Omuzdaki El

omuzdaki-el-2-2

İnsan, hayatta çok farklı kimliklere bürünebiliyor.
İyi bir evlat, derslerinde başarılı  öğrenci, oyunlarda atak sporda çelimsiz biri olabiliyor. Resim ve müziğe meraklı ama yeteneksiz biri de olabiliyor. Sonra büyüyor mesleğinin ehli dağınık bir uzman, sorumluluk sahibi bir eş, kariyerli  patron, sağlam arkadaş ve hatta can dost olabiliyor.

Başka kimlik veya rollerde olmayı de hayal edip çırpındığı, büründüğü kimliğin hakkını verememek yüzünden mutsuz olduğu bile görülebiliyor.

Tüm bu keşmekeş içinde en çok baba olmaktan mutlu oldum.

Herkes gibi geleceğe dönük hayallerim bir kısmı ütopik görünse de ulaşmayı düşlediğim roller vardı. Yaşadığım hayatın bir anlamı olmalıydı. Bu anlamın peşine düşmeli bulmaya çabalamalıydım. Göze batan olmak, en iyisi olmak gibi hırslarım da yoktu. Hepsinden biraz olmak mutlu etmeye yeterdi. Öyle zirvelerde gözüm yoktu.

En çok baba olmayı sevdim.

Baba olmayı sevdim derken, birilerinin bana “baba oldun” demesinden, çocuğumun “baba” diye seslenmesinden söz etmiyorum.

Hayal ettiklerine ulaşmak için bazı rolleri ihmal etmek hatta vazgeçmek zorunda kalmak veya idealleri için  çırpınıp  sürüklenirken  seni hiç terk etmeden sabırla bekleyen her şeyden biraz içeren o vefakar rolden, baba rolünden söz ediyorum.

Aradığım yanıtın baba olmak olduğunu önceleri anlamamıştım.
Kızım doğduğunda bana baba diyen yoktu. Hatta evdeki tahtım sarsılmış kendimi eve lojistik destek sağlayan bir dış unsur (sözgelimi bakkal çırağı) gibi hissettiğim günler bile olmuştu. Devamlı ağlayan ve hayat arkadaşın ile arana girip yüzüne bile bakmayan iletişimsiz çirkin bir şey hayatımı alt üst etmişti. Evde bir şeylerin değişmiş olmasından, çalışma odamı yitirmekten yakınsam da sebepsiz mutluluk duyuyordum. Ortada gizemini çözemediğim biri, bir anlam vardı ve ilk birkaç aydan sonra beni gözüyle takip etmeye bile başlamıştı. Pek becerikli  baba olduğum söylenmese ve çocuk emanet etme konusunda “birileri” hep çekinceli davransa da halimden mutluydum. Kendime güveniyordum, çabalayarak pek çok farklı kimliği üstlenebilir, o kimliğin gerektirdiği rolün hakkını verebilirdim.

Ama ben en çok baba olmaktan mutluluk duydum.

Soğuk bir kış günü parkta salıncakta sallanıp eve döndüğümüzde kızım neşe içinde eliyle omzuma vurmuş, henüz konuşmaya başlamamış olsa da omzuma vuran eliyle bana olmak istediklerimden çok daha ötede bir sevgi mesajı vermişti.

Ben de herkes gibi zor sorular soran, sorduğu sorulara yanıt aramak için okuyan, öğrenen öğrendikleri ile mutlu olan ve hayatın anlamını kovalayanlardandım. Pek çok role bulansam da bu soru beni hep takip etti. Doğru soruyu sorduğumdan bile emin değildim. Yanıt çok uzaklarda görünse bile anlam üzerine kafa yormalı soruyu ve yanıtını kovalamalıydım.

O gün parkta torununu gezmeye getirmiş bir dede kendi hayatı ile ilgili soruların yanıtını çocuklarında ve torunlarında bulduğundan söz etmese soruyu kovalamak yüzünden elimdeki yanıtları görmediğimin farkına bile varamayacaktım.

Aradığım soruyu bulamasam da aradığım yanıtın kızım olabileceğini hiç düşünmemiştim. Dahası ben de birilerinin sorusunun yanıtı olabilirdim. İlk anda bu durumu yadırgadığımı itiraf etmeliyim.

Meğer, herkes gibi kendimi bir soru veya bilinmez gibi görmek hoşuma gidermiş. Aslında her insanın önceden sorulmuş soruların yanıtı olması fikri pek de adil görünmüyordu. Herkesin kolay yoldan kendini yanıt sandığı bir dünyada soru olarak kalabilmek hayli yorucu olmalıydı. Yine de denemeye değerdi.

İşte bu yüzden en çok baba olmaktan mutluluk duydum. Soruları o sordu birlikte yanıtladık. Yanıtlayamadıklarımızı yeri gelince hatırlayıp tekrar sorduk. Sormaktan korkmadık. Kızım büyüdü sorular ve yanıtlar birbirine karıştı. Aradığım anlam olup boynuma sarıldı.

En çok baba olmaktan mutluluk duydum.

Baba olunca her şeyden biraz oluveriyor insan.
Aynı gün içinde yakın arkadaş hatta sırdaş, otoriter patron sonra aşçı yamağı hatta evin sakarı ve komiği bile olabiliyor. Üstelik şekilden şekle girsen bile tuhaf bir mutluluk duyuyorsun.

Baba olmanın kariyeri, rütbesi nedir bilemem bu konuda yarışa girecek de değilim ama yıllar önce omzumda hissettiğim o el ile başlayan ne ise, olmak istediğim her şeyden biraz olmamı sağladı.

En çok baba olmaktan mutlu oldum.

Ekin’in babası

( Mehmet Uhri )

11 Responses to “Omuzdaki El”

  1. Saffet Soykal diyor ki:

    Çok güzel bir anlatım. Birinci aydan sonraki noktaya kadar aynen katılırım.

  2. Taha Karaman diyor ki:

    Çok Güzel.
    Teşekkür ederim,

  3. Mehmet Erkan ZENGIN diyor ki:

    Cok guzel, keyifle okudum ve derin dusuncelere daldim.
    Tesekkurler.

  4. FİGENOZANSAYMAN diyor ki:

    Hikayelerinizin her biri başka güzel.Atlamadan , merak ve heyecanla okuduğum sadece sizin mailleriniz…yazdıklarınızı bizlerle paylaşmaya devam etmeniz dileğiyle….sevgiyle kalın…

  5. ahmet çağıldak diyor ki:

    Can dostum. Yazıda, öyküleştirmede gerçekten iyisin. Baba olmanın işlev ve hazlarını bilgece, hiç bir yerde okumadığım kadar güzel anlatmışsın. Her satırında kendimizi bulduğumuzu düşünüyorum. Sana sağlıklı uzun ömür ve asıl cevaplar için torunlar diliyorum

  6. Mehmet Uhri diyor ki:

    Sevgili dostum torun konusunda benden önde olman gerektiğini düşünüyorum. Hani şöyle dedesinin saçından sakalından çekiştiren afacan bir torun yakışır diye düşünüyorum. Sağlıcakla

  7. Mehmet Uhri diyor ki:

    Böyle içten, candan geri dönüşler inanın yazma ve paylaşma şevkimi arttırıyor sayın Sayman. Duyarlığınız için teşekkürler. Sağlıklı günler diliyorum.

  8. Ali ismet diyor ki:

    Sevgili Uhri çoğumuzun yaşadığı bazıların hissedip ifade ettiği duyguları ne güzel ifade etmişsin eline sağlık . Kızının kalemi de senin gibi güçlü mü?

  9. nuri engerek diyor ki:

    iskele babası için büyük mutluluk…

  10. Cüneyt öngüt diyor ki:

    Güzel bir yazı. Tebrikler Uhri cim

  11. Mustafa Gül diyor ki:

    Sevgili Mehmet, uzunca bir aradan sonra Egetıp87 yahoogroups’daki “Omzumdaki el” yazınızı bir solukta okudum, çok teşekkürler.

    Umarım evlatlarımızın ve hala hayattalarsa babalarımızın kıymetini bilebiliriz.

Leave a Reply