbul’u hiç anlamadan geçip gidecektim. Şehrin yaşayan ruhunu, o ruhu taşıyan insanlarını, kedisini, balığını, martısını hep o balıkçılardan öğrendim.

Şehrin gerçek sahiplerinin kedileri olduğunu, boğaza girince balıkların huyunun değiştiğini, martılarının bile şehirli olduğundan söz etti.

- Şehirli martı mı? O nasıl oluyor?

- Martılar bu şehrin entelektüel serserileridir. Aylak ve özgürce uçar ancak şehirden ayrılmazlar. Elini uzatsan erişecek kadar yakın ama hep biraz uzakta durur, şehrin ruhunun önemli bir parçasını oluştururlar. İnsanlarının bir kısmı da o martılara benzer. Onlar özgürlüklerine düşkün, aylak, kent sakinleridir. Sayıları az olsa da şehrin ruhunu binlerce yıldır yaşatan tohum karakterli insanlardır. Zaman devrilir çağlar geçer, isimler, insanlar, muhitler, yaşama biçimleri, inanışlar değişir ama şehir, martıları ve onlara benzeyen insanları sayesinde kendini her daim yeniden üretir. Tanıdığım pek çok edebiyat insanı veya sanatçı o martılar gibidir. Günü zamanı yeri geldiğinde şehri anlatan, yaşatan, duygusunu ortaya çıkaran eserler verip bir tohum gibi filizlenirler. Sayıları zaman zaman azalsa da hiç kaybolmazlar. Şehrin martıları gibi özgür olduklarını bilir ve kendi iradeleri ile buradan ayrılmazlar.

fa3dc4a7-87b8-42f3-a577-556c46e3cbd7

Hastane koridorunda iki kişinin alçak sesle de olsa muhabbeti dikkat çekmiş hemşire hanım da yanımıza gelmişti. Bizimki ise gözünü dışarıdan ayırmadan heyecanla İstanbul üzerine konuşmayı sürdürüyordu. Günün ilk ışıkları ile ortalık aydınlanmış gökyüzü lacivertten maviye dönmüştü. Bizi dinleyen hemşire hanım “iyi de sizin bu anlattıklarınızı çocuklarımıza nasıl anlatalım. Nasıl sevdireceğiz bu şehri?” diye sordu. Bizimki gülümseyip “çocuklar” dedi. “Onlar bu merhametli şehrin meraklılarıdır ve her şeyin farkındadır. Şehir her seferinde onları heyecanlandırmayı başarır. Onlar da merak ettikleri sürece hep çocuk kalırlar. Kimi aylak bir martıya dönüşür, kimi miskin bir kedi veya boğazda bir balık gibi olur. Bu şehre tutunurlar. Meraklarını yitirmesinler, yeter. ” diye yanıtladı.

- Peki, ya balıkları? Şehrin kedisini, martılarını, insanını, boğazını, rüzgarını anlattınız, balıkları eksik kaldı. Onlar şehrin hangi ruhunu taşıyorlar?

- Tarifi zor. Balıkçılara sorarsan onlar şehrin duygularıdır. Hepimizde olduğu gibi duygular pek göz önünde değildir. Derinlerdedir. Kolayca ortalığa saçılması da pek istenmez. O yüzden balık avlamada olduğu gibi duyguları yakalayıp gün ışığına çıkarmak emek ister, çaba ister. Şehrin balıkçıları biraz da bunun için ayrılmazlar su kenarından. Şehir göç alıp insanları su kenarından uzaklaşmış, duyguları eksilmiş olsa da balıkçılar her şeyin farkında.

- Duyguları mı?

- Duyguları ya… Balıklar şehrin duygularını taşır. Dedim ya, şehrin ruhunu ve zenginliğini hep o balıkçılardan öğrendim. Dışarıdan bakınca boğaz balıkçıları karnını doyuracak balık peşinde sanırsın. Birçoğu farkında bile olmadan şehrin duygularının peşindedir. Tuttuklarının bir kısmını alıkoyarken “büyü de gel” diyerek suya bıraktıkları da hep o şehre aittir.

“Peki, siz bu şehrin nesisiniz?” diye sorunca bir süre durup düşündü. Sonra kafasını önüne eğip “biraz martısı, çokça kedisiyim sanırım. Gençliğimde aylak bir martı gibiydim. Şehrin lodosuna poyrazına kendimi taşıttırır, buralardan ayrılmazdım. Yaş ilerleyince içimdeki martıyı özgür bırakıp şehrin kedilerinden birine dönmüş buldum kendimi. Miskin bir kedi olup bir yere gitmiyor, gidemiyorsun ama mutlusun. Daha ne olsun?” diye yanıtladı.

Güneş belirmiş ortalık aydınlanmış hastalarımız ayaklanmıştı. Servis hareketli bir güne daha başlamaya hazırlanıyordu. Hemşire hanım demlediği çayları ikram edince bizimki mahcubiyetini dile getiren bir şeyler söylemeye çalıştı. Çaylarımızı bitirdikten sonra beyefendinin koluna girip odasına kadar eşlik ettim.

O günden sonra bir daha karşılaşmadık. Sayesinde “zamanın vücut bulduğu bu şehri” tanımış olmak nöbetin tüm yorgunluğunu unutturmuştu.

Yola koyulduğumda sabah trafiği ve şehrin kalabalığı ilk kez gözüme ürkütücü görünmüyordu.

Radyoda ise Teoman’ın “İstanbul’da Sonbahar’” şarkısı çalıyordu.

Dr. Mehmet Uhri

Not: Teoman’ın sesinden “İstanbul’da Sonbahar” şarkısını dinlemek için istanbulda-sonbahar linkini kullanabilirsiniz.

One Response to “Zamanın Vücut Bulduğu Şehir”

  1. Mustafa SÜLKÜ diyor ki:

    Eline sağlık Memhmet
    1968 yazından beri İstanbul’da yaşayan biri olarak haftaya güzel başladım sayende…