Sandık Odası

20090827ay228734_06-200x200Yaşlı hanımefendi kapkaççı terörü yüzünden yaralı halde acil servise getirilmişti.

İlerlemiş yaşına karşın dinç görünüyordu, bilinci açıktı. Omzunda çıkık, el bileğinde çatlak ve çantası ile birlikte sürüklenme yüzünden vücudunda bereler oluşmuştu.

Direnmiş, bağırmış, sürüklenmiş ama çantasını kaptırmamıştı. Acil serviste de çantasını karnına bastırmış sıkı sıkı tutuyordu. Olayın şokunu henüz atlatamamış, öfke ile söyleniyordu. Muayene sırasında da söylenmeyi sürdürünce servis şefimiz dayanamadı. Hastamızın röntgen filmlerine bakıp;

- Hanımefendi söylenmeyin artık. Olan olmuş. Bıraksaydın çantayı, başına bunlar gelmezdi. Direnince olmuş bu çatlak ve çıkık. Ameliyat gerekecek sanırım.

- Doktor bey sen ne dediğinin farkında mısın? Bunca yaşananlara rağmen suçlu ben mi oldum şimdi?

- Öyle demek istemedim. Çantayı kaptırmadın belki ama bedeli ağır oldu. İnsan “Çantanın içindekiler bu bedeli karşılar mıydı?” diye düşünmeden edemiyor.

Karnına bastırdığı çantasını sessizce açtı. Pek bir şey görünmüyordu. Cüzdanını çıkardı, içinde fazla para da yoktu. Cüzdanın fermuarlı kısmını açarak çıkardığı fotoğrafa önce kendisi baktı sonra bizlere gösterdi.

- Fotoğraftaki oğlum, yanındaki de ben. Oğlumu bir süre önce trafik kazasında kaybettim. Son zamanlarda birbirimize küsmüştük. Kırgın ayrıldık. Öldüğü gün cüzdanında ne eşinin, ne çocukların fotoğrafı çıktı. Bu fotoğraf vardı oğlumun yanında. O günden beri yanımda taşıyorum.

Sustu, soluklandı bir süre. Sonra bizlere fotoğrafı tekrar gösterdi ve buğulu gözlerle bakarak göğsüne yasladı.

- Nasıl bırakırım bunu o çapulcuların eline. Onun için direndim. Bırakmadım çantamı. Gerçi siz de haksız sayılmazsınız. Oğlum hayatta olsaydı çok kızardı bu yaptığıma. Ana yüreği be doktor bey oğlum. Yanmaya görsün.


Susmuştuk hepimiz. Yaralarına pansuman yapılıp el bileği alçıya alındıktan sonra omuzdaki çıkık için ameliyathaneye aldık yaşlı hanımefendiyi.

Sakinleşmiş görünüyordu. Başına gelenleri kabullenmiş gibiydi.

Oğlunun fotoğrafını ameliyathaneye girene kadar elinden bırakmamıştı. Yakınları hastaneye gelmiş olmasına karşın çantasını ilk müdahaleyi yapan hemşire hanıma emanet etti.


Ameliyathane girdiğinde sessizce yapılan hazırlıkları, aramızdaki şakalaşmaları izledi. Sonra servis şefimize dönerek “burası sandık odanız oluyor galiba?” diye sordu.

Şaşkın gözlerle baktığımızı görmüş olacak ki eliyle odadaki genç ekibi işaret ederek;

- Gençler sandık odasının ne olduğunu bilmezler ama siz ne demek istediğimi anladınız değil mi, doktor bey oğlum?

Servis şefimiz hastamızın elini tutup “Sanırım anladım, ancak gençlere de anlatmanızı rica ediyorum” dedi. Olduğu yerden hafifçe doğruldu. Yüzüne renk gelmişti sanki.

- Sandık odası diyorum çocuklar. Eskiden her evde vardı. Evin karanlık küçük bir odası sandık odası olarak kullanılır, çocukların çeyizi, eski karneleri, fotoğraflar ve daha pek çok kişisel önemi olan eşya orada saklanırdı. Kilitliydi. Odaya öyle herkes giremezdi. Zamanı gelince hatırlanacak gizli saklı şeyler de dururdu.

Hemşire hanım dayanamadı “o zaman sandık odasının ameliyathaneyle ne benzerliği var?” diye sordu.

- Şimdilerde herkes her şeyini ortaya döktüğü için siz gençlerin anlaması zor ama sandık odaları insanların kendilerine sakladıkları gizli yüzlerini barındırırdı. Dışarıya gösterdiğimiz tanınan bilinen yüzümüzün yanı sıra kimsenin bilmediği, bilmesini de pek istemediğimiz yanımızı barındırırdı, o sandık odaları. Sizlerin de ameliyathaneye girdikten sonra dışarıdaki o ciddi, asık suratlı görev peşinde koşan insanlar yerine bambaşka insanlar olduğunuzu görünce anladım buranın sandık odası olduğunu.

Soruyu soran hemşire hanım teyzemizin elini tuttu, gülümsedi “Doğru söylüyorsunuz. Ameliyathanede ne yaşanırsa yaşansın burada kalır. Burada yaşananlar sırdır, dışarı çıkmaz” dedi. Hanımefendinin yüzüne sıkıntı ve hüznün yayıldığını gördük. “Ama şimdilerde kimsenin evinde sandık odası yok. Evler eşyayla doldu, insana yer kalmadı” dedi.

Sustu, yorulmuştu. Servis şefimiz “Rahmetli oğlunun evinde var mıydı, sandık odası?” diye sordu.

Kederli gözlerle bizlere baktı;

- Yoktu, doktor bey oğlum. Evler küçüldü, eşyalar çoğaldı. Kimsenin evinde sandık odası kalmadı. Sandık odaları ufaldı ama yok olmadı. Oğlumun sandık odası da sanırım cüzdanında taşıdığı birlikte çektirdiğimiz o fotoğraftı. Bir de yıllar önce doğum gününde hediye ettiğim halde hiç üzerinde görmediğim ama gelinimden duyduğum kadarıyla dolabında hep gözünün önünde duran kırmızı kazaktı, oğlumun sandık odası.

Anlattıkları hepimizi etkilemişti. Durduğumuzu görünce ameliyat masasına uzandı. “Haydi artık, sizi lafa tuttum. Omuzum için ne yapacaksanız yapın, torunlarımı kucaklayabilmem için bu kollar bana lazım” dedi. Ameliyathaneden çıkışta gelini ve torunları karşıladı hastamızı.

Birkaç gün sonra da şifa ile taburcu oldu. Giderken servis hemşiresine bıraktığı çiçekleri atmaya kıyamadık. Bir tanesini kurutup ameliyathane defterinin arasına, sandık odamıza, eskilerin yanına kattık.

Mehmet Uhri

One Response to “Sandık Odası”

  1. ahmet çağıldak diyor ki:

    Güzelll… Yayınlatmalıyız.

Leave a Reply