OYUNU BEKLERKEN
Farklı coğrafyaları gezip görüp döndükten bir süre sonra çekilen fotoğraflara bakıp yaşananları hatırlama çabası bazen insana ilginç oyunlar oynayabiliyor.
Yerler zamanlar birbirine karışabildiği gibi o anı yaşadığınızı dahi hiç hatırlamadığınız görsellerle karşılaşabiliyor kendinize “Bu fotoyu ben mi çekmişim?” diye sorduğunuz bile olabiliyor.
Ancak bu kez başıma gelenlere açıkçası ben de inanamıyorum.
Anlatayım;
Bir süre önce ziyaret ettiğim Vietnam’da istiridye yetiştirilen Cau Hai lagünü kenarında çektiğim fotoğraflardan birine takılıp kalmıştım.
Görsele bakıp ben burayı daha önce başka bir yerde gördüm diye düşünüyor ancak bir türlü nerede gördüğümü hatırlayamıyordum.
Öyle turistik bir yer değildi. İhtiyaç molası amaçlı durulmuştu.
O yarım saatlik mola sırasında sahilde balıkçıları konuşturamayınca kendimce istiridyeleri konuşturmuş yöreyi ve insanlarını anlamaya çabalamıştım.
İşte şimdi aylar sonra o sahilde çektiğim fotolardan birinin başından kalkamıyor görüntüyü daha önce nerede gördüğümü hatırlama çalışıyordum.
Ancak ne yaparsam yapayım hafızam aradığım yanıtı vermiyordu.
Böyle durumlarda pek çoğumuzun yaptığı gibi kendini eksikli hissetmemek uğruna konuyu zamana yayıp ara sıra aklıma geldikçe “Neresiydi?” diye düşünme yolunu seçtim.
Daha önce gördüğümden emindim.
Bu nedenle kararlıydım. İnat etsem de görseli daha önce nerede gördüğümü bir türlü bulamadım.
Bir süre sonra pes edip unutmaya çalıştım.
Yine olmadı.
Sıkı durun…
Bu kez aynı görsel bir rüya olarak çıkıp geldi.
Rüyada o fotoğraftaki görüntü, istiridye kabuklu bej renkli sahil, arkasında durgun sularıyla lagün, ortada iki dal kurumuş ağaç ve görkemli gökyüzü bir sahne gibi önümde duruyordu.
Sahne gibi dediysem gerçek bir tiyatro sahnesinden söz ediyorum.
Birlikte aynı yolculuğu paylaştığım tur arkadaşlarım ile birlikte bir tiyatronun seyircileri olarak öylece oturmuş oyunun başlamasını bekliyorduk.
Başlamasını beklediğimiz oyun ise Samuel Beckett’in “Godot’u beklerken” isimli meşhur oyunuydu.
Sahne de o klasik oyunun kuru ağaçlı sahnesinden ibaretti.
Rüyada bile olsa sanırım görseli daha önce nerede gördüğümü hatırlamaya başlıyordum.
Bilindiği üzere oyun Vladimir ve Estragon isimli iki kişinin baştan sonra kendi varoluşlarını arayıp her seferinde bekledikleri Godot yüzünden erteledikleri, o kuru ağacın yanından ayrılmadan ömür tükettikleri ve eylemsizliklerine yenildikleri absürt tiyatro klasiklerindendir.
Rüya bu ya; Bizler de o sahilde kurulmuş sahnenin kenarına dizilmiş oyunun başlamasını bekleyen seyircilerdik.
Ancak bir sorun vardı.
Vladimir ve Estragon ortalıkta görünmüyor, oyun bir türlü başlamıyordu.
Uzunca bir süre beklememize karşın başlamayan oyun yüzünden seyirciler sabırsızlanıyordu.
Önce bireysel sonra kitlesel el çırparak oyundaki gecikme protesto ediliyordu.
Onca protestoya karşın hiçbir açıklama yapılmıyor olması tepkiyi daha da arttırmıştı.
Tüm bunlara rağmen seyirciler yerinden ayrılmıyor, oyunun başlaması için inatla beklemeyi sürdürüyordu.
Kargaşa gürültü ve protestoların artması üzerine olay yerine gelen kolluk kuvvetleri de şaşkındı.
Kısa bir incelemeden sonra baş komiser ellerini kaldırıp seyircileri sakinleştirdi ve beklenen açıklamayı yaptı.
Dediğine göre kuliste tiyatro ile ilgili hiç kimse yoktu. Kulis boştu.
Kısaca oyun sahnelenmeyecekti.
Seyircilerin dağılması gerekiyordu.
Kısa bir sessizlikten sonra seyircilerden biri yüksek sesle “Ama biz bunun için buradayız ve beklemek zorundayız. Bir yere gidemeyiz” diye haykırdı. Diğer seyirciler de benzer şekilde oyun için orada olduklarını ve gidemeyeceklerini söylemeye başladılar.
Baş komiserin “Beni zor kullanmak zorunda bırakmayın” sözlerini de umursamadılar.
Kargaşa giderek başka boyutlara doğru savruluyordu…
Açıkçası rüyanın sonunu sizler gibi ben de merak ediyorum.
Ancak gördüğüm rüya burada kesildi.
Godot’u beklerken oyununu bekleyenlerin sahne aldığı daha kalabalık yeni bir oyunun figüranlarına dönüşmüş bu kez seyredenler olarak başka türlü bekleyenlere katılmıştık.
Üstelik durumumuz Vladimir ve Estragon’dan da kötüydü.
Çünkü bizler seyirciydik.
Seyirci olmaktan başka bir görevimiz yoktu.
Sadece koltuk dolduruyorduk.
Orada olup olmamamız hiçbir şeyi değiştirmiyordu.
Açıkçası seyirci olmaktan ve oyunun başlamasını beklemekten başka bir görevimiz de yoktu.
Orada burada gezip gören ve dönenlerden ibaret olarak başlaması gereken ancak bir türlü başlamayan bir oyunu bekleyen sefil figüranlarından ibarettik.
Oyuncu bile değildik.
Kafamda dönüp duran soruyu çözmüş, görseli daha önce nerede gördüğümü hatırlayabilmiş olsam da kendimi daha büyük bir huzursuzlukla cebelleşmek zorunda hissediyordum.
Diğer seyircileri soracak olursanız;
Sanırım onlar da benim gibi fırsat buldukça farklı coğrafyalara sefere çıkıp daha büyük bir oyunu beklemekle yetinen seyirciler olmaya rıza gösteriyorlardı.
Ne bileyim?
İşin acı yanı Cau Hai lagününün istiridyeleri sanırım en başından beri içinde bulunduğumuz oyunun farkındaydı ve düştüğümüz şu duruma kendilerince hayli gülüyorlardı.
Hatta belki de asıl seyirci istiridyelerdi ve bizler için trajedi olan o hiç başlamayan oyun onların gözünde sıradan bir komediydi.
Mehmet Uhri