Soru Neydi?

kafakark-d010-123e-775d

Sahi! Soru Neydi?

Unuttuk değil mi? Kafamız o kadar karışık ve elimizdeki yanıtlar o kadar çok ki; “İyi de bu yanıtların soruları nerede? Hangi sorunun yanıtı bu elimizdekiler?” diye sormaya bile korkuyoruz.

Sanki hayatın normal akışı böyleymişçesine hiç merak etmeden, bağını sormadan elimize tutuşturulan yanıtlarla oyalandıkça asıl sorudan uzaklaşıyoruz.

Aslında biliyoruz; hayat “ben kimim veya neyim?” sorusuyla başlıyor.

Soru değişmese de yaş ilerledikçe yanıt değişebiliyor. Annenin uzantısı olmakla başlayan kendini tanıma çabası zaman içinde farklı yanıtlar üreterek kimlik arayışı halinde sürüp gidiyor. Başlangıçta birilerinin kızı veya oğlu şeklinde olan yanıtlar sonraları aynadaki ben, ailenin üyesi, sülalenin uzantısı, giderek mahalle, okul, sosyal topluluklar biçiminde bir sürü yeni yanıt üretse de hep bir şeyler eksik kalıyor. Her seferinde kendini yineleyerek hayat ile birlikte peşimizi bırakmayan “Kimim ben?” sorusu, sizden başka bir şey olmanızı isteyen, bekleyen ve hatta soruyu unutup önceden hazırlanmış yanıtlarla oyalayanlara inat hep bir yerden kendini gösteriyor.

Soruyu, elinizdeki yanıtlarla cevaplamaya kalktığınızda kim olmadığınızı anlatabiliyorsunuz da kim olduğunuz kısmı hep açıkta kalıyor. Bu nedenle içinde bulunduğunuz topluluğun parçası, modeli ve hatta topluluğun kendi olmanız dayatmasına karşın “ben kimim?” sorusu tehlikeli bir soru olarak görülüp hep kontrol altında tutulmaya çalışılıyor.

Genellikle kimliği sorgulamak yerine kitlesel kimliğe sığınıveriyoruz. Anne babanın verdiği isimle hakkımızdaki beklentilerini dile getirmeleri, adımızla yaşamamızı istemeleri bile birilerini rahatsız ediyor. Okula başladığınızda isminizin önünde bir de numara ekliyorlar. Kendinizi tanıtmanız istendiğinde numaranızı, adınızı ve soyadınızı söylemeniz yeterli olması kimseyi rahatsız etmiyor. Sonuçta kendimizi tanımaktan çok başkalarının gözündeki kendimizi tanımlamanın kolaycılığına kaçıveriyoruz.

Üstelik okul bitse de kimlik numarasından kurtulamıyoruz. Kim olduğumuz sorulduğunda o anlamsız numarayı söylememiz yetiyor gibi görünse de bir şeylerin yanlış gittiğini hissediyoruz. Ancak hayat üzerimize öyle bir çullanıyor ki; “Ben kimim?” sorusu sorulması anlamsız, gereksiz hatta tehlikeli kabul edilen sorulardan sayılıyor.

Sahi! Soru neydi?

O ilk soruyu yanıtlamayı bırakıp iyi kötü dayatılan kimliklerle ayaklarımız üstünde durmaya çalışırken bazılarımızın aklına bu kez “neredeyim, ne yapıyorum?” soruları takılıveriyor. Böyle “tehlikeli” sorulara kafa yormak yerine hazır yanıtlarla avunmamız bekleniyor. Yanıtlara uygun hazırlanmış sorular ile hasarsızca, suya sabuna dokunmadan geçip gitmek mümkünken birileri arıza çıkarıyor. Döneme uygun hayat şablonlarından birini üzerimize giyip oynadığımız rolün hakkını vererek kendimizi tanımadan öylece geçip gitmenin normal olduğu dayatılıyor. Dahası aradaki küçük kaçamaklarda “felekten çalınan bir gün veya gece” biçiminde adlandırılıp suç işlediğimizi kabullenmemiz bekleniyor.

Tüm bunlara rağmen “ben kimim, neredeyim, ne yapıyorum?” Diye ortaya çıkıp kendi yanıtlarını kovalayanları toplum düşmanı, bozguncu hain diye damgalamaktan uzak durmuyoruz. Bize asıl soruyu hatırlattıkları için aykırı olmakla suçlananlara eziyet edildiğini görsek de sesimizi çıkarmadan izlemekle yetiniyoruz. Ne de olsa bizim kavgamız değil diye düşünüyoruz. Hatta kendilerini suçlu hissetmeleri gerektiğine inanıyoruz. Çoğu kez seslerini kısmayı başarsak ve elimizdeki yanıtlarla avunmaya çalışsak da bir şeylerin yanlış olabileceği kuşkusu beynimizi kemirmeyi sürdürüyor.

Eline tutuşturulan oyuncağı ile yetinen çocuk gibi ses çıkarmadan istenilen biçimde yaşadıkça takdir alıyoruz. Oyuncağını bırakıp inatla kendi oyununu oynamaya çabalayan “yaramazlara” ise arızalı gözüyle bakıyoruz.

Bu arada ilerleyen yaş ile birlikte aynadaki görüntü de yaşlanıyor. “Ben kimim” Diye sormaya cesaret edemese bile hayata şaşkınlık, heyecan ve umutla bakan çocuğun bakışlarının günden güne solduğunu görüyoruz. Bunu bile yadırgamıyor böyle olması gerekiyor diye kendimizi ikna ediyoruz. Bazılarımız soruyu hatırlayıp aynadaki yaşlı görüntüsüne “ne işin var tanımadığın o bedenin içinde?” diye söylenirken bile “aman kimse duymasın, şimdi yanlış anlar, delirdiğimi düşünürler” endişesi ve suçluluk duygusuyla aynalardan kaçabiliyor.

Soru ise inatla ortalıkta öylece duruyor. Sahi, neydi soru?

Ben kimim sorusuna sıra dışı bir yanıt ile sözgelimi; kedi gibi miskin biriyim, hatta ev kedisiyim, kafesinden çıkmak isteyen özgür bir kuşum veya çocuk ruhlu bir ihtiyarım diyebilme cesaretini gösterenlere aklını yitirmiş gözüyle bakmak kolayımıza geliyor.

Kimse o soru sorulsun istemiyor.

Öyle sert bir soru ki kaçıp kurtulmak kolay olmuyor. Sorunun sorulmasının gerektiği zamanlarda bile sansürü bırakmıyoruz. Mezuniyetlerde andaç hazırlanırken fotoğrafınız ile birlikte kendinizi anlatan yazıları bile arkadaşlarımıza yazdırıyoruz. Nadir de olsa inat edip kendi andaç metnini kaleme almaya kalkışanlara arkadaş yoksunu, asosyal zavallı yaratıklar gözüyle bakıp kolayca dışlıyoruz.

“Kimim ben?” sorusundan yoksun, hazır yanıtlarla geçen koca bir ömür en baştaki soruyu unutturmuş gibi görünse de cenaze törenlerinde “rahmetliyi nasıl bilirdiniz?” sorusu bile yine aynı konuya işaret ediyor. Kendi cenazesinde bile başkalarının onu nasıl bildiği soruluyor da “rahmetli kendini nasıl bilir, nasıl anlatırdı?” sorusu akla bile getirilmiyor.

İlk soruyu ıskalayıp ikinci soruya ortadan dalanların hali ise çok daha zor. “Neredeyim, ne yapıyorum?” sorusuna yanıt arayanlar başlangıçtaki kimlik sorusunu yanıtlamadıkları için tıkanıp kalıyorlar. Kendine anlatacağı kimliği olmadan hayatın anlamını kovalayan o insanların içinde de bohem hayat, gezgin yaşam, hayatı dolu yaşamak gibi yaftalarla uzaktan imrenilerek bakılan ve gittiği her yerde aslında kendini arayan birini görüyoruz.

Sizden beklenilen ve sunduğu kariyer olanakları ile normal kabul edilen hayatın içinde ne kadar yol almış olursanız olun biri önünüze çıkıp “tüm bunları bırak da bize kendini anlat. Kimsin ve ne yapmak istiyorsun?” Diye sorduğunda afallamak kaçınılmaz görünüyor. Elinizdeki yanıtlardan hiç birinin sorulan sorunun yanıtı olmadığını fark ettiğinizde rahatsızlığınız artıyor.

“Büyük çıkmaz akla gelip de sorulmayan sorularda, bazen insan içten içe düşünür hesaplar da, Ne kadar azdır yaşadığımızdan yaşadığımızı sandığımız” dediği gibi şairin sorulmayan sorular olmadan kendi olamayacağını bildiği halde susup elindeki oyuncakla avunanların çoğunlukta olması gerçeği değiştirmiyor.

Kendini arayan, kendi oyununu ve ürettikleriyle kendi rengini ortaya koyan sanat ve bilim insanlarına biraz da bu nedenle sıra dışı yaratıklar gözüyle bakıyoruz. Kim olduğu sorusuna dürüstçe yanıt vermeye çabalayan, gizlemeden kendini ortaya koyan ve öldüklerinden sonra bile ürettikleriyle varlıklarını ortaya koyanlar ilk soruyla yüzleşmekten korkmadıkları için farklılar. Farklı oldukları ve hayatla korkmadan yüzleşebildikleri için mezar taşlarında adının önündeki unvanlar yerine kendilerini anlatan bir şeyler olmasını, hatta bir köy mezarlığında başucunda çınar ağacını bile yeterli görebiliyorlar.

Soru ise gözümüzün önünde öylece duruyor. “Ben kimim? Neredeyim? Ne yapıyorum?” Elindeki hazır yanıtları bırakıp soruya yönelme cesaretini gösterenler için yanıt, insandan insana farklı yaşlarda değişse bile ve yanıtlama çabası toplumca pek kabul görmese de birileri inatla kendi yanıtını üretmeye devam ediyor.

Hani denk gelir günün birinde onlardan biriyle karşılaşırsanız korkmayın. Gördüğü onca eziyete rağmen o da sizin gibi biri. Öyle zengin filan da değil. Elinde sizdeki kadar çok yanıt olmasa da onun için değerli, hem de çok değerli bir sorusu var.

O kadar.

Mehmet Uhri

One Response to “Soru Neydi?”

  1. Önder Beytekin diyor ki:

    Çok yüzeysel yanı da var,çok derin ve karmaşık yönü de var- Ben Kimim-
    Tıbbi terimleri pek bilmem ama çok irdelenebilir çok derinlere gidilebilir çok genişleyebilir şizofreniye kadar gider.Cevabı çok kolay ama perde gerisinde çok zor soru. Toplumla bilke ters düşülebilir,soyutlanabilirsiniz de öyle bir yöne gittiğinizde.

    Neyse yazınız çok ilginç,anlamlı bizi sorgulamaya götürür hali var.
    Selam ve Saygılar
    Ama herehalde düşündüklerini yapamayan denebilir.

Leave a Reply