Suskun çan

resim-762

Burada bunca Roma dönemi tarihi eseri arasında ne işim var? Niçin buradayım bilemiyorum. İzmir Bergama arkeoloji müzesinin bahçesinde Roma lahitleri ile birlikte boy gösteriyor olmak hoşuma gitmiyor değil ama yine de anlam veremiyorum. Koskoca Panagia kilisesinden geriye çanından başka bir şey kalmamış olması anlaşılan kimsenin umurunda değil. Cemaat göç ettirilip kilise kapandıktan sonra hurdacıların elinde eritilmeden arkeoloji müzesinin bahçesinde korumaya alınmış olduğum için şanslı sayılırmışım. Ne yazık ki eskisi gibi sesim çıkmıyor, dahası buralarda insanları bir araya getirmek için çan sesi işitilmeyeli öyle uzun zaman oldu ki umarım beni hatırlayan, sesimi işiten birileri kalmıştır.

haber_resimKilise çanı olarak burada, Bergama arkeoloji müzesinin bahçesinde suskun durduğuma bakmayın. Aslında Ayvalık yakınlarında eski adıyla Moskonisi yani Cunda adasındaydım. Savaş ve mübadele ile gidenler yanlarına kilisenin ikonalarından başka bir şey alamadılar. Diğer eşyalar da zamanla yağmalanıp yok oldu gitti. Koskoca Panagia kilisesinden geriye benden başka hiçbir şey kalmadı. Zamanında Cunda Adasının tepesinden sesim adalara kadar ulaşırdı. Kilise bölgenin ileri gelenlerinden Levanten Baltazzi ailesinin katkılarıyla yapılmıştı. Yıkık olan eski kilise alanına yeni kilise inşa etmek için ahaliden de destek toplanmış 1850 li yıllarda hizmete açılmıştı. Adanın o yıllardaki en yüksek yapısı inşa edilirken diğer dini cemaatlere nispet yapıyor olmamaya özen gösterip bu topraklarda yeşeren ana tanrıça kültünün Meryem Ana üzerinde birleşmiş şeklini ifade edecek biçimde kiliseye Panagia-Meryem Ana adı verilmişti. Kilisenin çanı ise Almanya?nın meşhur Bochumer Verein für Bergbau und gubstahlfabrikation (BVG) demir çelik firmasına ısmarlanmıştı. Bölgenin ileri gelenlerinden ve ileride adaya adı verilecek ( Alibey ) Ali Ağa ve Baltazzi ailesinin isimlerini taşıyan çan, yani bendeniz 1863 yılında kilisenin çan kulesine takılmıştım. İmal eden fabrika başlangıçta bıçak, kılıç ve makas yapan küçük bir demir çelik işletmesi iken Bochum bölgesinin kömür ve demirlerini işleyip başta kiliselerin kutsallığının simgesi olan çan olmak üzere demir aksam üreten fabrikaya dönüştürülmüştü. Kiliselere çan dökmek gibi kutsal bir görev için kurulan fabrikanın üretimi Otto von Bismark’ın Şansolye olmasıyla yükselen Alman milliyetçiliği etkisiyle Alman orduları için silah üretmeye yöneldi. Kiliseye çan olmak yerine ölüm silahına dönüşmekten son anda kurtulmuş olsam da bugünkü halimden memnun olduğum pek söylenemez. İnsanları barış içinde ibadete çağıran çanları üreten ellerin silah üretmeyi kabullenmesini de doğrusu anlayabilmiş değilim.

O kadar silahı üretip kullanmamak da olmaz.

pan_2Yıllar boyu süren savaşlarda yaşanan ölümler, ayrılıklar ve ezanı susan, çanı çalmayan ibadethaneler hep o üretilen silahları kullananlar yüzünden gerçekleşti. Çan yerine silah üreten eller ham madde bulamadığı zamanlarda kiliselerin eski çanlarını bile eritip silaha dönüştürdü. Aynı fabrika ve aynı insanlar yıllar sonra savaşlarda hurdaya çıkan silahları eritip utanmadan yine kilise çanı yapmayı sürdürdü. Savaşlar ise bölgeyi yaktı kavurdu. Barış içinde bir arada yaşayan insanları düşman etti.

Ayvalık ve çevresinde savaşlar sonunda kaybeden taraf kilisenin cemaati olunca göç kaçınılmaz oldu. Yerlerine Midilli ve Girit adasından gelen Müslüman ahali yerleştirildi. Kilise cemaatsiz ve sahipsiz kaldı. Adanın çan sesleri sustu. Yıllar süren suskunluğum boyunca Panagia kilisesi özellikle deprem etkisi ile iyice kullanılamaz hale gelince viraneye döndü. Kilisenin ayakta kalan taşları yakındaki ilkokulun yapımında kullanılırken zamanında vaftiz ettiğimiz onca çocuk büyümüştür, gelir sahiplenir diye umutlandım ama kimse gelmedi. İkinci dünya savaşı yıllarında saldırı alarmında siren yerine kullanılmak üzere sökülüp Ayvalık’ın girişindeki tepeye yerleştirdiklerinde sesim yine bölgede yankılanacak diye sevindim. Ancak sevincim çok sürmedi. Neymiş ? Ahali çan sesinden rahatsız oluyormuş.

resim-767

Böyle sessiz sakin durduğuma bakmayın insanoğlunun ne kadar değişken ve ne kadar acımasız olabildiğini gördüm, yaşadım, işittim. Onlar ki benim sesimle uyanır ezan sesiyle atışmalarımızı dinlerdi. Sonra ne olduysa düşman oluverdiler. Bir arada yaşamak hayatı paylaşmak yerine evini açıp sofrasına davet ettiği komşularıyla bir gecede savaşa tutuştular. Doğumlarını ve bayramlarını birlikte kutlayan, çocukları sokakta aynı oyunları oynayanlar ne olduysa birbirlerine acımasız davranmaya başladılar. İnsanoğlunun ne kadar değişken olabildiğini o sırada gördüm. Mübadele ile ayrıştırılmanın barış için en doğrusu olduğuna inanıp isyan etmeden, seslerini çıkarmadan göçe razı edildiler. İtiraz edenler oldu. Bir arada barış içinde yaşıyorduk, yine yaşarız, göçe gerek yok diye sesini çıkaranları kimse duymadı, duymak istemedi. Acılar zamanla unutulur sandılar. Kendilerini kandırdılar.

Üzerimde Ali Aga ve Baltazzi ailesinin ismini taşısam da gövdemdeki “haç” birilerini hep rahatsız etti. Hurdacıların eline düşmekten Bergama müzesinin kararlı duruşu kurtardı. O günden beri Bergama Arkeoloji müzesinin bahçesinde tutsağım. Çok şey görmüş yaşamış suskun bir çan olarak öylece duruyor, gelen gideni seyrediyorum. İnsanların bir zamanlar kutsal kabul ettiği ne varsa hepsini üzerimde taşıyor öylece suskun bekliyorum. Gün gelip sesimin işitileceği, insanların birbirine düşmanlık duymadan bakabileceği, hayatı paylaşacağı günleri hayal ediyor ve bekliyorum.

Toza ve kire bulanmış, inceden paslanmış da olsam şeklimi şemalimi, içimdeki tınıyı koruyorum. Yaşananlara bakıp, bir de şu insanoğlu hangi şekle gireceğine karar verse, kafa karışıklığından kurtulsa diye düşünüyor öylece suskun bekliyorum.


Mehmet Uhri

Not: Üzerlerine tıklayarak bu suskun olduğu kadar geveze çanın fotoğraflarını daha detaylı inceleyebilirsiniz.

One Response to “Suskun çan”

  1. hakkı uyar diyor ki:

    muhteşem bir yazı olmuş.sizi tebrik ediyorum…

Leave a Reply