Vahim Bir Hata

vh2Hastamız, geveze denebilecek kadar konuşkan, bir o kadar da neşeli ihtiyar beyefendiydi. Neşesi ve canlılığı ile kısa sürede varlığını hepimize hissettirmişti. İlerlemiş yaşına, ağarmış saçlarına, yüzündeki derin kırışıklıklara karşın açık mavi ışıltılı gözleri, hastalığına ve çevresindeki hastalara karşın her zaman gülümseyen yüzü ile çevresine hep pozitif enerji yayıyordu.  

Ona refakat eden iki kızı hastanemizde hemşire olarak çalışıyordu. Kızlarının sağlıkçı olması hastane içi süreçlerde işlerin hızlı yürümesine, sorunların çabuk aşılmasına yetiyordu. Hastamız ise kızlarının ayrıcalıklı tutumundan rahatsızlık duyduğunu her fırsatta dile getiriyordu.

Hastamıza tek yataklı özel hasta odası önermemize karşın ısrarla 3 yada 5 hastanın yattığı koğuşlarda kalmak istediğini belirterek öneriyi geri çevirmişti. Hastaların genellikle özel oda isteyip diğer hastalardan ayrı, kendine özel mekanda olma talebine alışmış olduğumuz için durumu yadırgamıştık. Ona refakat eden kızlarının özel odanın hem hasta, hem yakını için daha rahat olacağını söylemelerine karşın inadını kıramamıştık. Hastamız yalnız kalmak istemediğini, ısrarla kendi gibi diğer hastalar ile birlikte olmak istediğini vurgulayarak ayak diremiş, bizi de pes ettirmişti.

Bir nöbet akşamında bizimkini odasındaki diğer hastalar ile keyifli muhabbet içinde buldum. Hastamızın emekli otomobil tamircisi olduğunu özellikle motor üstadı diye bilindiğini ve her türlü araba ile ilgilenmiş olduğunu bu muhabbet sırasında öğrendim. Muhabbete katılmak için izin istedim.

vh3

-      Doktor bey, sen içeri geldiğinde insanların da arabalara benzediğinden söz ediyor, kimin hangi arabaya benzediğini üzerine tahmin yürütüp gülüyorduk.

-      İnsanlar ve arabalar? İlginç benzetme doğrusu. Gerçi senin gibi yıllarını arabalara vermiş birinden de bu beklenirdi. Peki, ben nasıl bir araba oluyorum senin gözünde?

-      Alınma ama bence doktorlar şirket arabası gibi çalışıyorlar. Onları herkes kullanabiliyor, her yere gidiyor, çok yol yapıyorlar. Ve emsallerine göre daha çabuk yıpranıyorlar. Bakımlarının iyi yapıldığı da pek söylenemez.

-      Yapma yahu. Durumumuz o kadar kötü mü? Başka ne tür insanlar var peki?

-      Kimi garaj arabası gibidir. Hep bakımlı, hep temiz. Ama pek fazla iş yapmazlar, öylece yeni gibi kalırlar. Çoğu insan toplu taşıma araçlarına benzer, diğer insanlar ile birlikte yaşar, çalışır zorluklara birlikte katlanırlar. Kimisi ise kamyon gibidir, yüklenir hayatın yükünü ve ölene kadar çalışır.

-      Peki sen kendini hangi arabaya benzetiyorsun?

-      Uzunca bir süredir kendimi taksiden çıkmış, hurda araba gibi hissediyorum. Hep insanlara çalışmış, onlarla birlikte olmuş emekliliğinde de onlardan uzak duramayan hurdası çıkmış yıpranmış araba gibi görüyorum kendimi. Üstelik hastane ortamında bu duygu daha da çok hissediliyor.

 vh1

Alanında bilgili birini bulunca arabamı değiştirmek istediğimden söz açarak tavsiye istedim. Kullandığım arabanın 3 yıllık olduğunu öğrenince yüzü asıldı. Söylenmeye başladı.

-      Anlamıyorum bu insanları. Hiç anlamıyorum. Sıfır kilometrede aldıkları araçlarından 2-3 yılda sıkılıp değiştiriyorlar. Eskiyince değiştirilirdi, bu meretler. Şimdi eskisi yenisi hep birbirine karıştı. 

-      Modeller değiştikçe insanlar da arabalarının eskidiğine inanıyor ve değiştirmek istiyorlar, ne var bunda?

-      Dünya ne ilginç değil mi, doktorum? Kiminin eskisi, kimi için yeni olabiliyor. Birileri arabası hep yeni olsun istiyor. Halbuki yenilemekle, o arabayla paylaştığı anıları da eskilerin arasına attığının farkında değil. Eskimiş olmanın, eski olmasına karşın bakımlı olmanın önemi ve değeri vardı, bir zamanlar. Şimdilerde bırak arabalarını, insanlar kendi yaşlanmalarına bile tahammül edemiyorlar.

 

Bu arada odadaki hasta yakınlarından biri hazırladığı kahveleri ikram etti. Bir süre susup kendimizi kahvenin kokusuna ve tadına verdik. Bizimki ise kısa süren sessizliğini bozup sürdürdü konuşmasını;

-      Bu yaşa geldim bu dünyayı anlayamadığıma karar verdim. Eskiden anladığımı sandığım dünya ise çok uzaklarda kaldı. Bu araba denen meretinsanları birbirine yakınlaştırsın, hayatı kolaylaştırsın, sevenleri birbirine kavuştursun diye icat edilmişti. Öyle sanıyordum.  

-      Değil miymiş?

-      Görünüşte öyle ama gerçek bu değil. Her evde herkesin bir arabası olsun isteniyor, cep telefoduna benzedi bu meretler. Herkes kendi arabasında yalnız başına, insanlardan uzak yollarda gidip geliyor. Arabalar insanları birbirine yakınlaştıracağına uzaklaştırıyor. İnsanlar arabalarını diğer insanlardan ayrılmak kalabalıklardan uzak durabilmek için istiyor, kullanıyor artık. Anlamıyorum bu dünyayı.

Şaşırmıştım. Hiç böyle düşünmemiştim diyecek oldum. Bana arabamın klimalı olup olmadığını, klima olduğunu öğrenince neden klimalı bir araba tercih ettiğimi sordu. Sıcak havalarda daha serin ve ferah yolculuk yapmak için tercih ettiğimi söyledim.

-        Anlatmaya çalıştığım da böyle bir şey, doktor bey. Arabanla ve arabandaki klima ile aslında aynı ortamda yaşadığın ve sıcağın altında pişen diğer insanlardan ayrılmış oluyorsun. Klimalı arabanın seni diğer insanlardan farklı, ayrıcalıklı, konforlu kıldığını düşünüyorsun.

-      Evet, ne var bunda?

-      Önce hava filtreleri, sonra polen filtreleri, klimalar vs çıkardılar. Arabalar astronot giysisine benzedi. İnsanlar her gittikleri yere kendi atmosferlerini de götürdüklerini zannediyor. Dışarı çıktığında havasız kalıp boğulacaklarını düşünüyorlar. Herkes birbirinden kaçıyor.

Kahvesinden kuvvetli bir yudum daha aldı. Sıkıntılı gözlerle odadakileri baktı.  

-      Bu yaşananların gerçek olduğuna inanamıyorum. Arabalar insanları yakınlaştıracaklarına uzaklaştırıyor. Bence bird yerde vahim bir hata yaptık, üstelik hatayı kabullenip dönmek de zorumuza gidiyor. 

-      Peki ne yapmalı sence?

-      Bilmiyorum. Bildiğim tek doğru, insan olarak yaşamak istiyorsam, yine kendim gibi insanların arasında kalmam gerektiği. Beni anlamak istemediniz, inatçılık yaptığımı düşündünüz ama işte bu yüzden istemedim özel hasta odasında tek başına kalmayı. Hastalığı olan, hastalığın sıkıntısını yaşayan insanlar ile aynı koğuşta kalmak istememi yadırgadınız hepiniz?  

Odada derin bir sessizlik oldu. Kahve için teşekkür ettim. Onları muhabbetlerine bırakıp, yalnız başına gecelediğim nöbet odama doğru kös kös ilerlerken gözümün önüne küçükken elimize direksiyon benzeri bir şey alıp kendimizi araba sandığımız oyunlar geldi. Sahi, bugünün çocukları da oynuyor mu acaba o oyunu?   

 

Dr. Mehmet Uhri

5 Responses to “Vahim Bir Hata”

  1. tepecik diyor ki:

    Merhaba Mehmet Bey, ne zamandır yeni yazınızı bekliyorum dört gözle. Dışarıda hala oyuncağı olmayan çocuklar var. Şehirler veya köy her yerde çocuklar hala ellerine geçirdikleri yuvarlak bir nesneyi araba niyetine kullanıyor. Ya da yine ellerini bir direksiyonu tutar gibi yapıp hayali bir arabayı kullanıyor. Kaleminize sağlık. Teknolojinin insanları yakınlaştırması dileğimle. Sevgiler,

  2. dilek saltık diyor ki:

    MUhri’m yine harika, yine dopdolu bir öykü, aynı fikirdeyim, teknoloji ilerledikçe insanlar yakınlaştık sanıp uzaklaşıyorlar, örnek facebook !
    Şu an ben seni telefonla arayıp sesini duymak yerine övgülerimi buraya yazıyorum. Buyur işte :)

  3. Dr.Atilla Demir diyor ki:

    Sayın Dr.Mehmet Uhri.Serbest tabip sayfasında sizin hikayelerinizi zevkle okuyorum.Eskiden buyana mesleği hekim olupta yazarlık alanında da isim yapmış yazarları ilgiyle okumuşumdur.Örneğin A.J.Cronin,Robin Cook,bizden hikayeci ceyhun atıf kansu gibi.Sizde de iyi bir okur olarak ışıltı görüyorum.mesleğimizin enstrümanı insan olduğu için bol materyele sahibiz.Bunu yazıya dökmek ise ayrı bir yetenek.Hekimlikte kırkikinci yılını dolduran bir melektaşınız olarak bu alanda ilerliyeceğinizi ümit eder başarılar dilerim.

  4. aziz kaya diyor ki:

    Çok duygulandırıcı.
    Çok beğendim.
    Koğuştaki diğer hastaların motor üstadının kendilerine benzemediğini farkedeceklerini ve aslında ondan pek de hoşlanmayacaklarını aklınıza getirdiniz mi? Bunu üstad da biliyordur. Bu onun ilk eylemi olmayacağına göre o bunu çoktan öğrenmiştir. Buna aldırmamayı da.. Teşekkürler Dr. Uhri

  5. Mehmet Uhri diyor ki:

    Teşekkürler sayın Demir,
    Bu şekilde yüreklendirici geri dönüşler aldıkça hem daha çok yazmak istiyorum hem de yazarken okuyucuya yönelik sorumluluğum arttığı için yazdıklarıma daha fazla özen vermek zorunda hissediyorum. Pişmek de böyle bir şey herhalde.
    Duyarlığınıza tekrar teşekkürler…
    Muhri

Leave a Reply