Sonbahar Yaprağına Tutunmak

sonbaharGüneşli ve açık bir sonbahar günü nöbet ertesi iznim nedeniyle kendimi iş ortamından atma fırsatı bulmuş ve fotoğraf makinemi da alarak Emirgan korusuna gitmiştim.

Ortalık, kahverenginden sarıya, yeşilden kırmızıya bir renk cümbüşüne bürünmüştü. Arada bir ağaçların arasından kendini gösteren güneş daha çok gölge oyunlarına bulaşıp  gizlenme telaşındaydı. Ağaçlardaki sincaplar ise çoktan oyuna dalmış gibiydi.

Biraz sonra, ileride bankta oturan orta yaşın biraz üzerinde iyi giyimli adamı fark ettim.

Bastonuna dayanmış yere bakıyordu. Bir hayli didiklenerek okunduğu belli olan gazetesini oturduğu yerin yanına bırakmıştı.

Önce çaktırmadan fotoğrafını çekmeye çalıştım. Ancak beni çabuk fark etti. Yanına gidip izin almanın daha doğru olacağını düşündüm.

-          Beyefendi fotoğrafınızı çekmeme izin verir misiniz?

-          Niçin?

-          Amatör olarak fotoğraf çekiyorum. Korunun güzelliği içinde sizin dalgın dalgın duruşunuzu resimlemek istemiştim.

-          Başka işin yok mu senin? Ne iş yapıyorsun sen?

-          Doktorum. Bugün izinliyim. Farklı bir işle uğraşmazsam dinlenemiyorum.

-          Doktor mu? Ne doktoru?

-          Kanser üzerine yoğunluklu olarak çalışan bir branşta uzmanım.

-          Kanser doktorusun demek. Kanser teşhis ettiğin bir hastana hastalığı hakkında bilgi verir misin? Yoksa saklamayı mı tercih edersin?

İş ortamından kaçayım, başka bir işle uğraşayım da dinleneyim diye çıkmıştım yola ama anlaşılan nafile bir çabaydı bu.

-          Zor bir soru. Niçin soruyorsunuz?

-          Çok kısa bir süre önce eşimi, hayat arkadaşımı, çocuklarımın annesini kanserden kaybettim. Yaralıyım kusura bakma. Buralara gelip sürekli olarak kendimle ve hayatla hesaplaşıyorum.

Ben fotoğraf çekmeyi unutup beyefendi ile konuşmaya daldım. Eşini mide kanseri nedeniyle kaybetmişti. Tanı konulduktan sonra 1 yıl yaşamamıştı. Hastalığın da sağlığında biraz kaderle ilişkili olduğunu kabul eden bir tavrı vardı. Sağlık sisteminde karşılaşmış olabileceği aksilikler onun umurunda bile değildi. Eşinin bankacı olduğunu ve hayatını finansal gerçekler üzerinde şekillendirdiğini, her fırsatta şeffaf olunması gerektiğini gerçeklerden kaçılamayacağını söyleyip duran biri olduğunu anlattı.

-          Yaşamı tüm çıplaklığı ile ortaya koyma çabası onun için mutlaktı. Çocuklarımızı yetiştirirken de en çok buna dikkat ederdi. Her şeyi affeder yalan söylemeyi affedemezdi. Hayatın doğrular üzerinde kurulması gerektiği konusunu her fırsatta dile getirirdi.

-          Sonra ne oldu?

-          Rahatsızlandı. Doktorlar vs. derken kanser teşhis edildi. En başından itibaren doktoruna ne teşhis edilirse edilsin kendiden saklanmaması konusunda kararlı olduğunu bildirdi. Doktorumuz benim de onayımı olarak eşime kansere yakalandığını söyledi. Hatta eşimin ısrarı üzerine kanserin ilerlemiş durumda olduğunu ameliyat şansının bulunmadığını da anlatmak zorunda kaldı.

-          Sonra ne oldu?

-          Sanki dünya hepimizin başına yıkıldı. Gerçeğin bu kadar acımasız olmasını kabul etme çabamız her fırsatta başarısızlığa uğradı. Sanki eşimi önce orada kaybettim. Huysuz, geçimsiz, saldırgan biri oldu. Her fırsatta bana ve çocuklarımıza aksi davranıyordu.

-          Tedavi için ne yapıldı?

-          Her şeyi yaptım. Eşimi İngiltere?ye götürdüm. En son tedavi seçeneklerini dahi uyguladılar. Büyük maddi kayıplarım oldu ancak karşılığını alamadım. Üstelik eşimi bu topraklardan çok uzaklarda kaybettim. Son arzusu nerede ölürse orada gömülmekti. Bu da kendince gerçekçi bir istekti. O yüzden Londra?da bir Müslüman mezarlığına gömüldü.

-          Başınız sağ olsun.

-          Biliyor musun doktor; eşimle birlikte geçirdiğim kahredici son bir yılı bize zehir eden kanser gerçeğiydi. Keşke ikimiz de bilmeseydik, biri birimize yalan söyleyebilseydik.

-          ……………..

-          Şimdi görüyorum ki hayatın gerçekler üzerinde oluşturulması gerektiği kocaman bir aldatmacaymış. Ölüm gibi bir gerçeği unutup duruma, yere, zamana göre değişen gerçekler arasında yüzüyormuşuz ve doğruculuk oyunu oynamaya çabalıyormuşuz. Üstelik çocuklarımızı da böyle yetiştirerek onları da zehirlemişiz.

Yerden bir sonbahar yaprağı aldı. Kısmen yeşil, kısmen sararmaya yüz tutmuştu.

-          Şu yaprağa iyi bak. İnsan hayatı da bu yaprak gibi. Günü geldiğinde sonbaharını yaşayacak. Kuruyup toprağa karışacak.

-          Eşim ve ben son zamanlarımızda anladık ki hayatta sonbahar ya da ölüm gerçeğin ta kendisi. Bir yaprak gibi dalında yavaş yavaş kuruyup özünü aldığımız ağacın toprağına karışacağız. Ancak eşimin ısrarıyla doktorumuzun bize bu gerçeği zamanından önce söylemesi ile işte bu yaprak gibi henüz kurumadan ağacımızdan koptuk ve rüzgarda sürüklenmeye başladık. Sanki bir başka ağaçta yeniden hayat bulabilirmişiz gibi gavur ellerine kadar gittik ve oranın toprağına karıştık. Kendi gerçeğimizi öğrenmek, sürdürmek uğruna hayat gerçeğini görmezden geldik.

Ayağa kalktı, gazetesini koltuğunun altına aldı. Elinde tuttuğu hafif sararmış sonbahar yaprağını itina ile yere bıraktı. Hafif nemli gözleri ile gözümün içine baktı. ?Söylemeyin sakın, hiçbir hastanıza kanser olduğunu söylemeyin. Onlar istese bile söylemeyin. İnsanların bir sonbahar yaprağına tutunmasına fırsat verin…? dedi ve yürüdü gitti.

Leave a Reply