Yelkovanı Gezdirmek

saat

Yaş sınırı nedeniyle emeklilik işlemlerini başlatan hocamıza hastanedeki odasını boşaltmasında yardım ediyordum. Odayı hayli dolduran kitaplarını bölüm kitaplığına bağışlamıştı.

Çekmecelerindeki kişisel eşyalarını koliye doldururken ben de duvardaki resimleri indirip paketliyordum.

Pencere kenarında duvarda çiviye asılı antika köstekli saati yerinden çıkarıp hocama uzattım.

Kapağı açıktı ve çalışıyordu. Saati eline alıp bir süre inceledi.

Koltuğuna oturup saati masanın üstüne koydu ve başını ellerinin arasına alıp “demek yelkovanı gezdirme sırası bana geldi” diye kendi kendine söylendi.

Yıllardır görev yaptığı kurumdan ayrılıyor olmanın sessiz hüznü hissedilse sözlerini anlamamıştım.

Yanındaki sandalyeye oturup açıklama bekleyen gözlerle hocama baktım.

Saati eline alıp öyle çok değerli bir şey olmadığını bir hastasının hediye ettiğini söyleyerek söze başladı.

Anlattığı sürece saati elinden bırakmadı;

“Yaşlı bir saatçi ustasıydı. Bir nöbet akşamında tanışmıştık. Planlanan ameliyatı diğer sağlık sorunları nedeniyle erteleniyor ve uzun süredir hastanemizde yatıyordu. O gece hastane bahçesinde gençlerin kavgasını ayırmaya kalkmış ve kavga edenler tarafından “işimize karışma” diyerek darp edilmişti. Konu hastane güvenliği üzerinden şef nöbetini tutmakta olan bana yansımıştı. Polis çağırıp adli rapor düzenlemek zorunda kalmıştık. Hastanenin himayesinde olan bir hastanın darp edilmiş olması idare açısından da sorun oluşturuyordu. Darp edilen hastamızla ilk kez acil serviste karşılaştım. Gözünün altı morarmıştı. Bir iki kaburga çatlağı yanı sıra vücudunda sıyrık ve ezikler vardı.

Polis memuru ifadesini alıyordu. Hava almaya hastane bahçesine çıktığını, gençlerin kavga ettiklerini görünce araya girmek istediğini ancak dışarıdan birinin karışmasından rahatsız olduklarını anlattı. Kavga büyümesin diye ısrar edince ikisi birden “Ne karışıyorsun?” diyerek darp ettiklerini sonra da az önce kavga eden onlar değilmiş gibi güle oynaya uzaklaştıklarını anlattı. Darp edenler ortalıkta yoktu. Olan hastamıza olmuştu. Bizimki şaşkındı. Başına gelenlere anlam veremiyor derin nefes aldıkça batan kaburgası yüzünden ara sıra acıyla yüzünü ekşitiyordu. Geçmiş olsun diyerek kendimi tanıttım.

- Sizin yatağınızda olmanız gerekmiyor muydu?

- Öyle de, bütün gün yatmaktan sıkılıp yelkovanı gezmeye çıkarmıştım. Böyle olacağını bilseydim çıkar mıydım? Her akşam biraz turlayıp hava uygunsa bahçede oturuyorum. Gençlerin derdi neydi anlamadım ama iyi yönden bakacak olursak  kavgayı bırakıp bana karşı birlik oldular. Eh bu da bir şeydir.

Bu sözleri söylerken gülümsedi kahkaha atmak istedi ancak göğsündeki batma yüzünden kahkahası yarım kaldı. Yelkovanı gezdirmek sözüne takılıp ne iş yaptığını sordum. 50 yılı aşkın süredir saatçilik yaptığını kendi jargonlarında dükkanı bırakıp gezintiye çıkmaya “yelkovanı gezdirmek” dendiğini anlattı.

- Neden akrep değil de yelkovan?

- Akrep olur mu hiç? Saatle uğraşanlar bilir. İnsanlar öyle veya böyle saate benzer. Herkesin içinde akrep ve yelkovan vardır. Akrep kalbimiz gibi yavaş ancak kararlı adımlarla bizi yaşatır, ayakta tutar. Üstüne yaşadığımız ne varsa yelkovanın yüküdür. İçimizdeki çocuk da odur, ağlayıp sızlayan, koşan oynayan veya tembellik eden de, o. Dışarıdan bakınca görünen hep odur. Hayatın yükü akrebin sırtındadır ama gözler yelkovanın üzerindedir. Dönüp dolaşıp aynı yere gelse de hayatı akıyormuş gibi gösteren, yelkovandır. Akrebe bakarsanız hayat hep aynı yerde duruyor zannedersiniz.

Biraz acıyla da olsa sedyede doğrulup oturdu. Öne doğru eğildi. Böyle daha rahat nefes aldığını söyledi.

Acil servisteki işlemleri tamamlandıktan sonra hastamızı tekerlekli sandalyeye aldık. Onca dayak yemesine karşın hastamızın olaya öfkelenmeden olgun yaklaşması ve yelkovan ile başlayan muhabbet ilgimi çekmişti.

Hastamızı odasına kendim götürmek istedim ve hasta bakıcıya gidebileceğini söyleyip hastane koridorunda yola koyulduk.

Gece ilerlemiş koridorlar sessizleşmişti. Bir süre konuşmadan ilerledik. Asansör kapısında beklerken Rize’li olduğunu küçükken geldiği İstanbul’da saatçi çırağı olarak hayata başladığını, ustasından öğrendikleriyle meslek sahibi olduğunu anlattı. “Berber çırağı da olabilirdim, şans işte” diye söylenip elini salladı.

Servise girdiğimizde duvarlarda hiç saat olmamasından yakındı. Eliyle servisin karşı duvarını gösterip “şurada eski de olsa sarkaçlı bir saat olsaydı hiç olmazsa tik taklarını duyar sağır gibi sessiz olmaktan kurtulurduk. Geceleri uyku tutmayanlar sessizliğin insanı ne kadar rahatsız ettiğini iyi bilir” diye söylendi.

Göğsünün ağrıyan yerini eliyle tutup sandalyede doğruldu ve yardım etmemi beklemeden yatağına uzandı. Verilen ilaçların da etkisiyle kısa sürede derin bir uykuya daldı.

Bir kaç gün sonra hastane güvenlik görevlisiyle birlikte bir polis memuru kapıma gelip geceki kavga ve sonrasında yaşanan adli süreçlerle ilgili olarak iki kişinin göz altına alındığını, yüzleştirme için hastaneye getirildiğini, gecenin şef nöbetçisi olarak benim de ifademin alınması gerektiğini söyledi.

Birlikte hastamızın odasına çıktık. Odada elleri birbirine kelepçe ile bağlı iki delikanlı duruyordu. Başları öne eğikti.

Hastamızın yüzündeki morluklar yeşile dönmeye başlamış, genel durumu düzelmişti.

Darp olayı nedeniyle ameliyatın bir süre daha ertelenmesi cerrahi ekibi sıkıntıya sokmuş hastanın servisi habersiz terk etmesi  yüzünden servis çalışanları azar işitmişti.

Yüzleştirme sırasında bizimki her iki delikanlıyı da tanıdı. Ancak şikayetçi olmadı.

Delikanlılar hastamızın elini öpmek istedi, bizimki izin vermedi. Hastane yönetiminin polis çağırması yüzünden kamu davası açılmasının kaçınılmaz olduğunu öğrendiklerinde delikanlıların yüzü düştü.

Bizimki “neydi o akşam paylaşamadığınız?” diye sordu.

Delikanlılardan daha çelimsiz olanı sevdiği kızın annesinin rahatsızlanıp hastaneye yatırıldığını o gece kızın annesinin yanında refakatçi olarak kalacağını öğrenip arkadaşıyla beraber hastaneye geldiğini kızı bahçeye çağırmasına karşın gelmek istememesi üzerine yanına gitmek istediğini arkadaşının kendisine engel olduğunu anlattı. “Kıza olan öfkemi beni engellemek isteyen arkadaşımdan almaya kalktım araya bey amca girince olanlar oldu” diye açıklamada bulundu.

Diğeri ise kızın gönlünün başkasında olduğunu arkadaşının bunu bir türlü kabullenemediğini söyleyince hastamız dayanamayıp “susun” diye bağırdı.

Eliyle dışarı çıkmaları istedi. Polis eşliğinde odadan çıkarlarken bizimki söylenip duruyordu;

- Çark maşası kırıklar sizi. Gözüme görünmeyin. Neymiş kızı sevmiş ama yüz bulamamış. Bulsaydı ne olacaktı? Kafası atınca bu kez kızı dövecekti.

O gece öfkelenmeyen adam delikanlıların açıklamasından sonra öfkelenmişti.

Biraz merakımdan biraz da sakinleşmesi için “çark maşası kırık ne demek?” diye sordum. Bilmiyor musun dercesine şaşkın bir ifadeyle yüzüme baktı.

Sonra kendini toparlayıp sakinleşti. Yatağında doğruldu, yastıklarını düzeltmesine yardımcı oldum. Derin nefes alırken eskisi gibi ağrısı olmadığını söyledi.

- Çark maşasını bilmezsiniz elbet. Duvar saatlerinde sarkacın hareketini sağlayan mekanizmada bir çark ve ona bağlı maşa bulunur. Çark maşası mekanizmadan aldığı hareketi sarkaca iletip sarkacın düzenli salınmasını sağlar. Sarkacın düzenli hareketi saatin ayarı için gereklidir. Çark maşası kırılırsa sarkaç özelliğini yitirir saatin ayarı bozulur. Saat yine çalışır ancak ayar tutturmak mümkün değildir.

- Eeee. Bu delikanlılarla ne ilgisi var? Anlamadım?

- Adamın zembereğini zorlama. Anladın işte! Delikanlılar koca adam olmuşlar ama belli ki iş güç sahibi olamamışlar. Haytalık edip duruyorlar. Kanları kaynıyor ancak ne istedikleri kız bunlara yüz veriyor ne de arkadaş dinliyorlar. Ayarsız saat gibi ne  işe yaradığını kendi bile bilmeden öylece sarkaç sallandırıp duruyorlar.

- Hatırladım. O gece de insanlarla saatler arasında benzerlikten söz etmiştiniz.

- 50 Küsur yıldır saatle uğraşınca insan, dünyaya da saatlerden bakıyor. Her insan bir saat benim için. Kimi eski kimi yeni, kimi sarkaçlı, gösterişli, kimi köstekli özel hepsi kendine özgü. Kimi bakımlı kimi ise benim gibi pek de bakımlı olmayandan. Bazısının sesi çok çıkar bazısının ise hiç çıkmaz. Her ne olursa olsun hepimizin içinde bir saat çalışıyor. Sesini duyuyor, çalıştığını biliyoruz. O çalıştıkça bir şeylerin eksilmekte olduğunun da farkındayız. Ama ne olursa olsun ayarı yitirmemeye özen gösteriyoruz.

Bu delikanlılar gibi çalışır görünen ancak ayar tutmayandan oldun mu kimseye hayrın olmaz, kendine bile.

Adam sanıp, ayırmaya yardım etmeye çalıştım başıma gelene bak. Durmuş saat bile bunların verdiği zarar vermez.

Bir süre daha yanında kalıp odadan ayrıldım.

Bir kaç hafta sonraydı.

Hastamız ameliyatını olup sağlığına kavuştuğunu, taburcu olduğunu giderken uğrayamadığını, kontrol için hastaneye gelmişken bir görünüp hellaleşmek istediğini söyleyerek odama geldi.

Ameliyatı başarılı geçmişti. Kendi deyimiyle saati açıp mekanizmayı tamir etmişler ve yerine yerleştirmişlerdi.

Kartını, adresini bıraktı. Teşekkür edip kapıya yöneldi.

Sonra durup elini cebine attı. Çıkardığı bu köstekli saati bana uzattı. “Bunun sizde kalmasını istiyorum. Yanlış anlamayın. Hatıra olsun diye değil. Baktıkça geçen zamanı hatırlamanız günü geldiğinde yelkovanı gezdirmeyi unutmamanız için.” Dedi.

Saatin kapağını açıp masama bıraktı. Elimi sıktı.”Eyvallah” diyerek odadan çıktı.

Şaşkınlığımdan teşekkür de edememiştim.

Hastamızı bir daha görmedim. Saat ise masamın karşısındaki duvarda asılı duruyordu. Kapağını hep açık tuttum. Ara sıra kurmayı unutsam da ayarlayıp düzenli çalışması için elimden geleni yaptım.”

Hocamız sözlerini tamamladıktan sonra saati eline alıp kurdu. Kapağını kapatıp bana uzattı. “Yelkovanı gezdirme sırası bana geldiğine göre bunun sende kalması daha uygun olur. Yanlış anlama bu bir hediye değil. Yelkovanı gezdirme sırası sana geldiğinde ne yapacağını biliyorsun. Emaneten sende durmasını istiyorum” dedi.

Tereddüt ettiğimi görünce ayağa kalktı, saati önlüğümün cebine usulca bıraktı.

Hocamız emekli olduktan sonra bir daha hastaneye uğramadı. Gezip tozduğu yerlerden gönderdiği mesajlar sayesinde haber alsak da yüzünü göstermedi.

Saat ise şimdilik bende. Ara sıra kurmayı unutsam da kapağı açık ve çalışır durumda hastanede odamın duvarında asılı duruyor.

Mehmet Uhri

3 Responses to “Yelkovanı Gezdirmek”

  1. Mustafa Gül diyor ki:

    Çok teşekkürler Mehmet,

    Uzunca bir aradan sonra bir yazını okuma fırsatı buldum. Öyle akıcı yazıyorsun ki bir solukta okudum. Yazılarını grubumuzla da paylaştığın için teşekkür ederim.

  2. Dr HASAN TAŞ diyor ki:

    Harika paylaşımlarda bulunuyorsunuz sağolun

  3. sadettin demiray diyor ki:

    Kutluyorum,gerçekten çok çok güzel,anlamlı ve öğretici, gelecek daha güzel ve doyurucu olanları bekliyoruz.

Leave a Reply