Tespih Saat ve Şifa Tası

biriz2O gün eskici dükkanının sahibi takas ettiği mallar ile birlikte gelen köstekli saati kurup ayarını yaptı, tozunu aldı vitrinde kösteğin halkasına uygun asacak yer arandı. O sırada çalan telefonun telaşıyla saati vitrindeki dua tasının içine Erzurum taşı tespihin yanına bırakıverdi.  Saat tespih ile yan yana gelmiş olmaktan rahatsız olmuştu, beni buradan alıp vitrinin görünen yerine kösteğim de görülecek biçimde asarlar diye bekledi.  Kimse ilk sahibi kadar ona özen göstermemiş olsa da o, insanlarla birlikte olmaktan memnundu. Eskiciye düşmüş olmayı içine sindirememişti.  Çok umutlu olmasına karşın o gün dükkan sahibi saati tekrar eline almadı. Ertesi gün ve daha ertesi gün de böyle bekleyiş içinde geçti. Üçüncü günün gece yarısına doğru zembereğin gücü azalmış, saatin tik takları yavaşlayıp teklemeye başlamıştı. Sessizliği bozan birlikte aynı tasta duran tespih oldu.

-      Aramıza hoş geldin, saat kardeş.

-      Sen de kimsin?

-      Birlikte vitrin dekoru olduğun tespihim. Aramıza katılman için zembereğinin boşalmasını bekledim. Tekrar hoş geldin.

-      Neden bekledin?

-      Zembereğin kuruluyken çok gergin görünüyordun. Üzerinde insan izi oldukça yüzümüze bakmaya niyetin yok gibiydi. Kasım kasım kasılarak gideceğin yeni insanı hayal ediyordun. Bizimle birlikte olmaktan da pek hazetmemiştin, sanki.

-      Haz etmem elbet. Siz alt tarafı bir tespihsiniz. Sayı saymayı beceremeyen kuş beyinliler için üretilmiş ipe dizili taşlardan başka nesiniz? Hem ne cüretle benimle bu kadar samimi konuşuyorsunuz? Haddinizi bilin lütfen.

-      Özürlerimi kabul buyurun haşmetmaap. Haddini bilmez sefil bir tespih ile aynı kabı  paylaşıyor olmak benim suçum değil. Gerçi benim de pek muhterem bir kullananım vardı. Taş diye aşağıladığınız Erzurum taşı üzerine gümüş kakmalarımı çok beğenir, okşar, sever elinden düşürmezdi. Yani beğenmeseniz de nacizane biz de birilerine kul olduk.

-      İyi de bunlardan bana ne? Hem saat ile tespih hiç kıyaslanabilir mi? Benim sahibim çok zengin ve özel biriydi. Zaman onun için kıymetliydi. Zamanı yanında taşıyabilmek için saatini özenle kullanır, kurmayı hiç ihmal etmezdi. Ara sıra herkesin ortasında çıkarıp hava atardı. Hep acelesi vardı ve bir yerlere yetişmek zorundaydı.

-      Telaşlıydı yani? Bizimkinin sinirli olduğu zamanlar olurdu ama onu pek telaşlı görmedim. Tespih çekerken sakinleşir şeker gibi biri olurdu.

-      Telaşlı, evet hep telaşlıydı. İşadamı olmak kolay mı? Oradan oraya koştur, onca adam çalıştır, iş buyur. Gerçi arada soluklanıp dinlendiği zamanlarda da hep heyecanlı görürdüm, onu. Önemli adamdı ve ben de onun en yakın yardımcısıydım.  

biriz1Saatin gece yarısına geldiğini hatırlatan büyük duvar saatinin sesi konuşmalarını böldü. Karşı duvardaki guguklu saat bir süre sonra ona eşlik etti. En son ses ise masanın üstündeki balerinli saatten geldi. Sonra yine ortam karanlığa ve sessizliğe büründü. Köstekli saat aynı kabı paylaştığı tespihe ne kadar zamandır burada olduğunu sordu.

 -      Zaman mı? Ne bileyim? Zaman senin işin. Benim için bugün ile geçen yıl arasında fark yok. Uzun, hayli uzun zamandır buradayım ama sanki dün gelmiş gibiyim. Rahmetli sahibim seninki gibi öyle çok önemli biri değildi. Biraz suratsızdı ama sakin ve sabırlıydı. Öyle saat filan taşımazdı, insanların gözlerinin içine bakamaz tespihi ile ilgilenirdi. Öfkelendiği zamanlarda tespihli elini hafifçe havaya kaldırır sonra bana bakar sakinleşir ?şu ölümlü dünyada? der susar içine atardı. Zaten içine atıp durduğu için erken öldü derler ya, bilemem orasını.  

-      Hayatı pek ciddiye almazdı yani, öyle mi? Benim ki ise hayatı yaşamak yerine böyle öte dünyayı düşünüp dua edenlere acır, onları başarısız bulurdu. Başarısızlıklarını kabul etmemek için kendilerini kandırdıklarını düşünürdü. Tanınan bilinen zenginlerdendi. Çok kişiye iş vermiş, duasını almıştır. Laf aramızda insanların özel hayatlarına bile karışırdı.

-      Seveni çok muydu?

-      Bu kadar başarılı ve gözde biri olunca seven kadar sevmeyeni de oluyor insanın. Ailesi ile arası pek iyi değildi. Çocukları yanında durmak istemedi. Karısına da az çektirmedi. Huyu böyleydi sanırım.

O ana kadar onları kucaklayıp sessizce dinleyen dua tası sessizliğini bozdu.

-      Susun artık. Amma gürültü yaptınız. Şurada bir rahat vermediniz. Neymiş senin ki öyleymiş de benim ki böyleymiş. Hepsi geçti gitti, kaldınız başbaşa. Üstünüze sinmiş şu ruhlardan kurtulun artık.

-      İyi ama?

-      Aması yok saat kardeş. Senin sahibin ruhu bedenine sığmayanlardanmış. Bedenden taşıp, heryere herkese bulaşmış kendini kabul ettirmeye uğraşmış. Kendince başarılı olmuş ama sonuçta geriye yine kendi yalnızlığı dışında bir şey kalmamış. Bedenine sığmayan ruh en sonunda bedeni terk edip gitmiş. O ruhtan geriye kalan üstüne sinen saçmalıklardan kurtul da edebinle otur şurada.

-      Ağzına sağlık, haddini iyi bildirdin.

-      Sana da bir çift sözüm var tespih. Tamam senin de sahibin muhterem adammış ama anlaşılan onun da ruhu bedenini kemirip durmuş. Bedenini kemiren ruhlar bedeni terkedip gidemez ama beden de öyle bir ruha çok dayanmaz. Beden erkenden çekip gidince kalmışsın o kemirgen ruhun döküntüleriyle. Kurtul sen de şunlardan. Hem gevezeliği kesin de gecenin tadına varalım, gündüzleri çok gürültülü oluyor buraları.

biriz3İkisi birden susup içinde bulundukları tası incelediler. Üzerine ayetler kazınmış, hayli eski bir dua tasıydı. Üzerindeki ayetlerin bir kısmı silinmeye yüz tutmuştu. İkisinde de yaşlı olduğu kesindi. Birbirlerine bakıp ev sahibinden fırça yemiş olmanın verdiği suskunlukla bir süre sustular. Tespih dayanamayıp ?iyi de sayın dua tası. Bu dediklerinizin ortası yok mu? Ruhlar bedenlerle birlikte uyumlu yaşayamaz mı?? diye sordu. Duvar saatinin tik takları dışında ses duyulmayan uzun bir  sessizlikten sonra dua tası cevap verdi.

-      Ruh dediğin öleceğini biliyor ama ne zaman öleceğini bilmiyor. O yüzden acı çekiyor. Ömür her an bitebilecek ama bir türlü bitmeyen yolculuk gibi görünüyor. Belirsizlik bitsin başı sonu bilinsin ne olacaksa olsun istiyor. Günü gelince gideceğini biliyor, gitmek istiyor, gidemeyince bulunduğu bedene acı çektiriyor. Beden bazen isyan ediyor ama genellikle tüm bunlara katlanıp yaşamaya çabalıyor. Eh artık gittiği yere kadar.

-      Peki sen ne işe yaradın bunca zaman?

-      Yine ahkam kesmeye başladın saat kardeş. Bak ben dua tasıyım. İnsanlar içlerinde birşeylerin ters gittiğinin her zaman farkındaydı. Üzerime kazıdıkları kutsal ayetlerin içilen su ile ruhun acısına iyi geleceğine onu dinginleştirip sakinleştireceğine inandılar. 

-      İyi geliyor mu bari?

-      Acı çeken ruhlar kandırılmak ve inanmak ister. Yeter ki bu fırsat ona sunulsun. O zaman çilesini içinde bulunduğu bedenle paylaşır, bakarsın bir gün o nemrut zalim adam gitmiş yerine pamuk gibi biri gelmiş. Anlamazsın. İşte ben onun için varım.

-      İyi de?

-      Dahası sizi burada bir araya getirenin ben olduğumu unutmayın. Üzerinizdeki o acı çeken ruhların izleri silinene kadar burada bu çanağın içinde kalacaksınız. Üzerinizdeki ruhlardan arınmadan yeni bir ruhun  sizi fark edip sahiplenmesi çok zor.  Yani gevezeliği bırakın edebinizle oturun şurada. Başımı şişirdiniz.

Sessizliği gecenin birini vuran duvar saati bozdu. Onu guguklu saat izledi. En son yine balerin çıktı ortaya. Geceyi selamladı. Köstekli saat zembereğinde kalan son güç ile iki tıklayıp sonra o da zamana teslim oldu.

 

Mehmet Uhri 

Leave a Reply