Midye ve Kum Tanesi

mk1

?Bırak beni gideyim, göreceğimi gördüm? dedi kum tanesi.

Midye ise içine giren kum tanesine cevap vermedi. Kum tanesi inatla konuşmayı sürdürdü.

- Tamam, denizin derinliklerini görmeyi ben istedim. Ancak aradığım bu karanlık kabuğun içinde olmak değildi. Ne olur bırak gideyim. Sahildeki bir kum tanesi olarak denizin içindeki dünyayı, derinlikleri hep merak etmiştim. Rüzgar savurdukça kıyıya yaklaşsam, arada dalgalara bulanıp ıslansam da bir türlü denizin içini göremedim. Sahile gelip ayaklarını ıslatan insanlar gibi denize hep kenardan bakıp içindeki dünyayı hayal etmeye çalıştım. Dalgaların yuvarlayıp sahile attığı çakıl taşlarından denizin bambaşka renkli bir dünya olduğunu işittikçe merakım arttı. Ama burası çok karanlık ve korkuyorum bırak beni gideyim.

?Zamanı gelince gidersin, sabırlı ol bakalım. Hem seni ben çağırmadım o kadar uzaktan nasıl geldin sen buralara anlat bakalım? dedi midye. Kum tanesi midyeden gelen yanıta sevindi. Karanlığın verdiği korku biraz olsun yatıştı.

Yalnız değildi.

- Rüzgarın sakin estiği bir gündü. Sahilde insanlar vardı. Kuruyan deniz tuzuyla üzerine tutunduğum küçük taşa uzanan el, taşla birlikte beni de denize fırlattı. Kaç kez denizin yüzeyinde sıçradığımızı hatırlamıyorum ama sanki deniz bizi içine almamaya çalıştı. Sonra yavaşladık, ıslanıp derinlere yuvarlandık. Bu arada tutunduğum taştan ayrıldım ve bir süre suyun içinde salındım. Gerçekten bambaşka bir dünyadaydım. Suyun içinde ne gökyüzü ne de güneş olduğu gibi kalabiliyordu. Gökyüzünün o görkemli ama durgun mavisinin suyun içinde renkten renge gireceğini ve bu kadar güzel görüneceğini hiç düşünmemiştim. Güneş ise suyun içinde parçalanıyor, birden fazla güneşe ayrışıyor, üstelik yakıp kavurmuyordu. Başka şeyler de gördüm. Ne olduğunu anlamadığım başka şeyler de vardı. Rüya gibiydi. Ama çok kısa sürdü. İki beyaz kabuğun arasından geçip kendimi burada buldum. Burası çok karanlık, korkuyorum. Bırak gideyim.

- Kabuklarımın arası güvenlidir. Zamanı gelince gidersin. Sen bana dışarıyı anlat biraz. Orada ne var, nasıl bir yer?

- Dışarısı mı? Hımm. Dışarısı buraya hiç benzemiyor. Suyun içindeki renklilik, canlılık dışarıda yok. Burada her şey yumuşak, halbuki dışarıda güneş ve rüzgar her şeyi kurutup sertleştiriyor. Suyun içinden bakınca alacalı bulacalı görünen o mavi gökyüzü dışarıda hiç de öyle. Bir de içini ısıtan bazen yakıp kavuran güneş var. Buradan bakınca çok sayıda varmış gibi göründüğüne bakma, inanmayacaksın ama aslında tek. Sahilden gelip suyun içine bakınca iç içe iki dünya var sanki. Üstelik ikisi de gerçek. Hangisi daha iyi diye sorsan cevap vermesi zor. En iyisi hep bir tarafta kalıp öteki tarafı hiç tanımamak. Birindeyken ötekinde aklın kalıyor. Ha bir de rüzgar var dışarıda.

- Rüzgar de neymiş?

- Nasıl desem, burada su nasıl hareket edip dalga yapıyorsa orada da rüzgar esip seni oradan oraya savurabiliyor. Bir de; su, buradakilerin nasıl hep yumuşak kalmasını sağlıyorsa rüzgar da dışarıdakileri kurutup sertleştiriyor. Tanısan sevmezsin. Gecenin karanlığı ise sanırım her iki tarafta da aynı.

Midye dışarıyı kolaçan etmek için kabuklarını hafif aralayınca içerisi aydınlandı. Kısa süreli de olsa bir yengecin saldırısına uğradılar ama yengecin gücü kabukları aşmaya yetmedi. Midye, kum tanesini sahile bırakmak için zeminde ilerleyip sahile yönelirken kum tanesinden çok zamandır merak ettiği suyun ötesini, ötedeki dünyayı anlatmayı sürdürmesini istedi.

Zamanın durduğu bir yolculuğa koyuldular.

Gökyüzünü ve yıldızları anlatarak başladı kum tanesi. Sonra ağaçları kuşları anlattı. Sıra insanlara gelince zorlandığını hissetti. Suda yaşayamayan ama yine de su kenarından ayrılmayan canlılar olduklarını hiç birinin diğerine benzemediğini, hatta aynı insanın zaman içinde farklılık gösterdiklerini anlattı.

Midye kendine benzer canlı olup olmadığını sordu. Az önceki yengeç gibi kalın kabuklu böcekler ve yine kabuklu salyangozlar gördüğünü ama midyeye benzer bir şey görmediğini söylemesi hafiften gururunu okşadı.

Kum tanesi en büyük şaşkınlığını denizin içindeki dünyada mevsimlerin olmadığını öğrenince yaşadı.

- Nasıl yani hep böyle yeşil, hep böyle canlı mı kalıyor ortalık? Sıcaklık da mı değişmiyor?

- Sıcaklık değişiyor ama başka değişiklik olmuyor.

- Yani hep baharı yaşıyorsunuz. O zaman nasıl yeniliyorsunuz kendinizi.

- Burası su altı. Ne güneş yakabilir, ne de rüzgar kurutabilir. Hep taze kalır, her sene kabuğumuzu kalınlaştırıp biraz daha büyürüz. Büyüdükçe daha görünür hale geliriz. Korunabilmek için kabuğumuz kalınlaşır ve sertleşir. Dışımız içimizden daha fazla büyür ama içimiz hep yumuşaktır. Ara sıra senin gibi küçük kum tanelerini alır bir süre taşır gevezelik eder bırakırız. Burası senin geldiğin dünyaya benzemez. Sen yine o beğenmediğin kuru bulduğun dünyana dön, buralar sana göre değil.

- Biliyor musun? Aslında insanlar yanlış tarafta yaşıyorlar. Onlar da sizin gibi mevsimleri hiç yaşamayıp, tazelenmeden öylece hep büyüyor ve büyüdükçe kabukları kalınlaşıyor. Küçükken kumda oynayıp şen şakrak gülen o sevecen insanların büyüdükçe nasıl asık suratlı, sert, duygusuz görünüşlü olabildiklerine bir türlü akıl erdiremiyordum. Az önce dışarıda midyeye benzer canlı var mı diye sormuştun değil mi? Sanırım insanlar sana benziyor. İçleri yumuşak olsa da büyüdükçe kabukları sertleşiyor ve kendilerini koruyabilmek için hep kabuğu kapalı yaşıyorlar. Sanki bir zamanlar kabahat işlemiş ve denizlerden kovulmuş gibiler. Su kenarlarından uzaklaşamamaları da bu yüzdendir, belki de.

mk2Sahile vuran dalgaların sesi arttıkça kum tanesi heyecanlandı. Sahile yaklaşmışlardı. Ancak kötü bir sürpriz onları bekliyordu. Önce irice bir yengeç midyeyi aralamaya uğraştı. Bu sırada yengeci hedef alan ahtapot her ikisini de sarmaladı. Yengeç ahtapotun kollarından kurtulmayı başarsa da midye kurtulamadı. Ahtapot midyeyi birkaç kez kayaya vurunca midyenin bir kenarı kırıldı. Midye fazla direnemedi.

Teslim olmadan önce kum tanesine ?beni bırakma? dedi. Olanları üzüntü içinde izleyen kum tanesi cansız kabukla birlikte sürüklenerek sabaha doğru sahile vurdu.

Her şey birdenbire olmuş, bir veda bile edememişti.

Kum tanesi üzgündü ama kabuğu bırakmamıştı. Güneş yükselip ortalık kurudu. Şiddetlenen rüzgar kum tanesini kabuktan dışarı savurur gibi olunca midyenin onun için kabuğunda bıraktığı küçük yuvacığı fark etti. Yuvarlanıp o küçük yuvaya girdi.

Bir daha ayrılmadılar.

O günden sonra kum tanesi, kalın beyaz bir midye kabuğunun içinde koyu renkli bir nokta olarak kaldı. Kum tanesi sözünde durmuş midyeyi bırakmamıştı. Zamanla deniz, güneş ve rüzgar ile aşınıp ufalanan kabuk, kum tanesine dönüşüp kumsala karışana kadar birbirlerini bırakmadılar.

Midye ve kum tanesinin öyküsü zamanla söylenceye dönüştü. Dünyaları uzak ve farklı olsa da hayatlarında birbirlerine yer açıp paylaşmayı bilenler için midye kabuklarının iç yüzündeki o siyah noktalar okuyabilenler için dile gelip, midye ile kum tanesinin öyküsünü anlatır oldu.

Mehmet Uhri

4 Responses to “Midye ve Kum Tanesi”

  1. Sibel Akça diyor ki:

    Sayın Mehmet Uhri bey siz mi yazdınız bu güzel hikayeyi ellerinize yüreğinize sağlık çok anlamlı çok beğendim teşekkür ederiz. Saygılar!

  2. Mehmet Uhri diyor ki:

    Teşekkürler sayın Akça. Bu öykü Temmuz 2014 de çıkan “saklı hayatlar”isimli kitabımda da yer almaktadır.

  3. Günel Ayvaci diyor ki:

    Ellerinize sağlık. Çok severek okudum.

  4. sahin yigit diyor ki:

    hocam sizin hikayelerden bir sinema filmi bakıyorum . Uygun olanını çekmek istiyorum senaryolastirip

Leave a Reply