MASKELERİMİZ

maskeler

Pandemi notları: Mayıs 2022

Pandemide pek çoğumuz için tedirgin, sinik içe kapanık halde neredeyse yaşanmamış sayılan iki yılı aşkın süre geçti.

Geldiğimiz noktada duruma alışamasak da virüsün varlığı görmezden gelip, yok gibi davranma eğilimiyle kendimizce çıkış arıyoruz.

Otoriteler de ekonomiyi canlandırmak uğruna bu tavra ses çıkarmayıp zımnen destek veriyor.

Bu iki yıl içinde virüs de pek çok kez biçim değiştirdi.

Daha bulaşıcı ancak daha az öldürücü görüntü vermeye başladı. Hastalanan sayısının azalmasına güvenip ölümlerin sürdüğünü görmemize karşın virüsle yaşamaya alışıyor gibiyiz.

Virüsü kendimizce evcilleştirdiğimiz sanısıyla neredeyse cellâdımızı sevmeye bile başladık.

Bu arada virüs bizim alışkanlıklarımızı da değiştirdi.

İlk başlarda korku ikliminin doğurduğu her yerden herkesten uzak durma alışkanlığını sosyal mesafe ve maske düzeyine indirme ve giderek bunları da gevşetme şeklinde yeni bir “normale” doğru ilerliyoruz.

Geriye dönüp baktığımızda korkularımız yüzünden uygulamak zorunda kaldığımız onca davranışı bir şekilde kabullenmiş olsak da maskelere alışamamış görünüyoruz. Alınan onca önleme uyum göstermemize karşın maske kullanma alışkanlığına direniyor olmamızın da bir anlamı olmalı.

Hatırlayalım; Aşı olunca hastalıktan kurtulacağımız düşüncesiyle birbirimize “aşılarımız tamamlanınca maskelerden kurtuluyoruz değil mi?” diye soruyorduk. Öyle olmadığını, bırakın aşıyı virüsün kendisinin bile hastalık geçirenlerde yeterince koruyuculuk sağlamadığını bildiğimiz halde derdimiz tasamız maskelerimizden kurtulmaktı.

İyi de maske neden bu denli istenmeyendi?

Çünkü yüzümüzü yitiriyorduk.

Maske ile tanınan bilinen kimliğimizi kaybediyor neredeyse herkesle aynı oluyorduk. Bunca yıl özen ve çabayla oluşturduğumuz kimliklerimizin en önemli parçası olan yüzümüzü yitirmek pek çoğumuza kimliğin de yitimi gibi geliyordu.

Pandemi ile birlikte insanlardan uzaklaşıp evlere kapanınca kimliklerimiz ve diğer pek çok sahip olduklarımız da anlamını yitirmişti. İlk şoku atlatıp maskeler ile sokağa çıkabilir hale gelsek de yüzü olmayan insanlar olarak bir arada olmaktan o günlerde pek dile getiremesek de rahatsızlık duyuyorduk.

Yüzümüz olmayınca mimik, tonlama, konuşma hatta ciltteki kırışıklıklar bile görünmüyor makyajın, botoksun ardına saklanmanın anlamı kalmıyordu. Bırakın başkalarını, aynaya baktığınızda yüzünde maskesiyle size bakan ne kadar sizdiniz emin bile olamıyordunuz.

Aynadaki kendiniz ile baş başa kalmak hiç bu kadar ürkütücü gelmemişti.

Maskesiz yapamayınca maskeleri renklendirip şekillendirip daha görünür kılarak arkasına gizlenme biçiminde oyunlar oynadık. Koruyucu olmadığını bildiğimiz halde elbise kumaşından yapılmış maskeler ile moda bile oluşturduk.

Meğer yüzümüz olmayınca kendimiz olmak ne denli zormuş?

Mimiksiz olmuyormuş. Konuşmanın yanına kattığımız mimik, tonlama, jest, kaş, göz bakış ne varsa kendimize dair sezgisel olarak ne çok şey anlatıyormuş?

Kimliklerin ardında gizli tuttuğumuz ve hatta kendimizden bile gizlediğimiz ne varsa o mimik ve diğerleri ile kendini gösteriyormuş.

Yıllar boyunca özenle inşa edip ardına sığındığımız başkalarına gösterdiğimiz kimlikler pandemi kısıtlamaları sürecinde anlamını yitirince kendimizle olmak, kendi olmak, kendi gölgemizle yüzleşmek zorundaydık.

Pandemi korkusu bizi kendimize hapseden bir cezaevine dönüşmüş içeride yalnız kalmıştık. Ne yaparsak yapalım yüzümüzün büyük kısmını kaplayan maske ile ötekilerden uzaklaşıp çoktandır unuttuğumuz kendimizle baş başa kalmak hiç kolay değildi.

Dahası ölüm ve ölüme dair ritüeller bile bilinen anlamını yitirmişti. Pandemi nedeniyle ölenleri diğer ölenlerden ayırıp özel mezarlara defnederken bilinen ritüel ve törenlerin hiç biri yapılamıyor insanlar dünyadan ayrılırken de yalnız bırakılıyordu.

Bu durumu bile kabullendik ama maskeler ile ilgili soruna direnç göstermeyi sürdürdük. Pandemi kuralları gevşeyince sessiz bir uzlaşma ile önce maskelerden kurtulmayı seçtik.

Gerçi yine içerideydik ancak hücre hapsinden kurtulmuş görece kendimize benzeyen “diğerleriyle” birlikte daha sosyal bir hapishanedeydik.

Maskelerden kurtulmaya çabalarken eski alışkanlıklarımızı hatırlayıp başkalarının gözündeki kendimizi yeniden inşa etmeye koyulduk. 2 yıllık hücre hapsini unutmaya çabaladık.

Hâlbuki pandemi olanca hızıyla devam ediyordu.

Bizler ise cezasını çekmiş ve şartlı tahliye olmuş mahkûmlar gibi toplum içine geri dönmeye çabalıyoruz.

İki yıllık süreç sonunda kendimizi affettik ve başkalarından da affedilmiş olmayı bekliyoruz.

Ancak bencilliğimiz bizi yine bırakmıyor. Başkalarının da bizim gibi affedilmeyi bekleyenlerden olmasını önemsemiyor maalesef her şeyi kendimiz için istemeyi hak biliyoruz.

Hâlbuki pandemi içimizdeki insan ile yüzleşme ve kendini tanıma fırsatı vermişti.

Biz ise o yüzleşmeden kaçtık.

Onu yine içeride bırakıp yeni kimliklerimize tutunarak ve aynalardan uzak durarak içimizdekini hücresinde yalnız bıraktık.

Bu durumun normalleşmesi olası görülmese de sanırım bir süre daha böyle debeleneceğiz.

Geldiğimiz noktada hayatta kalanlar için virüs bedenlere zarar vermemiş görünse de içerideki insandan geriye artık sesi dahi çıkmayan hücresine hapsettiğimiz bir tortu bıraktı.

Mimiklerimiz, jestlerimiz, tonlama ve bakışlarımız ile başkalarının gözüne yine bir şekilde görünüyor olsak da maskenin ardında baş başa kaldığımız kendimizi çoktan terk ettik.

Şimdi bedenimizin işlevini yitirmiş bir uzvuna benzeyen o geriye kalan posa ile birlikte yaşamaya çabalıyoruz.

Pandemi yüzünden biyolojik ölümlerin sayısı başlangıçta beklenenlere göre az olsa da içimizdeki kayıpların hesabını yapmaya yüzümüz dahi yok.

Görünen o ki; maskelerin ardında yalnız yüzümüzü yitirmedik.

Mehmet Uhri

Leave a Reply