Ömür Diye Giydiğimiz

istanbul011

Sürekli yenilenip üzeri örtülmeye çalışılsa da Beyoğlu İstiklal Caddesine sinen tarih ve geçmiş yaşamların izlerini arayanlar için Pazar sabahları çok farklıdır.

Her zamanki kalabalığının aksine cadde tüm görkemiyle kendini size sunar.

O Pazar günü İstiklal caddesinin arka sokaklarında gezinirken küçük kahvehane benzeri yerden “Günaydın doktor bey, bir kahve ikram etmek isterim, geri çevirmezsiniz umarım” diye seslenen gençten delikanlıyı önce tanıyamadım. Kısa bir tereddütten sonra gazete almam gerekiyor bahanesine sığınıp yoluma devam etmek istesem de delikanlı günlük gazeteleri çıkarıp gösterince kaçacak yerim kalmamıştı.

Kahveyi ocağa koyup yanıma geldi. Kendini tanımamış olacağım düşüncesiyle “Beni hatırlamamış olabilirsiniz, doktor bey. Gezi olayları sırasında yaralanmıştım. Polisler yaralı halimle karakola götürmek isteyince araya girip kendinizi tanıtmış, durumumun ciddi olabileceği konusunda onları ikna edip Hızır acil ambulansı ile beraber Taksim hastanesine kadar eşlik etmiştiniz. O gün teşekkür edememiştim. Tekrar karşılaştığımıza çok sevindim” sözleriyle açıklamada bulundu.

Doğrusu o gün istiklal caddesinde yanı başımda yere yıkılan delikanlıyı hayal meyal hatırlıyordum.

Kahveleri alıp karşıma oturdu. Kenardaki masada kitabını okuyan iyi giyimli sakallı beyefendi dışında müşteri yoktu. Sormama fırsat bırakmadan jeoloji mühendisi olarak üniversiteden mezun olduğunu, yıllardır iş aramasına karşın bulamadığını, en sonunda kendi gibi iş bulamayan bir arkadaşının işlettiği bu küçük kahvehanede çalıştığını anlattı.

- Onca eğitimden sonra böyle bir yerde çalışmak zor gelmedi mi?

- Başlangıçta evet. Mesleğim ve geleceğim ile ilgili tüm hayallerimden vazgeçmek zorunda kalmak ve lanet olası parasızlık beni kırgın, öfkeli birine dönüştürmüştü. Ailemin de kızacağını düşünmüştüm. Ancak emekli öğretmen olan babam hayatı tanımak için okulların yetmeyeceğini, insanları tanımadan hayatı tanımış olamayacağımı, bu işi insanları tanımak için fırsat olarak kullanmam gerektiğini söyleyip destek verdi.

- İşe yaradı mı?

- İhtiyacım olduğu için önceleri kazandığım paraya odaklanmıştım. Gözüm kimseyi görmüyor, bahşiş verecek müşteri ile vermeyecek olanı ayırmam yetiyordu. Kazancımı arttırmak için kahve falı bakmaya başlayınca işler değişti. Falını okuyup uygun şeyler söyleyebilmek için insanları tanımak anlamak gerekiyordu. İnsanları bir şekilde anlamaya çabalarken babamın ne demek istediğini anladım. Şimdi buraların tutulan ve aranan falcılarındanım.

yb2Kahve gerçekten lezzetliydi. Gelen müşteriler ile ilgilenmek için izin istedi. Günlük gazetelere göz gezdirmeye başladım. Az sonra tekrar yanıma oturup ne yaptığımı nerede çalıştığımı sordu. Sözü dönüp dolaştırıp öteden beri ilgimi çeken kahve falına getirdim.

- Nedir bu kahve falı? Aslı astarı var mı? Yoksa öylesine içinizden gelenleri mi söylüyorsunuz?

- Kahveyle, telveyle ilgisini soruyorsanız emin değilim. Ama insanlara, özellikle geçmişinden ve yaşadığı hayattan rahatsız olup geleceğe ait beklentiler duymak isteyen, şimdiki zamandan sıyrılmaya çalışanlara iyi geldiğini söyleyebilirim.

- Nasıl yapıyorsunuz bunu?

- Zor değil. Önce gelene bakıyorsun, yürüyüşü, oturuşu duruşu davranışı, seslenişi çok şey anlatıyor. Fal orada başlıyor. İnsanlar da fal bakılırken görmek istediklerine yöneliyorlar. Söylediklerimin anlamı kişinin ne görmek veya ne işitmemek istediğine göre değişiyor. Hele bizim gibi herkesin hep ezik vuruk bir yanı olan ülkede fal konusu bulmanın zor olmadığını fark ettiğimden beri hiç zorlanmıyorum.

- Herkes mi ezik? Emin misin? Kadınların erkeklere göre daha ezik olduğunu anlarım ama herkes için aynı şeyi söylemek zor diye düşünüyorum.

- Başlangıçta ben de hayret etmiştim. Biraz da ataerkil gelenekler nedeniyle toplum içinde görünür hatta fark edilir olma kaygılarının kadınları fazlasıyla ezip büzdüğünü düşünürdüm. O ezik ve suskun kadınların çocukları olarak yetişen erkeklerin ise çok daha darbeli ve ezik olduğunu ve bunları gizleme uğruna hep bir şeylere katlandıklarını gördüm. Üstelik zengini fakiri, okumuşu cahili fark etmiyor. Hem fal baktırıp kendileri ile ilgili bir şeyler duymak istiyor hem de sakladıkları ne varsa ortaya saçılacak endişesi ile bu işi olabildiğince gizli ve baş başa yapmak istiyorlar. Konuyu babama açıp neden böyle olduğumuzu darbe ve eziklerini saklamak için kendilerine karşı bile dürüst olmayan insanlara dürüst olmanın doğrudan ayrılmamanın nasıl öğretileceğini sormuştum.

- Babanız bu soruya ne cevap verdi?

- Bu şekilde bir soruyla karşısına gelmem babamı mutlu etmiş, insanları tanıma konusunda doğru yolda olduğumu söylemişti. Soruma gelince, yaşanan tarihsel sürece bakıp kendince bulduğu açıklamayı paylaşmıştı. Miras hukuku olmadığı için ölenin malının devlete kaldığı bir anlamda devletçe yağmalandığı Osmanlı devlet geleneğinden başladı. Geçen yüzyılın başlarında ülke savaşlarla savrulup kayıplar, göçler ve zorunlu göç ettirmeler yaşanırken geride kalanların mallarının da yağmalandığını, devletin desteği ve göz yumması ile gidenlerin yok edilenlerin ve gönderilenlerin hesabını soran olmadığı gibi el değiştiren malın mülkün de üstünün örtüldüğünü anlattı. Böylesine büyük bir yağmanın, yeniden inşa edilen ülkede hiç konuşulmayan ama herkesin bilip bir şekilde iştirak ettiği sır olarak kaldığından söz etti. Günümüze kadar varlık vergisi, 6-7 Eylül olayları gibi farklı uygulamalarla devlet eliyle sürmekte olan yağmacılık bulaşıcıydı. Birileri yağma yaparken seyredenlerin de zamanla yağmaya bir şekilde katıldığını, katılmayanların da göz yummayı seçtiğini, vicdanının sesini dinleyip direnç gösterip, sesini yükseltenlerin ise içeride ve dışarıda ülkenin itibarını zedeleyen ihbarcı, ispiyoncu damgası yediğini vurguladı. Babam “Vicdanımızın sesini bastırıp yağmaya göz yumarak doğruluğu dürüstlüğü ahlaklı olmayı unuttuk” demişti. Bugün bile trafikte birinin emniyet şeridine girmesiyle diğerlerinin onun peşine takılıyor olmasını yağmacı zihniyetin içimizde bir yerlerde yaşamakta olduğuna kanıt olarak sunmuştu. Kurtarma ekibiyiz diye gelip enkazda ziynet ve para arayanların sayısının her deprem sonrası artmakta olduğuna dikkat çekmişti.

- İyi de hiç mi temiz insan yetişmedi, bu ülkede herkes mi kirli?

- Bu soruyu ben de babama sorup bir anlamda söylediklerini kabullenmek istememiştim. Yağmaya karışmasa da göz yumup sessiz kalanların daha büyük eziklik yaşadığını, birileri yağmayla zengin olurken toplum içinde enayi damgası ile yaşadıklarını anlatmış sesini çıkaran vicdan sahibi insanların da ispiyonculukla suçlanıp dışlandığından söz etmişti. İşte ben de babamdan öğrendiğim bu bilgileri falına baktığım insanlarda arayıp bulup yüksek sesle dile getiriyorum.

- Peki, tüm bunlar kahve falına nasıl yansıyor?

- Meslek sırrı olacak ama sana borçluyum, doktor bey. Öncelikle insanlar farklı görünseler de beklenti ve hayalleri benzeşiyor. Yani ömür diye giydiğimiz ne varsa üç aşağı beş yukarı hep aynı.  Dedim ya herkesin dışarıya göründüğü hali dışında gizli tuttuğu ezik ve darbeli bir yanı ve dahası kendilerine bile itiraf edemediği özellikleri var. Fala başlarken beden dilini okumaya çalışıyor az konuşturduğumda satır aralarından fışkıran yüzleşmekten kaçındıkları hallerini, ezik veya vuruklarına dair ipuçlarını topluyorum. Fal bakarken işte o gizli kalmasını istedikleri konulardan söz edip ayna tutuyor, dertleşiyor bir tür sırdaş oluyorum. Bilirsiniz insanlar sırlarını paylaştığı kişileri kolay unutmuyor. Her hafta düzenli gelip fal baktıran çok müşterim var. Kapatın fincanınızı size de bir fal bakayım.

yb1Bu sözler üzerine fincanı elimden almaya kalktı. İstemediğimi söyleyip fala gereksinim duymadığımı şu anda yaşadığım muhabbetin faldan çok daha iyi geldiğini söyleyip hesabı rica ettim.

Ayağa kalkıp gülümsedi; “Siz doktorlar insanların bedenlerindeki ezik, kırık ve bozuklukları iyileştirmeye en azından göz önünden kaldırmaya uğraşırken ben de burada ruhlardaki yaralarla ilgileniyorum. Yani meslektaş sayılırız. Sizden ücret alamam ve her zaman beklerim” dedi.

Gelen müşteriler ile ilgilenmek bahanesiyle itiraz etmemi beklemeden uzaklaştı. Bir süre daha gazetelere göz atıp sessizce kalktım.

Çıkarken uzaktan el selamı verip caddeye doğru ilerledim.

Güneşin yükselmesiyle her günkü kalabalığına kavuşan caddede tünele doğru ilerlerken 13. İstanbul Bienalinin “Anne ben barbar mıyım?” yazılı pankartı gözüme ilişti.

Mehmet Uhri

3 Responses to “Ömür Diye Giydiğimiz”

  1. leyla mutlu diyor ki:

    BARBARLARI BEKLERKEN

    Neyi bekliyoruz böyle toplanmış pazar yerine?

    Bugün barbarlar geliyormuş buraya.

    Neden hiç kıpırtı yok senatoda?
    Senatörler neden yasa yapmadan oturuyorlar?

    Çünkü barbarlar geliyormuş bugün.
    Senatörler neden yasa yapsınlar?
    Barbarlar geldi mi bir kez, yasaları onlar yapacaklar.

    Neden öyle erken kalkmış imparatorumuz,
    şehrin en büyük kapısında neden kurulmuş tahtına,
    başında tacı, törene hazır?

    Çünkü barbarlar geliyormuş bugün,
    onların başbuğunu karşılamaya çıkmış imparatorumuz.
    Bir de koca ferman hazırlatmış
    ona rütbeler, unvanlar bağışlayan.

    İki konsülümüzle yargıçlarımız neden böyle
    işlemeli, kırmızı kaftanlar giyinip gelmişler?
    Neden böyle yakut bilezikler, parlak,
    görkemli zümrüt yüzükler takınmışlar?
    Ellerinde neden böyle altın,
    gümüş kakmalı asalar var?

    Çünkü barbarlar geliyormuş bugün,
    onların gözlerini kamaştırırmış böyle takılar.

    Ünlü konuşmacılarımız nerde peki,
    neden herzamanki gibi söylev çekmiyorlar?

    Çünkü barbarlar geliyormuş bugün,
    onlar pek aldırmazlarmış güzel sözlere.

    Neden bu beklenmedik şaşkınlık, bu kargaşa?
    (Nasıl da asıldı yüzü herkesin!)
    Neden böyle hızla boşalıyor sokaklarla alanlar,
    neden herkes dalgın dönüyor evine?

    Çünkü hava karardı, barbarlar gelmedi.
    ve sınır boyundan dönen habercilere göre,
    barbarlar diye kimseler yokmuş artık.

    Peki, biz ne yapacağız şimdi barbarlar olmadan?
    Bir çeşit çözümdü onlar sorunlarımıza.

    Constantino KAVAFİS

    Çeviri: Cevat ÇAPAN

  2. Ahmet Çağıldak diyor ki:

    Çok güzel bir öykü. Yine müthiş bir toplumsal yergi var. Fala inananlar için çok daha bir anlamlıdır sanırım. Ben fala bakanlara alaylı psikolog gözüyle bakıyorum. Yaşamım boyunca falcıya da psikologa da ihtiyaç duymayacağım sanırım!

  3. yüce diyor ki:

    İnsanların hem bedenlerini hem de ruhlarını iyileştiren bir şeydi “gezi”. Birbirini bilmeyen ama bir tesadüf karşılaştığında aslında ötekini çok iyi tanıyan insanlar topluluğu olduk bir anda.
    Eline sağlık.

Leave a Reply