Taşın İnsanı

000028?O taşlar genç, bırak onları. Sen bu yandakilere bak? diyerek önünde duran tezgahı gösterdi. Erzurum?un simgesi Oltu taşının işlenip satıldığı Taşhanda dükkanlardan birindeydim. Biçim verilmiş ve parlatılmayı bekleyen taşlara elimi atınca dükkan sahibi bu sözlerle engel olmuştu. Saçı başı ağarmış, yüzünün kırışıklıkları artmıştı ama yine de yaşından daha çok yıpranmışa benziyordu. Elindeki biçim verilmiş ve gümüş kakma yapılmış Oltu taşlarını parlatıp parlak kuzguni siyah hale getirmeye uğraşıyordu.

Taşhan da ortalık sakindi. Girdiğim dükkanın sahibi aksi birine benziyordu. Fiyatını sorduğum bir iki ürün için kafasını bile kaldırmadan ?üstünde yazıyor, okuman yok mu? diye tersledi. Elime aldığım tespihleri gösterip hangisinin daha iyi olduğunu sorup yardım istedim. Bu kez yüzüme bakıp;

-         Beyim, hepsi aynı toprağın taşı, aynı elde işleniyor. Benzerler biri birine.  Sen eline iyi oturanı, içine sineni, dahası eline sıcak geleni seç. Canlı gibidir bu taşlar sevildiğini bildiği elde kullanıldıkça parlaklığı artır. Daha bir güzelleşir.

-         Peki yıkayabilir miyiz, bu taşları?

-         Yıkanır yıkanmasına da parlaklığını yitirmesin istiyorsan elinden düşürmeyeceksin. Tene değecek, ilgi görecek ki göstersin kendini. Biraz buraların insanına benzer, çocuk gibidir bunlar.

Tespihlerden elime daha sıcak geleni satın alıp paketlettim. Para üstünü denkleştirip paketlerken bu taşlara karakehribar da dendiğini Oltu ilçesi yakınlarında çok zor şartlarda ince damarlar halinde maden ocaklarından çıkarıldığını, çıkarıldığında işlenebilir yumuşaklıkta olan taşların havayla temas ederek taşlaşıp sertleştiğini anlattı. Tezgahın altında ıslak bez içinde tuttuğu ham taşları gösterip ?sertleşmeden işlenebilsin diye ihtiyacımız kadarını çıkarır ıslak tutar, kalanı toprakta bırakırız? dedi.

Bu sırada elinde sefer tasları ve tepsisi ile öğle yemeğini getiren sonradan hanımı öğrendiğim kadın girdi dükkana. Konuştuğumuzu görünce sessizce yemek kaplarını bırakıp kenara oturdu.

Dükkandan çıkmak üzereyken ?Dur hele beyim. Bu da senin kısmetin. Bir bardak ayran içmeden bırakmam? diyerek engel oldu. Bu sırada hanımı bardaklara ayran dolduruyordu.

-         Çırağın yok mu? Yalnız mı çalışıyorsun?

-         Yok beyim, yok. Şehir gencini tutamıyor ki, elinde. Biraz büyüyen büyük şehre kaçıyor. Neymiş, buralarda para yokmuş. Para olmayan yerde hayat olmazmış. Çekip gidiyorlar. İki oğlumu aldı elimden koca şehir. Kızımı buralarda gelin ettim de öyle tutabildim. Yoksa o da gidecekti ağabeylerinin yanına.

Hanımı bu sözleri doğrularcasına kafasını sallıyordu. Hafiften kederlenmişlerdi.

-         Beyim koca Taşhanda taş işlemeyi öğretecek çırak bulamıyoruz. İşler de çok iyi değil, zaten.

-         Neden böyle oldu?

-         Az önce söyledim ya, yenisi makbul değil bu taşların. Eskidikçe güzelleşiyor. Elindeki taşın değerini bilen yenisini almıyor. Satın alan da azaldı. Gençlerse başka telden çalıyor. Onlar eskiyi istemiyor artık. Devir değişti, her şeyin yenisi makbul. İş görse bile biraz eskiyen atılıp yenisi alınıyor. Bu taşlar onlara uymuyor.

Sonra az önce elimi attığımda ?onlar genç, bırak onları ? diyerek engel olduğu taşlardan birini aldı eline. ?Bilseler bu taşların buraların insanlarına ne kadar benzediğini, görürler elbet. Ama görmüyorlar? dedi.

-         Bu taşların nesi benziyor buraların insanına?

-         Toprağın kucağında yumuşaktır bu taş demiştim az önce. Bilirsin toprak anadır hepimiz için. Ana kucağında yetişir ailede pişeriz. Erzurum insanı da bu taş gibi ana kucağında yetişir, ailede şekillenir, işlenirdi. Dışarı çıktığında ise gördüğün o sert inatçı kararlı Erzurum insanına dönüşürdü, bu taş gibi. Dışı serttir lakin kalbi yumuşaktır, Erzurumlunun. Ama bu para derdi, göç belası mahvetti ortalığı.

-         Göçün ne gibi etkisi oldu?

-         Dedim ya ihtiyacımızdan fazlasını toprağa gömeriz bu taşın, sertleşmesin işlenebilsin diye. Büyük şehre insan yetiştireceğiz diye erkenden ana kucağından koparıp yontmadan cilalamadan gönderiyoruz çocuklarımızı. Oralarda daha da sertleşip, şekle girmez oluyorlar. Ana baba sözü de dinlemiyorlar. İşlenmemiş ham taş insanı olup çıkıyorlar. Bunların yetiştirdiği çocuklardan ülkeye ne hayır gelecekse?

Hanımı boş bardakları toplarken ?Kusura kalma, bizim bey oğulları ile kavgalı, kalbi kırık. Görüşmüyorlar. Benim ana yüreğim yanık bir şey de diyemiyorum? dedi. Bizimkinin suratı asılmıştı. Daha konuşmadı, elindeki işe döndü. Ayran için teşekkür edip dükkandan çıkarken hanımı kocasının yemeğini hazırlıyordu. Vitrinde asılı Oltu taşları ise gümüş işlemenin ışıltısı ve kuzguni siyah parlaklığı ile iyice tenhalaşmış Taşhanda tenine değecek, birlikte eskiyecek insanları bekler gibiydi.

Leave a Reply