Okyanusun İmzası

Sayın okuyucu, bu anlatıyı Cristina Branco”nun sesinden bir fado eşliğinde dinlemek için aşağıdaki linki kullanabilirsiniz. M.Uhri

cristina-branco

 

okyanus-kenari

Sağa sola bakınıp fotoğraf çekme telaşındayken orada öylece duruyor ve okyanusa bakıyordu.Lizbon çevresindeki turumuzda Avrupa?nın en batı noktasında Cabo de Roca’daydık. Beyefendiyle turda tanışmıştık, pek konuşkan biri olduğu söylenemezdi. Bizler  kısıtlı zamanda çok yer gezip görme telaşındayken onun sakin halini doğrusu yadırgamıştık. Bölgede kısa süreli mola verdikten sonra muhteşem manzaraya karşı oturup bir kahve içmeye bile fırsat bulamadan Sintra bölgesine doğru yola koyulduk. O ise otobüse binmeyip orada kalmayı seçmişti. Yaşına göre dinç görünüyordu. Akşam geç vakit otelin kapısında karşılaştığımızda ayağının aksadığını gördüm. Sahilde yürürken bileğini burktuğunu üzerine basmakta zorlandığından yakındı. Yine de halinden memnun görünüyordu. Odama çıkıp bu tür aksilikler için yanımda bulundurduğum merhem ve elastik bandı verdim. Teşekkür edip odasına çekildi. Sabah kahvaltıda tekrar teşekkür etti, ayağının daha iyi olduğunu ancak yine de uzun süre yürüyemeyeceğini söyledi. O gün Porto kentine günübirlik gitmeyi planladığımızı isterse bize katılabileceğini söyledim istemedi.  

        -         Ben yine oraya, Cabo de Roca’ya gideceğim.

-         İyi ama dün oraya gittiniz, üstelik ayağınız da pek iyi görünmüyor. Başka yer gezmek istemiyor musunuz?

-        Gezecek yer çok. Ama ben günümü orada okyanusu ve okyanusun renklerini izleyerek geçirmek istiyorum. Hem sizler beğenmediniz mi, orayı?

-         Beğendik, hem de çok beğendik. Hatta kahve içip keyfine varamadık diye söylendik.

-         Madem beğendiniz neden bir kez daha gidip tadını çıkarmıyor, oradaki güzelliğin üzerinizde demlenmesine fırsat tanımıyorsunuz. Bana katılırsanız kahveleri ben ısmarlıyorum.

Bu sözlerle kafamız karışmıştı. Hanımlar Porto kentinin çok uzak olduğunu, yolda zaman yitirmek istemediklerinden, beyefendinin fikrinin daha cazip göründüğünden söz ediyorlardı. Kısa sürede Porto programını iptal edip kiraladığımız arabaya beyefendiyi de alarak Cabo De Roca yolunu tuttuk. Yol boyunca yine o sessiz içine kapanık haline bürünmüştü. Kahve içerken de hiç konuşmadı. Sahile bakan yamacın kenarına aksak adımlarla ilerlerken gözü okyanustaydı. Sert esen rüzgarın insanın içine işliyor olmasına karşın kenarda banka oturup sessizce bakınmaya başladı. Dalgalar sahili dövüyor az ilerdeki kayalıkların üzerinde patlıyor, martılar ise av telaşıyla sahile yakın süzülüp denizi gözlüyordu. Bizimkiler deniz fenerinin eteğindeki Cafe?ye kurulmuş manzaranın tadını çıkarıyordu. Yanına gidip oturdum. Konuşmaya niyeti yok gibi görünüyordu. Ayağının durumunu sordum ?iyidir herhalde? dedi. Rüzgarın sert estiğinden denizin hayli dalgalı olduğundan söz edip daha fazla üşümemesi gerektiğini söyledim. Şaşkın gözlerle bana baktı. ?Deniz olur mu hiç. Bu okyanus, Atlas Okyanusu? dedi. Eliyle ileride kumsalda balık tutan adamı gösterdi. Bulunduğumuz yerden nokta gibi görünüyordu.

-         Sence o balıkçı neden kumsalın ortasında duruyor. Oltayı kıyıdan savurmak yerine neden denizden 100 metre geride duruyor?

-         Bilmem. Ben olsam daha uzağa atabilmek için oltayı kıyıdan atardım. 

cabo-de-rocaCevap vermeyip okyanusa bakınmayı sürdürdü. Bir süre sonra eliyle deniz kıyısını gösterip ?gelmekte olan dalgayı izle, bak nerede duracak? dedi. O bir karışlık zayıf dalga, kumsala vardığında durmayıp ilerlemeyi sürdürdü ve bizim balıkçının ayağının dibine kadar ulaştı. Eliyle tekrar balıkçıyı gösterdi.

-         O da bilir kıyıdan olta atmasını. Ama okyanusun dalga hareketlerini de bilir. Öyle büyük su kitlesidir ki küçücük bir dalga hareketinin bile kıyıya etkisi inanılmaz boyutlardadır. Okyanus kıyısında yaşıyorsan onun kurallarına uyacaksın. Okyanus kıyısını kendi istediği gibi yapamaz, insanoğlu. Sahile imzayı okyanustan başkası atamaz.  

Az sonra üşüyüp Cafe?ye sığındım. Bizimki paltosunun yakalarını kaldırıp yamaç kenarındaki bankta oturmayı sürdürdü. Günlerin kısaldığı sonbahar aylarındaydık. Birkaç saat sonra güneşin batmaya yüz tutmasıyla ortam renk cümbüşüne döndü. Bizimki yine oradaydı. Yanına gidip gün batımının uçuşan renklerini seyre koyulduk. Eliyle gökyüzünde sarıdan turuncuya dönüşen canlı renk cümbüşünü gösterdi.

-         Hatırlar mısınız? Bunlar çocukluğumuzun renkleriydi. Canlı sarı, turuncu, kırmızı, canlı mavi hatta canlı yeşil. Oyuncaklarımız giysilerimiz hep böyle canlı renklerdendi. Büyüdükçe uzaklaştığımız renkler bunlar. Çoğumuz artık bu renkleri kullanmıyor. 

-   Sanırım haklısınız ama neden böyle?

-        Neden olacak, çocukluktan sıyrılma uğruna çocukluğun renklerini terk edip dikkat çekmeyen renklere yöneliyoruz. Bu güzelim canlı renkler yerine siyah kahverengi hatta gri kullanır olduk. Ergin ve yetkin bireyler olmak için çocukluğumuzdan sıyrılmamız gerektiği öğütlendikçe çocukluğu anımsatan her şeyden renklerden, davranışlardan uzak duruyoruz. Çoğumuz hala böyle davranıyor.

-         Böylesi çok mu kötü ?

-         Kötü elbet. Çocukluğunu, sanki başkasının hayatı gibi hatırlıyor çoğumuz. Hatta o deneyimsiz, beceri yoksunu ama her daim iyimser, mutlu olabilen çocuğu içinden söküp attıktan sonra unutanımız bile çok. Ben de bunlardan biriydim. Kariyer kovalayıp hep ileriye, daha ileriye gidenlerden, ciddi ve tutarlı görünen sinir tiplerdendim. Gün gelip emekli olunca tüm bu çaba ve ciddiyetin aslında çocukluktan kurtulamamak korkusunu barındırdığını fark ettim. Gittiğim gezdiğim yerlerde çocukluğumun renklerini arar oldum. Bu bana iyi geliyor. Biraz da onun için buraya tekrar gelmek istedim. Söylemesi ayıp okyanusta taş sektireceğim derken burktum ayağımı. 

Kısa süre sonra güneşin batması ile gökyüzün mavisi koyulaştı, bulutlara vuran renkler turuncudan kırmızıya ve bordoya dönüştü. Rüzgar daha da hızlı esiyordu. Günün çoğunu orada, çocukluğumuzun kayıp renklerine bulanarak geçirdik. Dönüş yolunda yüzler gülüyordu. Otelde Porto turundan gelenlerle karşılaştık, o gün ne yaptığımızı sorduklarında okyanusa bakıp kahve içtiğimizi söyledik. Burun kıvırdılar. Ertesi gün uçağımız Cabo de Roca?nın üzerinde turlayıp yükselirken deniz fenerinin canlı kırmızısı okyanusun ve gökyüzünün mavisi ile kucaklaşmış gibiydi. Neredeyse her yeri aynı renk olan uçağımızın içini ise derinden çalan hüzünlü fado müziği kaplamıştı.

Mehmet Uhri  

4 Responses to “Okyanusun İmzası”

  1. Nurcan diyor ki:

    Okyanusun imzası çok derin oluyor Mehmet Bey,ama bazen karıştırıyorum,acaba okyanus dediğim mi,yoksa ben mi okyanusum,ben okyanus isem,sanırım imzamın derinleşmesine daha çoook zaman var.Sevgilerimle,

  2. Mehmet Uhri diyor ki:

    Derinlik kendi uydurduğumuz göreli bir kavramdır sevgili Nurcan. Ulaşamadığın yere ip sallar iskandillersin, yeterki vazgeçme…

  3. nur can diyor ki:

    Mehmet Bey,bu yazınıza eklediğiniz,Cristina Branco’nun fadosu,parçanın asıl adını rica etsem sizden,çok harika bir sesi var sanatçının.Paylaşım için teşekkürler yeniden.Sevgilerimle

  4. Mehmet Uhri diyor ki:

    Madem ki beğendin 19 Ekim 2010 da istanbul Cemal Reşit Rey’de Cristina Branco’nun konseri var. http://www.biletix.com/event.htm?id=LLC31
    Bir ney kadar insanın içine işleyen sese sahip. Şarkının adını daha sonra bakar bildiririm.

Leave a Reply