Vicdanın Kokusu

208569Urfa?nın taş sokaklarını harmanlayıp Gümrük Han’da mola vermiştim. Kalabalığın gizlediği taş kapıdan hana girip çardağın gölgelediği alanlarda oturacak yer bakındım. Rahleye benzeyen o alçak taburelere oturamadığımı gören kahveci tahta sandalye getirdi. Bir süre soluklanıp fotoğraf makinemle ilgilendim. Az ilerde dama oynayanların çevresi kalabalıktı. Göz ucuyla bana bakıp ilgilenmiyormuş gibi yapsalar da yabancı birinin aralarında olduğunun farkındaydılar. Onların ötesinde ise kontrplak üzerine her taşın vurularak yerleştirildiği sıkı bir domino partisi devam ediyordu. Sarı pirinçten domino taşları oynanmaktan hayli aşınmıştı. Kahveciye çay istediğimi işaret ettim. Omzunda pek temiz sayılmayacak havlusu ile gelip masayı sildi ve elime bir bardak çay tutuşturdu.

Az sonra kucağında taşıdığı tezgâhı ile masaları dolaşıp el örgüsü çorap eldiven satan sakallı poşulu adam az ötedeki boş tabureye ilişti. Çıkınını açıp bir parça ekmek ve zeytinden oluşan azığını yemeğe koyuldu. Ayağının dibine kadar gelip miyavlayan kediye de ekmeğinden bir parça vermeyi ihmal etmedi. Çoraplarla ilgilendiğimi görünce tezgâhı bana doğru uzatıp kahveciden çay getirmesini istedi. Canlı ve renkli desenleri olan çorapları elime alıp incelediğimi görünce ?Beyim için rahat olsun, hanımım kendi eliyle ördü bunları. Sağlamdır. Kolay delinmez? dedi. Üzerinde lacivert küçük noktalar olan diğerlerine göre daha sade desenli olan çorabı elime aldığımda ?Beyim al bu çorabı. Bak üzerinde göz var, kem gözlerden korur giyeni? dedi. Çorapların desenlerinde anlam olabileceğimi o güne kadar fark etmediğimi, kullandığım fabrikasyon çorapların o tür anlamlar taşımaktan uzak hep birbirine benzediğini düşündüm. Tezgâhtan daha karışık desenli canlı bir çorap çıkarıp motiflerini göstererek askere gidenler için örüldüğünü, üzerindeki desenlerin ayağı tez olsun, tez zamanda askerden salimen dönebilsin diye işlendiğini anlattı. Meraklanmıştım. Diğer çorapları gösterip üzerindeki motiflerin anlamlarını sordum. Tezgâhı gösterip ?kilim gibidir bunlar beyim, görene bilene çok şey anlatır? diyerek çayına uzandı. Göz motifli olan çorabı işaret ettim. Gazeteye sarıp verdi. Parasını katlayıp iç cebine koydu.

Gelen boyacı çocuğa boyaması için ayakkabılarımı verdim. Ayağımda plastik terlikler elimde hanın acı demli çayı bizim çorapçı ile laflamaya başladık. İsot denen Urfa biberi aradığımı söyleyip nereden alabileceğimi sordum. Dönüp baktı;

-         Ne edeceksin isotu? Sizin memlekette biber yok mu?

-         Yemeğe lezzet kattığını, mideye iyi geldiğini okumuştum bir yerlerde. Merak işte.

-         Hadi oradan. Lezzet katarmış, sevsinler. İsot dediğin çiğ köftenin harcıdır. Lezzetli yemek yapamayınca isota sarılıyorlar. Kaybettiği lezzeti arıyor bu millet.

-         Belki de haklılar. Bir şeyler lezzetini yitirdi sanki.

-         Beyim doğru söylüyorsun. Eskinin lezzeti kalmadı pek çok yemekte. Mesela eskinin tavuğunu burada Urfa?da bile bulamıyoruz artık. Hele şu kuş gribinden sonra kümes tavuğu da kalmadı. Kaldık o kokmayan market tavuklarına.

-         Kokmayan tavuk mu? O nasıl oluyor?

Bir süre durdu. Tezgâhındaki çorapları düzenledi. Poşusunu açıp tezgâhına bıraktı. 

-         Unuttuk değil mi? Eskinin tavuğu pişerken bütün ev kokardı. Konu komşu bilirdi o evde tavuk piştiğini. Fakire kokmuştur diye bir parça ayrılır gönderilirdi. Şimdinin tavuğu kokmuyor. Tavuk belki aynı tavuk ama kokmayınca lezzeti de olmuyor. O zaman bilmem ne katıp lezzet arıyor insanlar, senin gibi.

-         Ne var bunda? Her yerde böyle.

-         Beyim yalnız lezzeti yitirsek iyi. Görüp bilmediğin hayvandan, ekip biçmediğin emek vermediğin tarladan gelirse yediklerin değeri de ona göre oluyor. Beslediği hayvanı keserken vicdanlı davranırdı, insan. Kendi hayvanımızın yününden yaparız bu çorabı. Çorap yapıp satacağım diye kış günü yününü kırkıp üşütmeyiz, hayvanımızı. Vicdanımız elvermez. Görüp bilmeyenler için ise öyle değil. Şimdi vicdanlar da lezzetler gibi zayıflıyor, yitip gidiyor.

-         Ne oluyor vicdan zayıfladığında?

-         Yediği hayvanı, bitkiyi görüp bilmediği için merhametsiz oluyor, insanlar. Her şeyi kendine hak biliyor üstelik herkesi de kendi gibi zannediyor. urfa_44

Poşusunu kafasına tekrar sardı. Bardağında kalan çayı yudumlayıp bitirdi. Sonra vicdan denen şeyin insanın içinde olması gerektiğini, insanı karar vermeye zorladığını hem de hemen karar vermek zorunda bıraktığını anlattı. Ayakkabılarım boyanıp gelmiş boyacı çocuk verdiğim bir liraya sevinip koşarak kaybolmuştu.

-         Beyim, vicdan konuştuğunda kokusu gelirdi eskinin tavuğu gibi. Duyardı herkes, vicdanın kokusunu. Şimdi vicdanlar zayıfladı, kokmuyor artık. Koksa da anca kendine kokuyor.

-         Yok mu bu derdin dermanı? Eksilen vicdanları yerine koyamaz mıyız?

-         Eskiden olsa bakardık hal çaresi. Ne de olsa milletçe güvenirdik birbirimize. Şimdi herkes ayrı, herkes yalnız yaşamak istiyor. Güvenmiyor kimseye. Vicdanlar zayıflayınca korkular da arttı. Allah sonumuzu hayreyleye. 

-         Yani?

-         Yani işimiz zor. Herkes kendi gibi merhametsiz, vicdansızlar arasında yaşadığını sanıyor. Kendi gibi biliyor çevresindekileri. Güvenmiyor kimseye. Anaya babaya bile güven kalmadı.

Ayağa kalktı. Tezgâhını yüklendi. Selamlaştık. Gümrük Han’dan çıkmadan önce döndü yüksek sesle ?Vicdan beyim, vicdan. Gitti mi gelmiyor bir daha? diyerek hanın kalabalık kapısından ağır adımlarla çıkıp gözden kayboldu. 

2 Responses to “Vicdanın Kokusu”

  1. Turhan ERBAŞ diyor ki:

    Harikaydı elinize yüreğinize sağlık. Sanki o anı ben de yaşadım o çorapçı amca Bey ile. Tekrar yüreğinize sağlık

  2. serapilkay diyor ki:

    doğru söze ne denir.

Leave a Reply