Petra’nın Karıncaları

petra2Yağmur durdu, rüzgarın sesi kesildi, ortalık aydınlanıyor. Geceden sert esen rüzgar günün bereketli olacağını müjdeliyordu. Umarım öyle olur. Kuşlar yağmurun açığa çıkardığı, rüzgarın savurduğu çer çöpün peşindedir şimdi. Kuşlara yem olmamak için biraz daha beklemek zorundayız. Biz kim miyiz?

Bizler Petranın kırmızı karıncalarıyız. İnsanlardan ürküp yükseklerdeki yavalarına çekilen kuşlardan geriye kalanları yuvalarımıza taşırız. İnsanlar buraya Petra vadisi diyor. Adını koyunca sahibi olduklarını da sanıyorlar. Halbuki taşı toprağı saymazsak buraların en eski canlılarıyız ve biliyoruz ki; herkesin herşeyin sahiplenmeye çalıştığı ama hiç kimsenin sürekli olarak sahiplenemediği bir yer burası. Burası Kızıldenizin kuzeyinde yer alan Petra vadisi. Milyarlarca yıl önce dev bir okyanusun tabanıymış. Okyanus altındaki volkanik fışkırmalar her seferinde suyun baskısıyla ezilmiş. Tabakalar halinde dağlar ve tepeler oluşmuş. Milyarlarca yıl önce su çekilip yağmur ve rüzgarın aşındırmasıyla volkanik dağlar biçim değiştirip bugünkü vadiye dönüşmüş. Kimi zaman yağmur sahiplenmiş buraları, kimi zaman da rüzgar biçim vermiş, imzasını atmış. Hiçbiri kalıcı olamamış. Yağmura rüzgara sorsan ikisi de vadiyi sahiplenmeye kalkar. Ancak her şeyin gerçek sahibinin istediği olana kadar tüm laflar boş. Biz kırmızı karıncalar herşeyin gerçek sahibinin su olduğunu iyi biliriz.  

dsc04794

Yağmurun rüzgarın sahiplenmesi yetmediği gibi gün gelip insanlar da buralara yerleşip sahiplenmeye kalktılar. Once mağaralara yerleştiler. Sonra kayalara biçim verip kendilerine ev yaptılar. Çoğalıp zenginleştikçe inandıkları tanrılar için görkemli tapınaklar inşa ettiler. Onlar da yağmur gibi, güneş gibi ve hatta rüzgar gibi buralara attıkları imzanın kalıcı olacağını düşünüp Petra?nın sahibi olduklarına inandılar. Zamanı gelince onlar da geçip gittiler, biz hep burdaydık. Gerçi farklı renkte olanlarımız da vardı. Ama ortamın rengine uyan kırmızı renkte olan bizler doğal düşmanlarımızdan daha iyi saklanabildiğimiz için diğerlerine göre şanslıydık. Herkes geçip gitti biz kaldık. Yuvalarımızı burada yaptık burada karnımızı doyurduk, bolluğu, kıtlığı, fırtınayı seli burada gördük. Herşeye yeniden başladığımız günler de oldu. Ama hiç bir zaman diğerleri gibi buraların sahibi olduğumuzu düşünmedik. Öyle varlığı yokluğu tartışılır tanrılarımız da olmadı. Rüzgarın güneşin yağmurun gücünü tanısak da buraların gerçek sahibinin çok yakınımızda olduğunun farkındaydık. 

img_6280Bizim de kendimize göre inancımız var, elbet. Burada hangi karıncaya sorarsanız sorun herşeyin üstünde tek bir tanrı olduğunu, onun da “su” olduğunu söyleyecektir. Buradaki herşey suyun varlığına, yokluğuna veya hareketine göre değişir. Tüm canlılar için yaratan ve yok eden sudan başkası değil. Buralar okyanus olduğu zaman da böyleydi. Sular çekildikten sonra ortalığı boş bulan rüzgara, güneşe ve hatta taşlara attığı kendi imzasına bakıp sahiplenmeye çalışan insanlara aldanmayın, asıl imzayı atan suyun varlığı ve hareketidir. Biz karıncalar için tanrı ”su” dur. Başka tanrı olmasına gerek de yoktur.

dsc05282İnsanlar ise tuhaf yaratıklar. Yaşamları için gereken su yüzünden yerleşim yerlerini hep su kenarına yapıp herşeyi tanrısallaştırmalarına karşın suyun tanrı olduğuna bir türlü inanmadılar. Bir de bize karınca beyinli derler. Gelsinler görsünler. Taşlara şekil veren, kalkeri ufalayıp bakırı ortaya çıkaran buralara gülkurusu rengini veren, demir filizlerini oksitleyip görünür kılan hep sudur. Belki rüzgarın güneşin de yardımı olmuştur ama eğer ortada bir mimar imzası aranıyorsa, bu imza suya aittir. Okyanus halindeyken attığı imza yerinde durduğu gibi çekildikten sonra da ara sıra yoklayıp imzasını tazelemeyi de bilmiştir. Vadiyi açıp kayaları şekilden şekile sokan yağmurun, ırmakların varlığı ile su her zaman buraların gerçek sahibi olduğunu hatırlatmıştır. Anlayana ve görmek isteyene, tabii ki. Biz karınca beyinliler gülüp geçsek de; insanlar taşı toprağı işleyip kendini tanrı sanmayı, kendi üretkenliğine tanrısallık atfedip böbürlenmeyi pek seviyor. Hatta suyun bu tanrısal gücünü fark edip kullanabildikçe, tanrının bu kadar yakınında ve kolay erişilebilir olmasına anlam veremeyip bazılarının tanrıyı ve tanrısallığı uzaklarda çok uzaklarda aradığı bile oluyor.   

 

dsc04885Halbuki hep burada olup hayata tutunanlar suyu iyi tanıyanlardır. Vadinin soğanlı bitkileri filizlenip çiçeğe durmak için toprak altında suyu bekler. Gelen suyun miktarına göre boy atar serpilir hatta çiçek bile açar. Kuşlar çiçekleri tozlayıp yeni soğanların tohumlarını ortalığa saçar. Su çekilip güneş ve rüzgar baskın geldiğinde ise hızla soğanına geri  döner. Geriye kalan kuru yaprak ve çiçekleri toplamak için bizler güneş ve rüzgarın onları iyice ufalamasını bekleriz. Suyun yükseldiği dönemler ise biz karıncalar için afettir. Yuvamızı iyi koruyamazsak ne var ne yok kaybeder hatta kuşa böceğe yem oluruz. Afet sonrasında ise ortalık daha gür yeşerir, hayatta kalanlarımız için bolluk bereket dönemi başlar. Yani, hayatı belirleyenin su ve suyun hareketi olduğunu, insanlar gibi mabetler filan yapmasak da suyun hayatın kaynağı ve yaratıcısı olduğunu iyi biliriz.  

Herneyse, insanlar ortalığa döküldü güneş yükseliyor kuşlar çekilmiş olmalı. Bu kadar gevezelik yeter. Güneş çekilip rüzgar sertleşmeden işe koyulmak gerekiyor. İşimiz çok. Sonra ne mi olacak? Sonrasını yine su belirleyecek, ona sorun. Şimdi gitmem gerekiyor, kardeşlerimi bekletmemeliyim.

 

Mehmet Uhri

 

Not: Resimleri orijinal boyutlarıyla görebilmek için üzerlerine tıklayabilirsiniz. 

One Response to “Petra’nın Karıncaları”

  1. Hale Önür diyor ki:

    Petra; gizemli şehir. Çoook uzaklardan İstanbul’a ulaştırıp büyüsünü; beni kendine çekmişti.
    5-6 yıl önce Petra’yı görebilmek için Suriye’yi katettik yukarıdan aşağıya, taş düşümü misali. Şimdiki gibi kangölü değildi Suriye o zaman. Güle oynaya geçmiştik. Ne de güzeldi.
    Şimdi yazınız birden aldı beni götürdü güzeller güzeli Petranın o daracık yürüyüş yoluna, hızla ve savrularak geçen o küçücük ama telaşlı arabalara, O duvarların birbir forma bürünmüş kırmızısına.
    O görkemli Mabede ve daha sonrasına…

    Ellerinize sağlık Mehmet Bey…

Leave a Reply