Su Gözyaşında Dinlenir

img5473bademliliyj81

“Lodosu yakındır bu ülkenin, o zaman temizlenir arınır yine kendimize benzeriz. Zevzeklik edip durmayın” diye yan masada oyun oynayan köyün delikanlılarına söylendi.

Köyün kahvehanesinde ilişecek boş masa bulamayınca izin bile istemeden oturmakta olduğum masanın öbür ucuna ilişti. Delikanlılar ise ihtiyara takılmayı sürdürüyor, bizimki giderek hiddetleniyordu.

Kahveci sormadan getirdiği çayı masaya bırakırken delikanlılara sert bir bakış atıp bizimkini “uyma sen onlara” diye sakinleştirmeye çalıştı.

Kısa süren sessizlikten sonra delikanlılar hep birlikte “Zeynebim” türküsünü söylemeye başlayınca bizimki hiddetlenip masadaki kül tablasını kapıp delikanlıların üzerine yürüdü.

Araya girip işin büyümesini önlemeye çalıştım.

Tatil niyetine şehirden uzaklaşıp Kuzey Ege’nin unutulmuş mübadele köylerinden birindeydim. Hani hayatın hep yavaş aktığı, köy berberinin sakal tıraşını bile yarım saatte bitirdiği yerlerdendi. Gel gör ki, onca sakinlik içinde kahvehanedekiler müdahale etmese kavganın ortasında kalıyordum.

Bizimki tekrar yerine oturdu ancak her an patlamaya hazırdı. Ara sıra yan masaya öfkeli gözlerle bakıyor “Bu yaştan sonra çoluk çocuğa maskara olduk” diye söyleniyordu. Konuşturup sakinleştirmeye çalıştım. Bu arada kahveci çaylarımızı tazeledi. Köyün yerlisi olduğunu, uzun yıllar teknesi ile yaptığı balıkçılığı yaşlanınca bırakmak zorunda kaldığını anlattı.

“Önce teknemi karaya çektim sonra da kendimi. Bir daha da dönemedim denizlere. Karada kaldım” diye söylendi.

Hanımını, hayat arkadaşını iki yıl önce yitirdiğinden, yalnız yaşadığından, lodos ile kabaran denizin sahile bıraktığı öteberiyi toplayıp satarak, lodosçuluk yaparak geçindiğinden söz etti.

- Ya lodos esmezse?

- Eser elbet. Bazen geciktiği olur. Deniz iyice kirlenir ama lodos er veya geç gelir temizler ortalığı.

- Az önce bu ülkenin lodosu yakındır demiştin. Ne demek istediniz?

Göz ucuyla delikanlılara bakıp sanırım içinden sövdü. Kısa boylu geniş alınlı hafif kambur biriydi. Alnındaki çizgiler hayli derindi.

- Bak beyim. Ben denizden anlarım. Ne öğrendiysem denizden öğrendim. Rahmetli babam ülkeyi buranın denizine benzetir “Rüzgâr esmeyince kirleniyor, kiri pisi ne varsa yüzeye çıkıyor. Denizin üstündekiler yüzünden denizi, balıkları içindeki hayatı unutup hep o yüzen şeylerden konuşuldukça biriken çer çöp önemli hale geliyor.” Derdi.

-    E ne var bunda? Konuşulacak elbet.

-    Üzerinde konuşuldukça ipsiz sapsız köksüz ne varsa şişinip kendini önemli zannediyor. Toplayıp satarken beş para bile etmeyen o lodos artıkları haklarında konuşulduğu için kendilerini önemli sanıyor. Sonra gün geliyor ülkede lodos esmeye başlıyor o köksüz sapsız süprüntüyü kıyıya atıp ortalığı temizliyor. Bakıyorsun ülke arınmış, deniz durulmuş, her şey yerli yerine oturmuş.

-    iyi de ülkenin arınıp temizlenmesi için ille Lodos esmesi mi gerekiyor. Temiz tutamıyor mu? Ya da kendi kendini temizleyemiyor mu?

- Orasını bilemem. Zor görünüyor. Millet “ayaklar baş oldu, ipsiz sapsız insanlar ülkeyi yönetiyor, kirlendik” diye dem vuruyor ama iş ortalığı temizlemeye gelince kimse kılını kıpırdatmıyor. Lodosu bekliyor. Benim gördüğüm hep bu. Lodos gelip denizin o fazlalıklarını kıyıya atıyor arkasından da sağlam bir yağmur bırakıp sokakları caddeleri tertemiz yapıveriyor.

Eliyle masadaki delikanlıları işaret edip sesini yükselterek “Lodosu yakındır buraların. Günü geldiğinde herkes haddini bilecek” dedi.

Bu sırada kahvehanenin alaca sarı kedisi biraz sürtündükten sonra bizimkinin kucağına çıkıp oturdu. Bir süre sessizce kediyi okşadı, kedi de mırıltıları ile ona yanıt verdi.

Az sonra gitmek için ayağa kalkıp oturduğu tabureyi eline alınca kahvehaneye elinde tahta tabureyle gelmiş olduğunu fark ettim. Tabureye merakla baktığımı görünce “Hanımın taburesi. Mezarının ayakucuna yerleştireceğim. Yürürken iyi de uzun süre ayakta kalınca dizlerim çok ağrıyor. Eh, gitmesen de olmuyor” diye açıklama yaptı.

Tabureyi elinden alıp eşlik etmek istediğimi söyledim. Kahvehaneden birlikte çıktık. Önünden geçerken evinin önünde kaldırıma oturup bir süre soluklandı. Kapısı mavi boyalı tek odalı avlulu eski taş evlerdendi. Bahçedeki tenekelerde kırmızı ve beyaz sardunyaları işaret edip “Rahmetlinin emanetleri. Yalnızlıkta yarenlik ediyorlar” dedi.

Konuşmadan ağır adımlarla sokağın sonuna kadar yürüdük. Mütevazı köy mezarlığına kapısına gelince durdu. Kafasını kaldırıp gözlerimin içine baktı elini omzuma koydu.

- Zeynep. Bizim rahmetlinin adı Zeynep’ti. Az önce delikanlıların söylediği “Zeynebim” türküsüne o yüzden öfkelendim. Kızdırmak için yapıyorlardı. Araya girdiğin için sağ olasın. Bazen Yörük damarım tutuveriyor. Kendime hâkim olamıyorum.

- Önemli değil. Ama bu yaşta böyle bir hayat çok zor. Ne zaman emekli olup dinleneceksin, bana onu söyle?

- Dinlenmek mi? Burada mezarlıkta rahmetli ile hasbıhal ederek dinleniyorum, ya.

Bir süre mezarlığa baktı. Kederlenmişti. Gözünün kenarında beliren bir damla gözyaşını eliyle silip ilerideki ağaçları gösterdi.

- Babam rahmetli hareket eden her şeyin bir yerde dinlendiğinden söz ederdi. Ona göre rüzgâr ağaçların yapraklarında dinlenirmiş. Rüzgâr durduğunda ortalığı kaplayan sessizliğin nedeni rüzgârın uykuya dalmasıymış. Su ise hep akar durur bir tek gözyaşında dinlenir derdi, rahmetli.

- Peki ya insan. İnsan nerede dinlenir?

- İnsan, toprağında dinlenir. O yüzden götürüp cenazeleri memleketine gömerler. Bilirler ki bedenler toprağında huzur bulur. Bak hanımım burada kendi toprağında dinleniyor. Elbet bir gün sıra bana da gelecek.

Tabureyi elimden alıp mezarlığın kapısına yönelirken beni durdurdu. “Hadi git artık. Sen buralı değilsin, kendine dinlenecek yer bulana kadar da durma” dedi.

Mezarlığın girişinde öylece durup ardından baktım. İhtiyar Yörük elinde sıkıca tuttuğu tabureyle ağır adımlarla mezarların arasından ilerleyip uzaklaştı.

Mehmet Uhri

6 Responses to “Su Gözyaşında Dinlenir”

  1. Varol TAMER diyor ki:

    Her insan farklı bir hikaye, hatta farklı bir dünya barındırıyor içinde. Bunları bulup, çıkarıp bizimle paylaştığınız için gönülden teşekkürler…

  2. Nurcan diyor ki:

    Merhaba Mehmet Bey,
    Yeni yazınızı da keyifle okudum.Ve peşi sıra yazılarınızın hepsine baktığımda,sanki hepsini ezbere biliyorum.Gölgesi güvenli,okyanusun imzası,Derbent Çınar’ı,geveze çınar demeli belki de…Bir yazınızda,el falına bakan kadın bir hastanızdan bahsetmiştiniz,bir doktor arkadaşınızın el falına bakmak istemişte,doktor bir an korkup elini çekmişti.Sonra diğer kadın hastalardan biri fal bakan kadının kendi ellerini sorunca,kadın benim ellerim sstu demişti.Acaba önce eller,sonra yürek mi susuyor.Birde yüzük parmağı işaret parmağından uzun olanlar sanatına düşkün olurmuş,sizinki ni bilmem ama,benim yüzük parmağım uzun.Gelecekte yazdıklarım kıymet görür mü acaba…Arada sizinle paylaşmak isterim.Belki eski usül mektupla gönderirim kim bilir,ya da bir dondurma ile çalarım yine kapınızı…Kaleminiz hiç tükenmesin,yüreğiniz hiç susmasın.Sevgi ve sağlıkla kalın.

  3. Mehmet Uhri diyor ki:

    Böyle okuyucusu olunca insanın, giderek daha ağır bir sorumluluk hissederek yazıyorum. İyi ki varsın…

  4. dilek saltık diyor ki:

    Ellerine, kafana, gözlemine ve diline sağlık kardeşim. İçimi ısıttın yine

  5. selman yıldırım diyor ki:

    Lodosu sanki (ne sankisi) geldi bu ülkenin!…
    Hem de öyle güzel esiyor ki…diren diren esiyor…

  6. HACER SONKAYA BALTAOĞLU diyor ki:

    Mehmet Bey serbest Tabip grubu var olduğundan beri sıcacık, yalın ,içten,sükunet verici ,insanı bir anda sarmalayıveren öykülerinizi büyük bir keyifle okuyorum.Elinize,yüreğinize sağlık…

Leave a Reply