Olta ve uçurtma

olta5Havaların giderek daha geç karardığı yaz aylarına yaklaşılan günlerdeydik. Akşam üzeri boğaz kenarında balık tutarak vakit geçiriyordum. Balık tutmak dediğim iş çoğunlukla boş bir kovanın başında durup denizdeki balıkları beslemek gibi birşeydi. Günün stresini, olaylarını hatta günü ve zamanı oltanın ucundaki balık vuruşlarını hissederek unutuyordum. Hava da güzeldi. Sahilden oltamı savurup, dalıp gitmiştim. Tuttuğum bir kaç istavrit ve izmarit kovada yüzüyordu. Bir süre sonra denizin üzerindeki uçurtmaya gözüm takıldı. Büyük kısmı ıslanmıştı.

Batmamaya çabalıyordu. Az ötede uçurtmanın ipini elinden bırakmayan gözü yaşlı esmer çocuğun ağlaması duyuluyordu. Az önce gökyüzünde özgürce salınan uçurtmasının kısa süre içinde denize düşerek yitip gitmesini belli ki kabullenememişti.

Oltalarını denize savurup balık tutma sevdasındaki insanların arasında uçurtmasını denizden toplamaya çabalayan çocuğun ağlayıp söylenmesi herkesin dikkatini çekmişti. Bir yandan ağlıyor bir yandan da kısmen karışıp dolanmış ipi sarıyor uçurtmasını kıyıya çekmeye çabalıyordu. Konuşmalarından anladığım kadarıyla beraberindeki kır saçlı bey de dedesiydi.

Oltamı denizden çıkarmadan sessizce dede ile torunun konuşmalarını dinliyordum. Çocuk, uçurtmasının yine gökyüzünde salınmasını istiyor dedesi ise artık mümkün olmadığını anlatmaya çabalıyordu.

-      Uçurtman artık uçamayacak çünkü suya düştü, zarar gördü.

-      Ama neden? Hem biraz önce havada ne güzel süzülüyordu. Niye düştü sanki?

-      Onu havada tutan, yükselmesini sağlayan neydi peki?

-      Bilmem, ipinden tutup koşturunca yükselmiş gökyüzüne çıkmıştı işte.

-      Uçurtmanı uçuran havada tutan rüzgardı. Biraz önce rüzgar aniden durdu ve uçurtman hızla denize düştü. Yani senin, benim hatamız yok. Rüzgar kesilince uçurtma uçamadı.

-      Ama ip benim elimdeydi, ben uçuruyordum onu.

-      Sen onun rüzgara kapılıp gitmemesini sağlıyordun. Uçurtma havadayken ipin elini acıttığından söz ediyordun ya. İşte o da uçurtmanın değil rüzgarın marifetiydi. 

Ağlaması kesilmişti ancak henüz ikna olmadığı hissediliyordu.

Kovamın içinde yüzen balıklardan birini çıkarıp çocuğa verdim. Balığı denize bırakmasını istedim. Sevinçle gözleri parladı. Bir süre avucundaki balığın çırpınışlarına baktı, sonra usulca denize bırakıp gözden kayboluncaya kadar izledi. Teşekkür etti.

Bu arada dedesi torununa çevredeki balık tutanları gösterip konuşmayı sürdürdü.  

-      Bak onların elinde de ip var ve balık avlamaya çabalıyorlar. Balık yakaladıkları zaman oltanın ağırlaşması, ipin gerilmesi ve kıyıya çekilirken direnç göstermesi biraz uçurtmaya benziyor sanki ne dersin?

Çocuk burnunu çekip ağlamaklı ifadeyle;

-      Balıklar da, tutulup karaya çekildiği zaman suya düşen uçurtmam gibi yüzemez oluyor değil mi?

-      Evet. Uçurtmanın uçması için rüzgar, balığın yaşayabilmesi için ise deniz gerekiyor öyleyse.

-      Ama ben uçurtmamı havaya olta sallayıp yakalamadım ki? Onu birlikte yaptık. Birlikte bağladık ipin ucuna ve birlikte uçurduk. Halbuki balıkçılar boş ipi suya bırakıp, balığın takılmasını bekleyip çekiyorlar. Aynı şey değil ki…

Dede içini çekti. Uzaklara baktı. Sonra torununa döndü.  

-      Sana bir soru soracağım. Seçme şansın olsaydı uçurtma mı, yoksa balık mı olmak isterdin? 

Çocuk kısa bir süre durdu. Sonra parlayan gözlerle cevap verdi; 

-      Uçurtma olmak, gökyüzünde kuş gibi özgürce uçan uçurtma olmak isterdim.

-      Ama hep seni tutan ip ve o ipi tutan birileri olacak. Yani tam özgür olmayacaksın. Üstelik rüzgar olmazsa uçurtman gibi düşüp hasar görme riskin de var.

-      Olsun. İpi tutanların sen ya da annem ve babam olması yeterli. İpi tutan ama gökyüzünde özgürce uçmama izin veren birilerinin olması bence çok güzel. Hem onlar rüzgarsız havada uçamayacamı da iyi bilir, korurlar beni. Balık olsaydım koca denizde tek başıma yüzmeye korkardım.

Dede yine derin nefes çekti. Sustu. Açıklara doğru bakarken torun seslendi.

-      Peki sen hangisi olmak isterdin dedecim?

Dedenin yüzüne aydınlık bir gülümseme yayıldı.

-      Eskiden olsa balık olmak, denizlerde özgürce dolaşmak isterdim.

-      Şimdi öyle düşünmüyor musun?

-      Şimdilerde ne istediğimden çok emin değilim. Uçurtmanın uçabilmesi rüzgara, balığın yaşayabilmesi denize bağlı. Özgürlük ise zaten yok. İster gökyüzünde uçurtma, ister oltanın ucunda balık ol hiç fark etmiyor. Misina veya seni tutan ip hep oluyor. Ya oltaya takılıyorsun günün birinde ya da en başından beri ipini tutan birileri oluyor. 

olta3Torununa bir kez daha sevgi ile baktı. Ağlaması kesilmişti. Uçurtmayı boğazdan çıkarıp kuruması için güneşe serdiler. Bu işlem sırasında uçurtma ipinin misinaları karıştıracağından endişe eden bir iki balıkçı hafiften söylendi. Dede duymazlıktan geldi. Torunun gözleri ışıltıyla parladı. “ Üzülme dedecim uçurtma bozulmuşsa birlikte daha büyük ve daha uzun kuyruklusunu yapar yine gelir uçururuz değil mi?” dedi.

-      Yaparız, hem de alasını yaparız. Haydi gel. Uçurtmamız kuruyana kadar denizde taş sektirelim. Bakalım hangimiz daha çok taş sektirecek.

Dede sevgiyle sarıldı, torununa. Sahil boyunca yürüyüp, sektirecek yassı taş aramaya, bulduklarını boğazda sektirmeye başladılar. Onlar uzaklaşırken boğaza attıkları taşlar ile birlikte torunun neşeli çığlıkları, rüzgarın uğultusuna karışıyordu.

 

Mehmet Uhri

3 Responses to “Olta ve uçurtma”

  1. naile kalender diyor ki:

    Mehmetcim yüreğine, diline, kalemine sağlık. Sen yazdıkça biz okuyanlar ve hazıra konanlar çocukluk günlerimize doğru bir dönüş yapıyoruz ve kimimiz babamızla, kimimiz diğer büyüklerimizle yaşamış olduğumuz o çocukluk günlerimize sayende geri dönüyoruz ve de biraz burukluk biraz nostalji yaşıyoruz…

  2. dr.kemal demiriz diyor ki:

    Hikayedeki ironi muhteşem.Elinize sağlık.

  3. Mehmet Uhri diyor ki:

    Hayatın ironisinin yanında bizimkinin lafı bile olmaz, teşekkürler…

Leave a Reply