Hiçlikle Yokluk Arasında

Sayın Okuyucu; bu yazıyı okumadan önce aşağıdaki “paralel hayatlar” linkinde yer alan 20 snlik videoyu izlemenizi ve dilerseniz yazının sonunda bir kez daha izlemenizi öneririm.  M.U.

 Video için tıklayınız; paralel_hayatlar 

 

 

resim2-026O soğuk kış günü arabamın lastiğini değiştirmek zorunda kalmasam ne onu ne de yaşadığı paralel hayatı hiç tanımayacaktım. Sabah ayazında Küçük Çekmece gölü kenarında durmak zorunda kalmıştım. Patlayan lastiği değiştirmeye çabalarken yanıma geldi. Issız göl kenarında sabah ayazında o genç adamın ne aradığını başlangıçta anlamamıştım. Yıpranmış görünen pardesünün içinde yine eski görünümlü kravat ceket ve gömlek giymişti. Pardesünün yakalarını kaldırıp soğuğun etkisi azaltmaya çalışıyordu. Yardım edebileceğini söyledi. Önce çekindim ancak onun yardımı olmasa sıkışan bijonları açamazdım. Kısa sürede stepneyi takıp tekrar yola koyulabilir hale gelmiştim. Teşekkür edip gideceği yere götürebileceğimi söyledim. Omuzlarını silkti.

-         Gideceğim yer olsa, keşke. Günlerdir burada oyalanıyorum. Göldeki martı ve karabatakları kuru ekmekle besliyorum. Sizi yolunuzdan alıkoymayayım.

-         Ne iş yapıyorsunuz?

-         İşsizim. Öğretmenlik eğitimi aldım. Ancak ataması yapılmayan binlerce öğretmenden biriyim. Yıllardır atama bekliyorum. Geçici iş olarak bir iki deneyimim oldu ancak doğru dürüst ücret vermedikleri gibi kriz bahanesiyle kapı önüne koyuverdiler.   

-         Peki bu saatte burada ne yapıyorsunuz?

-         Hiç sormayın. Bu yaşa geldim hala baba eline bakıyorum. İş aramak veya işe gitmek bahanesiyle her sabah giyinip evden çıkıyorum. Evdekilere yüzüm yok. Sanırım onlar da benden umudu kesti. Bir emekli maaşıyla zor geçiniyorlar. Başlangıçta iş arıyordum. Ameleliğe bile razı oldum. Okumuş adamdan amele olmaz diye almadılar. Bir süre sonra insan iş aramaktan da soğuyor. Sabahları burada sağdan soldan devşirdiğim kitapları okuyor topladığım bayat ekmekleri kuşlara atıp onlarla hasbıhal ediyorum. Para harcamadan günün bitmesini bekliyorum. Her gün böyle. Kimileri deli filan zannediyordur.

-         Ama para kazanmak için bir şeyler yapmalısınız?

-         Başlangıçta parasız yaşanmaz sanıyordum. Ama oluyormuş. Para insanı ısıtıyor. Parayla ısınmak için yorgan alabilirsiniz ama hiçbir yorgan sevenlerinizin sarılması kadar ısıtmıyor. Bunu parasız kalınca anladım.

Bu sözlerle birlikte göl üzerinde sakince duran martı ve karabatakları gösterdi. Her gün önünden geçtiğim halde gölün ve kuşların güzelliğinin farkında olmadığını düşündüm. Güneş yeni doğmuştu, martılar sürüler halinde göl üzerinde uçuşuyordu. Beyaz gagalı karabataklar ise sürü halinde gölün yüzeyini kaplamıştı. Eliyle karabatakları gösterdi.

-         Onlar uçamaz ama iyi yüzerler. Dalıp metrelerce öteden çıkabilir ancak uçmayı beceremezler. Buranın gerçek sakinleridir ama martılar onlara hiç fırsat vermez. Biraz kendime benzetirim onları.

-         Nasil yani?

-         Biraz vaktin varsa kendi gözünle görebilirsin.

resim2-022Birlikte yol kenarından sahile indik. Kenarda duran torbasından çıkardığı kuru ekmekleri parçalayıp göle atmaya başladı. Ben de eşlik ettim. Karabataklardan önce ekmeğe martılar üşüştü ve çığlıklar atarak yemeğe başladılar.

 

-         Karabataklar neden ekmekleri yemeğe gelmiyor?

-         Gelemiyorlar. Martıların gürültüsü, hareketi onları korkutuyor. Onların uzaklaşmasını bekliyorlar. Martılar ise ne varsa yiyip bitirmeden ayrılmıyor. Kalan üç beş parça için aralarında kavga etmek zorunda kalıyor karabataklar. Baktığında hepsi kuş ve ayni hayatın içindeler diye düşünürsün, ama birbirlerine paralel farklı hayat yaşıyorlar. Martılar karabatakları görmüyor bile onlar kendi derdinde karınlarını doyurup uçup gidiyorlar. Karabataklar ise gölün iyice azalan balıklarından sebeplenirse ne ala, yoksa kenarda benim gibi aç açına gün geçiriyorlar.

-         Paralel hayat mı?

Durup bir süre göle doğru uzaklara baktı. Torbasında kalan son ekmekleri ve torbanın dibindeki kırıntıları da göle savurdu. Sonra bana döndü.

-         Bir zamanlar ben de senin gibiydim. Tek bir hayat olduğunu ve akıp giden o tek hayatın içinde yer aldığımı düşünürdüm. Bu hayatın içinde olmayıp ona paralel başka hayatların olabileceğini hiç düşünmemiştim. Hatta bu türden sorgulama herkes gibi beni de rahatsız ederdi. Siyasi nedenlerle hapse giren arkadaşımı ziyarete gittiğimde ilk kez onun ağzından duydum. Hapishanedeki hayatın her günü birbirinin aynı, akmayan, ilerlemeyen öylece donup kalmış bir başka hayat olduğunu söylemiş, dışarıdaki hayatla yan yana ancak ona paralel başka bir hayattan söz etmişti. O zaman pek anlamamıştım. Sonra televizyonda  bir mülteci kampını anlatırlarken benzer sözleri duydum. Kamp sakinlerinden biri burası bir başka hayat ?hiçlikle yokluk arasında bir yerde umut ederek bekliyoruz? diyerek iltica taleplerine yanıt verilmesini veya geri gönderilmeyi beklediklerinden söz ediyordu.

-         İyi de tüm bunların sizin hayatınızla ne benzerliği olabiliyor?

Eliyle gölün üzerindeki kuşları gösterdi.

-         Şu kara balıkçıllar gibi bir lokma ekmek kapabilmek için öylece bekliyorum. Hayat ise martıların gürültüsü şamatasıyla akıp gidiyor. Ben de paralel başka bir hayatta her günü birbirinin aynı hiç akmadan öylece donup kalmış hayat yaşıyorum. Üstelik onca şamatayla akıp giden hayatın içinde görünmüyorum. Mesleğim var ama hiçbir işe yaramıyor. Şiiri olmayan şair gibiyim.

Eliyle ceplerini karıştırdı. Bir şey arıyor gibiydi. Sonra vazgeçti. ?Sizi de yolunuzdan alıkoydum, kusura bakmayın. Benimkisi de böyle bir hayat işte? dedi. Pardesünün yakalarını kaldırıp önünü iyice ilikleyip arkasını döndü, sahil boyunca yürüyüp uzaklaştı. Arabanın bagajını düzenleyip yola koyuldum. Az ilerde yanından geçerken durup camı açıp iki laf etmek istedim. Daha ben bir şey söylemeden uzaktan ?Böyle bir hayatı ben seçmedim, başkalarının benim için yapacağı bir şey de yok. Sen yine hayatın tek olduğuna inanıp yaşa, böylesi daha az acı veriyor. Beni merak etme? dedi. Eliyle gitmemi işaret edip arkasını döndü. Martılar yine sürüler halinde çığlık çığlığa uçuşuyor, karabataklar ise açıkta sakin ve durgun bekleyişlerini sürdürüyordu. Önceki günlere benzeyen bir gün daha başlıyordu.

 

 

Not: Bu yazı başta ataması yapılmayan öğretmenler olmak üzere o çok önem verdiğimiz ve tekilliğinden emin olduğumuz hayatımıza paralel farklı hayat yaşayan ve çoğu kez görmemek için gözlerimizi kaçırdığımız yalnız insanlara ithaf olunmuştur.

 

 

18 Responses to “Hiçlikle Yokluk Arasında”

  1. ahmet çağıldak diyor ki:

    Saygıdeğer Mehmet bey,
    Usta işi hikayelerinizi keyifle okuyorum. Biçimi usta işi, dili usta işi ve en önemlisi ilettiği arka plan çok usta işi…Biz bunları yayınlatacağız. Size söz veriyorum, ilk fırsatta bir iki yayıncı ile konuşturacağım sizi.
    Sevgilerimle.
    Ahmet Çağıldak

  2. Mehmet Uhri diyor ki:

    Sayın Çağıldak
    Sayenizde öykülerim kitaplaşırsa 1. numaralı baskıyı imzalayıp size hediye etmek isterim. Yazdıklarınız ve içtenliğiniz için tekrar teşekkürler…
    dostlukla
    muhri

  3. mustafa diyor ki:

    Merhabalar Mehmet,

    Cok onemli, toplumsal bir problemimize parmak basan, gok guzel bir yazi daha yazmissin. Tesekkur eder, boyle guzel yazilarinin ben de kitap haline gelip herkese, ogrencilere ulasmasini dilerim.

    Bu arada, tip fakultesinden ara sira doktor cikar tezini de dogruluyorsun ona gore.

    Mustafa Gul

  4. Kemal BAKIR diyor ki:

    Sevgili Mehmet,

    Uzun suredir etkin demokratikten yazi ve oykulerini izliyorum. Bir patolog olman da beni ayrica mutlu ediyor (belki burada bencilce dusunuyor olabilirim). Emeklerine saglik diyerek senin oyku ve ozellikle TTB ortamina katkilarinin devamini diliyorum.

    Sevgi ile

    Kemal BAKIR

  5. Mehmet Uhri diyor ki:

    Sevgili Kemal
    Yapmaya çalıştığım, her patoloğun yaptığı gibi gördüklerimi yorumlayıp kağıda dökmek, paylaşmak.
    Ve ne yazık ki her patoloğun başına geldiği gibi raporunuzdaki tanı ne olursa olsun onu yorumlayacak hekimin ne anladığı hepsinden daha önemli.
    Duyarlığın ve yüreklendirici sözlerin için çok çok teşekkürler.
    dostlukla
    muhri

  6. ALPER KAYA diyor ki:

    Sizi ve öğretmenin anlatmaya çalıştığı hayatı öyle iyi anlıyorum ki… Belki de başka bir paralel hayatta tanışmışızdır. Kimbilir?
    Elinize sağlık.
    Alper

  7. Mehmet Uhri diyor ki:

    Sayın Kaya haklısınız tanışmış olmalıyız. Geçen ay farkyaratanlar arasındaydınız sanırım. Ve daha büyük rastlantı, sınıf arkadaşım KBB uzmanı İzmir’den Denizhan 2 gün önce hayranlıkla sizi ve yaşam tutkunuzu anlatmış, “fırsat bulup sizleri tanıştırmalıyım” demişti. Duyarlığınız için teşekkürler. İyi ki varsınız ve birbirimizin hayatında küçük de olsa iz bırakacak kadar tanışıyoruz. Görüşmek dileği ile.
    Muhri

  8. suna nazlı bayrak diyor ki:

    Sayın Mehmet Uhri Bey
    Yazmış olduğunuz hikayeyi büyük bir zevkle okuduğumu belirtmek isterim bununla beraber yazılan bu hikaye ile ben ve benim gibi ataması yapılmayan 327 bin öğretmenin hikayesini anlatmışsınız. Ellerinize ve yüreğinize sağlık bu hikayeyi izin verirseniz internet sitemizde yayınlamak isteriz. Sizden cevap bekliyeceğim. . Hayatınızda başarılar ve hikaye yazmaya devam etmelisiniz.
    Saygılarımı sunuyorum

  9. Mehmet Uhri diyor ki:

    Sayın Bayrak
    yazdıklarımın internet sitenizde paylaşılmasından onur duyarım. Keşke elimden daha fazlası gelebilseydi. Yalnız olmadığınızı ve sizlerin varlığının farkında olan birilerinin de olduğunu bilmenizi isterim.
    Sağlıklı günler diliyorum.
    Mehmet Uhri

  10. Varol TAMER diyor ki:

    Dünyaya getirdiğimiz evlatlarımızı gözümüzden sakınıp büyütürken, hayat mücadelesinde iyi bir konumda olmaları için imkanlarımızı sonuna kadar kullanıyoruz. Fakat düzenin adaletsizliği yılların emeğini ve umutlarını bir çırpıda bitirdiği zaman hayal kırıklığı yaşıyor ve hayata yabancılaşıyoruz. İnanın yazınızı okurken o arkadaşımın acısını çok derinlerde hissettim. Keşke onun için birşey yapabilsem. En azından sahile vurmuş bir deniz yıldızını tekrar denize ulaştırmış olurdum.
    Çok zor. Sabah işe gidiyorum diye evden çıkmak ve en önemlisi umudunu yitirmek. Düşünmesi bile korkunçken bunu yaşamak. Bir insan olarak içim acıyor. Bir yanda öğretmen açığından boş geçen dersler, bir yanda işsiz öğretmenler. Acaba bu sınav çok mu zor ki birçok öğretmen başaramıyor. Bunu da düşünmeden edemiyorum. Eğer öyleyse eğitim sistemini kökten sorgulamak gerekmez mi? İşin içinde olan biri bunlardan bahsederse gerçekten çok memnun olacağım.
    Güzel bir hikaye içinde toplumsal bir sorunu bize tüm yalınlığı ile hatırlatıp üzerinde düşünmemizi sağladığınız için şükranlarımı sunuyorum.
    Saygılarımla…

  11. Ekin H. diyor ki:

    Bir eleştiri yapsam çok mu yanlış olur acaba.. Yazım yayınlanır mı bilmem ama Mehmet bey sakın ola ki alınmayın! Yazınızda ben(ler)den bahsetmişsiniz!

    İthaf ettiğiniz bu hikaye bir yol gösterici midir, yoksa ciddi sorunları olan bu tür insanların duygularını kullanarak bir tür ilgi çekme girişimi midir? Bu duyguya ‘babam ve oğlum’ filminde herkesin nasıl olurda o olayları hiç yaşamamamış olmasına rağmen hıçkıra hıçkıra ağlamasını araştırırken vardım. Bunun sebebi gayet açık ve netti, bu tür hikayeler, filmler damar noktalardır.. Sizin hikayeniz yine de iyi sayılır, en azından o kadar da derinlere dalmıyor ki okurlarınız da ağladım dememiş zaten, yanılıyor muyum? Yinede açıkcası artık bu tür yazılardan hoşlanmıyorum. İnsanların vicdanlarını kabartan ama hiç bir zaman bir icraata sebeb olmayacak olan yazılardır bunlar. Hani rahatlamak ya da neşelenmek için müzik dinlersiniz ya, işte yalnız olmadığınızı hissetmek için de bu tür yazıları okursunuz.. Önceleri rahatlatır ve sizi mutlu eder bu yazılar ama daha sonraları bir tür uyuşturucu olduğunun ve hiç bir faydasının olmayacağının da farkına varırsınız. Yazmış olduğunuz yazıda, kendisini bir boşluğun içinde hisseden karakter olarak görüyorum kendimi. Belki işsiz kalmadım ya da hapishanede yaşamadım ama bu her iki durumda da yaşanılacak yalnızlığın duygu yoğunluğunun ve aynı zamanda hissedilen boşluğun hepsini bir arada hissettim. Bu duygular aslında hep aynıdır, bir şekilde insanların hayatlarından geçer.. Onları etkiler.. Önemli olan sizin de yapabildiğiniz gibi olaya başarılı bir şekilde damardan girebilmektir. (Ancak bunu bir iltifat olarak kabul etmezseniz sevirim)

    Aylarca bir odada hayatın aynı şekilde akıp gittiğini izledim.(odadan çok nadir çıktım) Önceleri sürekli saatle ilgilendim.. Hani einstein’ın bir fikri vardı ya bu zaman konusunda, işte onu kendi başıma ispat ettim, keşke kayıtlara bir şekilde alabilseydim bu sayede ünlü bile olabilirdim.
    Her neyse; yalnızdım, mutsuzdum, büyük bir boşluktaydım, günlerin geçmesi gerekiyordu ama dakikalar bile alay eder gibi geçiyordu. İlerleyen günlerde uyuma problemleri yaşadım ama esas mesele uyanamamaktı. Bunun asıl sebebi de uyandığım vakit, akşam’a ulaşabilmiş olmaktı. Benim gibi insanların eğer ki umutları, amaçları ya da hevesleri bir anda söndüyse, bu depresyonun işaretidir. Sizin de anlattığınız hikayede aslında depresyonun doruk noktasındaki işsiz öğretmeni görüyoruz. Siz bu zavallı öğretmeni ‘anlaşılmayan, ufkunu genişletmiş, kendini keşfetmiş bir zen’ gibi anlatmışsınız. Ne kadar naziksiniz. Ancak, bunun için size teşekkür mü etmeliyiz? Eleştiriden ileri gidip şahsi fikirlerime çoktan geçtim sanırım. Yazdığınız başka hikayeler var mı bilmiyorum, ancak bu hikayeyle yapmak istediğiniz her neyse, ulaşmanıza hiç bir engel yok. Benim gibiler, sizin gibilerin imza günlerinde ayakkabı fırlatmaz merak etmeyin. Sadece eğerki burada (benim öyle olmadığınızı düşündüğüm ama sizin öyle olduğunuzu iddia ettiğiniz) duyarlı kişiyseniz, lütfen bana şunu dürüstçe açıklayın:
    Bu hikaye’nin amacı ün kazanmak mı? İç dökme mi (ki hiç sanmıyorum)? Yoksa (çoğunuz kendinize itiraf etmezsiniz ama bu yazıyı yazmayı başardıysanız doğrusu budur) ‘ben yaptım, siz yapamadınız ve bu nedenle bunu yazmaya hakkım var’ fikrimi? Sizce o öğretmen bu yazıyı yazar mıydı? Anlatmış olabilir aslına bakarsanız ben bile anlattım sayılır, ama bir faydası olacakmış gibi yayınlamak.. işte bunu düşünmek lazım.

    Yazdıklarımı yayınlamama hakkına sahipsiniz elbette.(yayınlamamanızı da tercih ederim, koyunların kafası karışmasın, lüzumsuz olur) Ama hiç bir yazarın kendi yazısına yapılan bir eleştiriyi umursamama ya da sonuna kadar okumama gibi bir seçeneği de yoktur, yanılıyor muyum?

    Sizi sinirlendirmek istemem, bu yazıyı hakaret olarak da sakın algılamayın, ben sizin yazınızı üzerime alındığım için bunları yazdım. Bu, boşluktaki insanın onun hayatını yazarak yaptığınız hatalı cümlelerden dolayı yaptığı bir sitem! Karşılıklı alınma saçma olurdu, değil mi?

    Mutlu Günler..

  12. Mehmet Uhri diyor ki:

    Sayın Ekin H.
    İçtenliğiniz ve nezaketiniz için teşekkürler. Eleştirilerinizi düzeyli ve düşündürücü biçemde kaleme almışsınız.
    Yazdıklarımın duygu sömürüsü gibi algılanma olasılığı doğrusu beni de rahatsız ediyordu. “Hiçlikle yokluk arasında” başlıklı öykümün ataması yapılmayan öğretmenlerle beraber yaşadığımız hayata paralel yaşayan tüm yalnızlara ithaf olunduğuna dikkatinizi çekerim. Yazarken neyi amaçladığımı sormuş ve şıklar vermişsiniz. O şıklar arasında kendim için uygun yanıt bulamadım. Bu öykümde; hayatın tek ve tekil olduğuna, hepimizin o hayatın bir parçası olması gerektiğine inanmamız öğütlenen bilgi ve medya gürültüsü altında yaşadığımızı, üstelik herkese dayatılan o hayatın hep ileriye doğru gelişim gösterdiğini de kabullenmemiz beklenen bir ortam yaratıldığına dikkat çekmeyi amaçlamıştım. Bireyi yalnızlaştırıp daha tükeci kılmak uğruna böylesi bir ortam yaratıldığını, bunun tüketim eksenli toplum amaçlayan bir proje olduğunu düşünüyorum. Bu gün hangi haber kanalını açarsanız açın “gelişmelerle karşınızdayız” diye başladığını ( sanki hep gelişme olmak zorundaymış gibi ) ve hep aynı haberlerin verildiğini yani hep aynı hayatı paylaşmakta olduğumuzu izleniminin dayatıldığını görürsünüz. Geri planında bu konuda farkındalık sağlamayı amaçlayan deneme fikri olan bir öyküdür adı geçen öyküm. Pek çok diğer öykümde olduğu gibi gerçek konular kullanılarak ve hayali kahramanların ağzından dile getirilmiştir.
    Benzer konuyu kanser tanısı alıp gelecek ile beklentilerini yitirmiş bir kanser hastası veya yazıda sözünü ettiğim gibi hapishane veya mülteci kampında yaşayan birinin ağzından da anlatabilirdim. Ataması yapılmayan öğretmenlerin durumunu uzaktan izliyor ve neden bu denli görünmez olduklarını, neden kimsenin onlarla ilgilenmediklerini çözmeye çalışıyordum. Toplumun kendi yetiştirdiği insanlara bu kadar incitici olabilmesinin ve bunun vicdanları rahatsız etmemesini de anlamakta güçlük çekiyordum. Dikkatleri üzerlerine çekecek yaptıkları her etkinlikte toplumun daha da dışına itilmelerinin nedeni olmalıydı. Baştan kurgulanıp bir toplum mühendisliği projesi ile içine tıkıldığımız tekilliğine ve hep ilerlediğine inandığımız o hayat algısı içinde yer bulmaları olanaksızdı, onların. Pek çok benzerlerinde olduğu gibi.
    Belki serzenişlerinizde haklısınız. Sözünü ettiğim konuda farkındalık oluşturmak için ataması yapılmayan öğretmenleri kullanmış olmam sizleri rahatsız etmiş olabilir. Bir öykücü olarak tüm bunlara karşın kalemimi sansürlemeden yazma özgürlüğüm konusunda da okuyucudan saygı bekleme hakkım olduğunu düşünüyorum. Yazılarımın yayınlandığı adresin şahsi bloğum olduğuna, reklam almamak ve her hangi bir sponsor veya angajman taşımamak gibi bağımsız öykücü olmanın gerektirdiği biçimde davranmanın ön kabullerim olduğunu bilmeniz isterim.
    Serzenişlerinizi son derece nazik bir biçemde paylaşmış olduğunuz için tekrar teşekkür ederim.
    Sağlıklı günler diliyorum.
    muhri

  13. Tülay BAYRAMOĞLU diyor ki:

    Merhabalar Mehmet Bey,
    2006 yılında gruba üye olduktan sonra yazılarınızı yakından takip etmekteyim.Zaman zaman çıktılarını alıp, arkadaşlara dağıtıyor, hatta sizden habersiz sizin kitabınınızı bile oluşturduk da diyebiliriz. Bu kadar engin düşüncelere sahip birisi olarak kalemi ustalıkla kullanarak objektif bakışla harika yazılar yazıyorsunuz. Elinize gönlünüze kaleminize sağlık…
    Ahmet Beyi tanımıyorum ama kitap konusunda fikrine katılıyor ısrarla ilk çıkacak kitabınızı istiyorum.
    saygılar selamlar
    Tülay BAYRAMOĞLU

  14. Mehmet Uhri diyor ki:

    Demek o sizdiniz sayın Bayramoğlu 8-) Öykülerimi kitaplaştırıp internette yüzdüren sizdiniz demek. Bazı öykülerimin imzasız veya anonim olarak bana geri geldiğine bile tanık oldum. İnternetin ilginç bir medya ortamı olduğunu düşünüyorum.
    Herneyse, iyi dilekleriniz için teşekkürler. Öykülerimin bir kısmına 2006 yılında Selis kitaplardan yayınlanan “Hayat semaverin deminde” adlı kitabımdan da ulaşabilirsiniz. Yani, baktım birileri öykülerimi kitap yapıp internette yüzdürüyor elimi çabuk tutup ben de yapayım dedim. Bu aralar yeni yazılarımı kitaplaştırmak için arayışım sürüyor. Duyarlığınız için tekrar teşekkürler.
    Saygı ve sevgilerimle
    Mehmet Uhri

  15. savagegarden diyor ki:

    Sayın uhri;
    Sizi hekimler grubundan takib ediyorum,geçen haftada hayat semaverin deminde kitabınızı aldım,bir çırpıda okudum.Sağolun yazdıklarınız için,kelimeleri cümleleri bu denli güzel kullandığınız için.Bu yazınızı nöbette bir boşluk anında okudum ‘beni affet anne’ yazınızıda,gözlerim doldu .Çok hoş nazik bir anlatım diliniz var.Hani sorulur ya kitapseverlerce hangi yazarı hangi kitabı okuyayım diye inanın siz artık ilk önerdiklerimden,hatta yazılarınızı ‘hekimler’grubundakileri çıktısını alıp birkaç arkadaşıma verdim:).Sağolun..Saygılar

  16. Mehmet Uhri diyor ki:

    Duyarlığınız için teşekkürler sayın Kağnıcı,
    İtiraf etmeliyim ki; yazdıklarımın sanal ortamda kaybolup gitmediğini bu tür geri dönüşler sayesinde görüp mutlu oluyorum. Bir de sizin gibi, benzer duyarlığa sahip insanlarla sanal ortamda bile olsa buluşma, görüşme olanağı buluyorum ki, bu da aslında hiç de yalnız veya azınlık olmadığımız hissini kuvvetlendiriyor. Bence bunlar çok önemli başlangıçlar…
    Dostlukla

  17. Ahmet Levent ÖNER diyor ki:

    Sayın duygulu ve duyarlı dost.
    Ellerine ağızına sağlık. Benim yüreğimi burktun. Yaşam böyle ve acımasız. Tıp doktoru olup sürünen iş bulamayan da var. Çevresi ile, dili ile, (İletişimi) ve bilgisi ile iş yapan da var… Biraz da bizlere bağlı yaşam tarzımız. Seçimlerimize ve kabullerimize bağlı. Hiç biri ayıp değil. Ayıp sadece toplumu ve diğerlerini suçlamak. Düşmanı dışarılarda bir yerlerde aramak. Yaşantından mutluysan ne alâ… Değilsen de biraz sen de suçlu değil misin?

    Sevgilerimle

    Ahmet Levent ÖNER

  18. Mehmet Uhri diyor ki:

    Sayın Öner yargılayıp karar vermede çoğumuz başarılıyız, ancak iş kararlarımızı uygulamaya geldiğinde o kadar başarılı ve istekli olduğumuz söylenemez. Bahane üretmede de üstümüze yok. Bazen acımasız olan hayat mı yoksa bizler de hayat kadar acımasız olabiliyor muyuz diye sorup duruyorum kendime.
    Yüreğinizi paylaştığınız için, gönül dolusu teşekkürler…
    Muhri

Leave a Reply