Ruhların Yalnızlığı

395

Çalıştığı firmanın temsilcisi olarak gittiği Kütahya’ya vardığında hava kararmıştı.

Yıllardır işi gereği yollarda olmaya ve otel hayatına alışmış olsa da Ege’nin bu kasvetli şehrinden hiç haz etmezdi. Üstelik şirkette yaşanan bir dizi aksilik nedeniyle hesapta olmayan bu iş seyahati üzerine kalmış, kaçamamıştı.

Eşyalarını otel odasına bıraktı. Ceketini kravatını çıkarıp gömleğinin kollarını sıvadı ve otelin lokanta kısmına geçti.

Yemeğe inenlerin sayısına bakılırsa otel dolu görünüyordu. Büfeden tabağına bir şeyler alıp hızlıca atıştırdı. Otellerin yıldız sayısı değişse de açık büfe kalitesinin pek değişmediğini, lezzetli bir şey bulmakta hep zorlandığını düşündü.

Cep telefonuna gelen mesaj ve maillerine göz atıp yanında getirdiği notlarına daldı. Ertesi gün katılacağı ihale için hazırlık yapması gerekiyordu. Notların içinde kaybolmuşken aksanlı bir Türkçe ile  “masanız müsait mi?” diye soran sese doğru kafasını kaldırdığında ellerinde tabakları ile esmer bir genç kadın ve küçük kız çocuğunun salonda oturacak masa kalmadığı için izin istediğini fark etti. Notlarını toplayıp masada genişçe bir yer açtı. Küçük kız oturdu, kadın ise tabağını bırakıp bir şeyler daha almak için servis alanına döndü.

Adam kafasını kaldırmadan notlarına yoğunlaşmaya çalışsa da masadakilerin kendi aralarında Arapça konuşmaları dikkatini çekmişti.

Yemek boyunca birbirlerini göz ucuyla süzseler de konuşmadılar. Küçük kız tatlı tabağı ile birlikte meyve tabağı da hazırlayıp masaya geri geldiğinde tabaktaki elmalardan birini “bu bize yer verdiğiniz için” diyerek uzattı. Adam teşekkür etti. Kadın oturmak istedikleri iki masadan geri çevrildikleri için gösterdiği kolaylığa tekrar teşekkür etti.

Adam “Kızınız kaç yaşında? Allah bağışlasın” diye sorunca kadın “Teyzesiyim, 7 yaşında” diyerek yanıt verdi.

Bu şekilde başlayan konuşma sırasında kadın Suriye göçmeni olduğunu ve İstanbul’da Suriye kökenli öğrencileri eğitmek için açılmış okulda bir süredir öğretmen olarak çalıştığını yeğeninin ise akrabaları aracılığıyla kendine ulaştırıldığını anne ve babasından ise uzun süredir haber alamadıklarını anlattı. Okulların kapanması ile yeğenine verdiği tatil sözünü bütçeleri için uygun bulduğu bu şehir ve otel ile gerçekleştirdiğini anlattı.

Gözüyle arkalarındaki masaları işaret ederek “bize yer vermeyen masalar gelecek birileri var bahanesine sığındılar ama ikisine de gelen olmadı. Ne yaparsak yapalım yabancı olduğumuz çabuk anlaşılıyor ve ne yazık ki yeğenim Meryem’e bu durumu anlatamıyorum.” Dedi.

Adam çay alıp tekrar masaya geldiğinde kadın ve yeğeninin yemeklerini bitirmiş kalkmak üzere olduklarını gördü. Elindeki ikinci çayı kadına uzatıp “Size de almıştım” dedi. Kadın hafifçe gülümseyip teşekkür etti ve yeğeninin elinden tutup uzaklaştılar. Adam çayından bir yudum alıp bardağı masaya bıraktı. Notlarını ve cep telefonunu çantasına yerleştirip odasına çekildi.

Ertesi sabah kahvaltıda lokanta yine kalabalıktı ve bu kez boş masa arama sırası adamdaydı. Cam kenarındaki masadan el sallayan Meryem sayesinde kendine oturacak bir yer bulabildi. Teyzesi ortalıkta görünmüyordu. Tabağına bir şeyler alırken teyzenin ekmek kızartmakla uğraştığını gördü. Az sonra masada buluştular.

“Ödeştik” dedi adam, Meryem’e. Meryem cevap vermedi. Teyzesi Türkçesi yeterli olmadığı için konuşmaya çekindiğini aslında çok konuşkan olduğunu söyledi. Adam hızlıca bir şeyler atıştırdıktan sonra saatine baktı. İhale için zamanı vardı. Meryem eliyle adamı işaret edip Arapça bir şeyler söyledi. Teyzesi yine Arapça yanıt verdi. Adam “Meryem size benimle ilgili ne sordu?” dedi.

- Dedim ya, konuşkan ve meraklıdır. Ne iş yaptığınızı ve neden yalnız olduğunuzu sordu. Bilmediğimi söyledim.

- Bir şirketin satış ve pazarlama müdürüyüm. İş icabı sürekli yalnız yolculuk ederim.  Yıllardır böyle.

- Peki ya aileniz?

- İnsanın böyle bir mesleği olunca ailesi de olamıyor. Ben de sizler gibi ülke içinde yer değiştirip duruyorum. Bu da böyle bir göçmenlik…

- Göç dediğiniz sadece bedenin yer değiştirmesi olsa haklısınız. Keşke o kadar basit olsa. Gerçek göç insanın kendi içinde yaşanıyor.

- Nasıl, anlamadım?

- Anlatması zor. Can derdiyle yollara düştüğümüzde ben de anlayamamıştım. Ülkenize ilk gelenlerdenim.  Buraya geldik ama geride kimliklerimizi bıraktık. Burada biraz da olumsuz anlamda bizlere “Suriyeli” dediler. Öteki oluverdik. Uzak akrabalarımı bulup bir süre onların yanına sığındım. Maddi sıkıntıları olmasa da beni kabul ettikleri için akrabalarım çevrelerindekiler tarafından dışlandı, sıkıntı yaşadılar. Türkçemi geliştirip öğretmenliğe başlayınca o “Suriyeli” etiketi yerini başka etiketlere bıraktı. Geldiğim ülkede üniversitede edebiyat alanında öğretim üyesiydim. Burada ilkokul öğretmenliği yapıyor Suriyeli çocuklara Türkçe öğretiyorum. Yani beden göç ediyor ve gittiğin ülkede bir bakıyorsun taşıdığın kimlikler de değişmiş, bir kimlikten başka bir kimliğe göç etmişsin. Dahası kişiliği de değişmeye başlıyor insanın.

- Yani?

- Siz işiniz icabı yer değiştiriyorsunuz ama her sabah aynı kimliğe ve kişiliğe uyanıyorsunuz. Sanırım gerçek göç kimliğin değişmesi ile yaşanıyor. Sonrasında kişiliği de değişiyor insanın. Göç sırasında görüp yaşananlar yüzünden kendine yalan söylemekten bıkıp çocukluğundaki kendine dönmek istiyorsun. Kısaca göç dediğiniz sadece yer değiştirmekle olmuyor. İnsanın kimliği, hatta kişiliği bile etkileniyor.

Meryem araya girip yine kendi dilinde bir şeyler söyledi. Teyzesi büfeyi işaret edip Türkçe olarak suyu oradan alabileceğini söyledi.

Meryem su almaya giderken teyzesi arakasından bakıp “Meryem’de kendi çocukluğumu görüyorum. Aylardır haber alamadığımız anne ve babası hakkında hiçbir şey sormuyor, konuşmuyor. Hepimizin o yaşlarda yaptığı gibi kendini suçluyor. Nedenini bilmediği bir suçluluk ve eziklik içinde büyüyor. Elimden pek bir şey gelmiyor” dedi.

- Daha başka bir ülkeye gitmeyi düşünmediniz mi?

- Nedense bizim gibilere hep bu soruyu soruyorlar. Anladığım kadarıyla bu ülkede yaşayanların çoğu fırsat olsa ülkeyi terk edip gitme derdinde. Herkes halinden şikâyetçi. Allah kimseyi can derdiyle göç yollarına düşürmesin, ülkeyi terk etmeyi düşünenler gidecekleri ülkede buradakinden daha iyi bir hayat bulacaklarını zannediyorlar.

- Öyle değil mi?

- Gittiğin yerin yabancısı, geldiğin ülkenin terk edeni olup ne oralı ne buralı olabiliyor, yalnızlaşıyorsun. Ülkeme dönemiyorum. Onca acı ve kayıpların üzerine hiç bir şey olmamış, yaşanmamış gibi geri dönemiyorsun. Dönsen de oradakilerin gözünde korkak, dönek hatta casus damgası ile yaşamak zorunda kalıyorsun. Onlar her şeye rağmen ülkede kalıp bekledikleri için beni kabullenmek istemiyorlar.

- İyi de her şeye rağmen olduğun yerde kalıp bekleyerek ömür geçirmek de pek mantıklı görünmüyor. Ben de sizin yaptığınızı yapardım, sanırım.

- Sadece bekleyerek ömür geçirmek isteyenlere bir lafım yok. Olduğu yeri beğenmeyip ilk fırsatta bir yerlere gitme telaşında olanlar yüzünden beklemek isteyenlerin de kafası karışıyor. Türk atasözü var ya; çıktığı yumurtanın kabuğunu beğenmiyor diye tam da öyle bir durum. Hâlbuki gerçekte hepimiz bekliyoruz. Göç edip bir şeylerin değişeceğini, ev alıp borcunun bitmesini, çocukların büyümesini ve bunun gibi pek çok şey ile kendimizi avutup bekliyoruz.

- Ben de emekli olup yollarda ömür tüketmekten ve otel odalarından kurtulacağım günü bekliyorum.

- Bazıları hayatı kendi kurdukları bir satranç oyunu gibi stratejiler geliştirip benim gibi interaktif yaşarken çoğumuz sadece bekleyerek ömür geçirmeyi yeterli görüyor. Meryem’in anne ve babası başlarına geleceklere razı olup ülkeden ayrılmadı, beklemeyi seçtiler. Başlarına ne geldi bilmiyorum. Böyle bakınca dünya değiştirmekle yeryüzünde yer değiştirmek arasında bile çok fark göremiyorum. Bildiğim; hepimizin az veya çok avunmaya ihtiyacı var.

- Peki, siz ne öneriyorsunuz? Yanlış anlamayın öğrencileriniz için soruyorum.

- Bir önerim yok. Üniversite de edebiyat metinleri üzerinden hayatı göstermeye çalışıyor ve kararı onlara bırakıyordum.  Dediğim gibi; bence gerçek göç insanın kendi içinde yaşanıyor. İçindeki hiçliğe yuvarlanıp oradan yine kendine dönebiliyorsan ayakta kalabiliyor, kendin oluyorsun. Bunu gösterebilmek için Dostoyevski’yi kullanıyordum.

Meryem elinde su bardağı ile gelip sandalyesine oturdu. İkimize birden bakarak suyundan yudum aldı. Sonra hafifçe gülümseyerek teyzesine yine Arapça bir şeyler söyledi. Kadının yüzü hafifçe kızardı ve söylenenleri çevirmedi.

Adam izin isteyip yanlarında ayrıldı.

Öğlene doğru şirketi adına katıldığı ihale yılların deneyimi ve son anda yaptığı teklif değişikliği sayesinde istediği gibi sonuçlanmıştı. Öğle arası bir başka firma ile yapılan yemekli iş görüşmesi ve sonrasında bir diğer fabrika ziyareti ile Kütahya’daki görevini tamamlamıştı.

Bunca iş arasında adam Meryem’in teyzesini ve sabah söylediklerini düşünmeden edememişti.

Görüştüğü şirketlerden biri akşam yemeği için şehrin otantik restoranında yer ayırttığını söylese de adam başka bir randevusu olduğu yalanını söyleyerek geri çevirdi. Otele dönüp duş aldı. Her zaman yaptığı gibi rahat bir şeyler giymek yerine ceket gömlek kravat seçmiş olmasına kendi de hayret etti. Odadan çıkmadan aynada kendini süzdü. Şakaklarındaki kırlığın daha da artmış olduğunu ancak yine de hiç fena görünmediğini düşündü. Eliyle saçlarını taradı. Lokantaya indi ve kapanma saatine kadar lokantada kaldı.

Ancak Meryem ve teyzesini göremedi.

Ertesi sabah valizini toplayıp olabildiğince erken kahvaltı salonuna inip Meryem ve teyzesini beklemeye başladı. Bir ara sabırsızlanıp resepsiyona sormayı bile düşündü. Teyzesi ile birlikte kahvaltı salonunda göründüklerinde elini kaldırıp masasında yer olduğunu işaret etti. Kadın başka boş masalar da olduğunu, rahatsız etmek istemediklerini söyledi.

Yakındaki bir masaya geçtiler.

Adam Meryem’in elinin ve bileğinin sarılı olduğunu görüp yanlarına gitti. Meryem’e ne olduğunu sordu. Meryem her an ağlamaya hazır bir halde kolunu gösterip “Anne kedi, anne kedi yaptı” dedi. Kadın dün akşamüstü otelin bahçesindeki yavru kedileri sevmek isterken anne kedinin hışmına uğradıklarını, hastaneye gidip pansuman ve aşı yapıldığını, gece yarısına kadar hastanede gözetimde kaldıklarını anlattı. Meryem’in gözünden bir damla yaş süzüldü.

- Kucağıma aldım, sevecektim. Anne kedi kızdı.

- Yavrusunu koruyordu. Teyzen de seni koruyor.

- Ama, ama?

- O seni tanımıyor. Bilmiyor.

Teyzesine dönüp bu kez kendi dilinde bir şeyler söyledi. Teyzenin gözleri doldu, yanağını okşadı sonra kafasını kaldırıp “Okulda arkadaşlarım da beni tanımadıkları için mi sevmiyor, kötü davranıyorlar? Diye sordu” dedi.

Adam Meryem’in saçını okşadı. Masasına dönmek için izin istedi. “Gitmeyin” dedi Meryem. Kısa bir tereddütten sonra teyzenin biraz da çekinerek başıyla onay vermesi üzerine tabağını alıp masalarına döndü. “Bugün gidiyor musunuz?” diye sordu kadın. Adam kısa bir bocalama yaşayıp “Bu iki gecelik bir konaklamaydı. Yolculuk yarın sabah” dedi. O gün ayrılacağını söylemek yerine bir gün sonrası yalanına sığındığına kendi de hayret etti.

Kendini topladı ve karşısında oturan kadına başından beri merak ettiği soruyu sordu;

- Peki, sizin bir aileniz yok mu?

- Benim ailem yazarlar. Kitaplarım ve seçtiğim yazarların yapıtlarıyla yaşıyor onlara sığınıyorum. Hayatımın şu son 5-6 yılında yaşadıklarımın da bu kararımda etkisi oldu sanırım.

- Yani yalnızsınız.

- Yalnızlık pek çok kültürde olumsuz anlam taşısa ve hatta bir tür lanetlenme gibi görünse de benim için pek öyle değil. Biliyorum ki; o edebiyat dâhileri de eserlerini yazarken yalnızdı. Yüksek ruhlu kişilerin yapıtları ile baş başa kalmak yalnızlığımı gidermek için bana yetiyor. Aradığım erdemi orada buluyorum. Hatta belki de o yüksek ruhların yalnızlığıdır, erdem.

- Sizin kadar iyi bir açıklamam yok ama ben de seçtiğim yalnız hayattan şikâyetçi değilim. Ancak bu durum insanların sizi “yalnız” olarak yaftalaması gerçeğini değiştirmiyor. Hatta her fırsatta “senin ailen yok, bu işe sen gidiver” diyerek iş yükledikleri bile oluyor. Buradaki iş görüşmesi de böyle bir nedenle üstüme kaldı. Anlamıyorum. Yalnızım ve kendimle mutluyum, yollarda olmak veya sabah hangi şehirde uyandığını bile kısa süre hatırlayamamak, zamanda ve mekânda kaybolmak beni korkutmuyor. Ancak yine de insanların acıyarak bakmasından huzursuz oluyorum.

“O huzursuzluğa da gereksinimimiz var.” Dedi kadın. Bir süre durup düşündü ve sonra sözlerine devam etti.

-“Aynadaki ben” der Dostoyevski. Aynadaki ben çokça kimlik azca kişilik barındırır. Yalnızlığı da ona göredir. Başkalarının gözünde sizi görecek kimse olmaz ise kişi kendini yok hisseder. O zaman yokluk hissi lanet gibi insanın üstüne çöker. Yani insanların size acıyarak bakması bile yokluk hissinden iyidir.

- İyi de onca kariyer, unvan, etiket konu yalnızlık olunca nasıl bu kadar kolay hükümsüz oluveriyor?

- “Kimliklerin sahibi yoktur, geçicidir” der James Joyce. Dahası o kendimize ait sandığımız kişiliğin önemli bir kısmı da yetiştiğimiz ortamdan üstümüze yapışandır. Mülkiyeti bizim değil içine doğduğumuz kültüründür. Koca bir hayattan geriye kalan kimlik ve kişiliğe dair edindiğimiz ne varsa mezar taşına başkaları görsün diye yazılır. O taşta yazılanlar ise içeridekini anlatmaya yetmez, hatta fazlasıyla gizler.

Meryem eliyle saati işaret edip bir şeyler söyledi. Kadın yakınlardaki Çavdarhisar antik kentini gezmek için yazıldıkları turu hatırlattığını söyleyip izin istedi.

Adam bir süre daha kahvaltı masasında kalıp cep telefonu ile vakit geçirdi. Meryem ve teyzesi gittikten sonra resepsiyona inip ayrılışını bir sonraki güne ertelediğini bildirdi. İş yerine de görüşmelerinin uzadığı bilgisini verip telefonunu sessize aldı.

Otelden çıkarken bahçede yavrularını emziren anne kediyi gördü. Kimseyi umursamadan tek tek yavrularını yalayıp temizliyordu. Bir süre uzaktan onları izledi.

Sonra yürüyerek şehrin sokaklarına daldı.  Eskicilerin olduğu çarşı ve insanlar ilgisini çekti. Her girdiği dükkân alışveriş etmese de oturtup çay ikram ediyor hal hatır soruyordu. Yemeği yine derme çatma bir esnaf lokantasında yedi. Son zamanlarda yediği en lezzetli patlıcan musakka olduğunu düşündü.

Onca yıldır gelip gitmekten hiç haz etmediği şehir bu kez ona bir başka görünmüş, sarıp sarmalamış gibi geldi.

Sebepsiz bir mutluluk içinde hiçbir şey yapmadan geçen günün ardından yorulmuş halde otele döndü. Duş alıp bir süre dinlendikten sonra temizlenip ütülenmesi için otele teslim ettiği gömleğini giyip kravat ve ceket ile sanki iş görüşmesinden dönüyormuş havasıyla yemek salonuna indi.

Oradaydılar.

Meryem elinde tuttuğu yeşil elmayı sallayarak masalarına davet etti. Kadın Meryem’in elini indirmeye çalışsa da yetişemedi. Adam masaya gelip “eşlik etmeme izin var mı?” diye sordu.

Kadın cevap vermese de Meryem eliyle karşısındaki boş sandalyeyi işaret etti. Yemek boyunca konuşmadılar. Meryem’in tatlı almak için masadan kalkmasını fırsat bilerek kadın hemen konuya girdi. Gergin ve ciddi görünüyordu.

- Ben de anne kedi gibi tedirgin olup tur dönüşü resepsiyona sizi sordum. Ayrılışınızı ertelediğinizi öğrendim. Yani bana doğruyu söylemediniz.

- Bakın açıklayabilirim.

- Açıklama beklemiyorum. Aslında hiçbir şey beklemiyorum. İsminizi dahi bilmiyorum. Kısa süreli de olsa Meryem sayesinde karşılaşmış ve dertleşmiş olmamıza gereğinden fazla anlam yüklemenizden endişe ediyorum. Şunu bilmenizi istiyorum ki; ben kendi kabuğum ve yalnızlığım içinde mutluyum.

- Yine de sizi ve Meryem’i tanımış olmaktan dolayı kendimi şanslı hissediyorum. Kısa süreli de olsa konuştuklarımız sayesinde kendi hayatıma bakma fırsatım oldu.

- Ne gördünüz?

- Herkes bir var olma, baş olma, ben olma, hep ben olma kaygısıyla çırpınırken böyle bir derdim olmadığını gördüm. Sizinle konuşurken geçici de olsa kendimi farklı hissettim ve bu bana iyi geldi.

Meryem’in masaya dönmesi ile konuşmayı sonlandırıp yemeklerini yediler. Adam yemeğini hızlıca tamamlayıp izin istedi. Ertesi sabah ayrılış işlemleri için resepsiyona indi. Bir kâğıt kalem isteyerek Meryem isimli 7 yaşındaki küçük kızın olduğu odaya bir not iletmek istediğini söyledi.

Kâğıda “Sevgili Meryem o akşam hediye ettiğin elma beni çok mutlu etti. Umarım anne kediyi af edersin. Teyzenin elini bırakma. Onun sana ihtiyacı var. Umarım yine karşılaşırız?” yazdı. Kâğıdı katlayıp bankoya bırakırken elini cebine attı. Çıkardığı parayı resepsiyonist kıza uzattı.

Kız bahşiş almak istemedi. “Sizin için değil kapının önündeki kedilere mama alınması için, lütfen” dedi. Adamın kapıya yöneldiğini gören resepsiyonist kız “kahvaltı almayacak mısınız?” diye sordu.

Kısa süreliğine durup kapının yanındaki aynadaki görüntüsüne baktı. “Küçük bir yörünge sapmasıydı. Yoluma devam etmem gerekiyor.” Dedi.

Valizini alıp hızlıca oteli ve şehri terk etti.

Mehmet UHRİ

Leave a Reply