Markalaşan Kimlikler

Kendimizi fark etmemizi sağlayan ben kavramı, çocukluğumuzda edindiğimiz ilk kimliktir. Sosyalleşme, “ötekilerin” farkına varılması ile başlar. Ben, annem ve ötekiler diye başlayan algılama süreci ilk halkasını ailede tamamlar. “Ben” kimliği üzerine edinilen ikinci kimlik “ailem” kimliğidir. Bu süreç, yaş iler birlikte benim ailem, benim sülalem, benim aşiretim biçiminde halkalar halinde büyür. Yanı sıra okul arkadaşları ve diğer sosyal ortamlar belirir.

Sosyalleşme “ötekinin” varlığı ile başlar, dedik. “Öteki” merak uyandırdığı gibi taşıdığı belirsizlik nedeniyle kaygıya da yol açar. Ötekinin gizemini gidermenin yolu ise tanımaktan geçer. Nasıl biridir, hangi ailedendir, kimlerdendir, nerelidir sorularına yanıt ararız. Ötekinin gizemi çözüldüğü ölçüde sosyal çevre genişler. Genişleyen sosyal çevre ile aile, sülale, aşiret, millet biçiminde genişleyen üst kimlikler ediniriz. Ulusal kimlik ise, doğuştan edinilen kimliklerden değildir, diğer üst kimlikler gibi sırası gelince ortaya çıkar.

18.yüzyıl sonunda başlayan milliyetçilik rüzgarları etnik kimliği popüler kılmış ve milli devletlerin tohumlarını atmıştır. 20. Yüzyılın başında Anadolu’da biraz feodal biraz ümmet toplumundan yeni devlet kurmanın yolu milli devlet, milli birlik ve milli piyasa olarak belirlenmiştir. Ancak Anadolu bir köprüdür ve ırklar mozaiğidir. Bu nedenle doğal ırk temeline dayanan milliyetçilik yerine idealist milliyetçilik ile toplumu bir araya getirilmeye çalışılmıştır.

Bu topraklar üzerinde kendini Türk olarak hisseden herkesi kucaklayan milliyetçiliğin etnik kökenden çok idealist özellik taşımasının üst kimlik olarak kabulünü kolaylaştıracağı umulmuştur. Dünyada deterministik milliyetçilik rüzgarlarının estiği 20. yüzyılda Anadolu idealize edilmiş milliyetçiliği yaşamıştır.

markalardl021. yüzyıl ile birlikte kapitalizmin küreselleşme rüzgarları ve dünyayı tek pazar haline getirme çabası milliyetçilik duvarına çarpmıştır. Küresel piyasa, küresel birlik ve küresel devlet yönünde ilerleyen ticari kapitalizmin öncelikli hedefi ulusalcılık olmuştur. Küreselleşme, milli pazarları küresel pazarlara dönüştürürken milliyetçiliğin tanımını da değiştirmiştir. İdealist milliyetçilik ile deterministik milliyetçilik arasındaki denge determinizm lehine bozulmuş, insanlar ırksal geçmişlerini analiz ederek etnik kimliklerini bulma çabasına itilmiştir. Milliyetçiliği insan özünden bağımsız, tesadüfi bir alt kimlik olarak görme eğilimi toplumun geneline yayılmış, ulusal kimlik markalaşmıştır.

Anadolu’da ise ulusalcılığın markalaşmasını sağlayacak deterministik açılımın olmaması etnik kimliğin markalaşmasına engel olmuştur.  Bu topraklarda yaşayanların çoğu atalarının ırksal kimliğini belgeleyememekte hatta bilmemektedir. Küresel kapitalizmin dayatması ile idealist milliyetçilik zayıflamış yerine yeni kimlik konulamaması milliyetçiliğin içinin boşalmasına, sahipsiz kalmasına yol açmıştır. İnsanlar biraz ümmetçilik biraz da hemşehrilik, aşiret ya da aile kimliği biçiminde alt kimliklere sığınmıştır. Aile kayırmacılığı toplum geneline yayılmış dini organizasyonlar güçlenmiştir.

İş burada kalsa iyi…

Küresel kapitalizm, etnik milliyetçiliği küresel marka milliyetçiliğine dönüştüren yeni üst kimlikler ile yayılıyor dünyaya. Aynı markayı tüketen insanların ülkelerinden bağımsız olarak kendilerini yeni bir ulus gibi hissetmeleri bekleniyor ve destekleniyor. Ulusal kimliğinin ne olduğunu bile sorgulamadan tükettiği kola, giydiği bluejean veya spor ayakkabı markasına göre üst kimlik oluşturmaya çalışan insanları boşuna mı giderek daha çok görüyoruz?

cilalaÜstelik bu yeni kimliğin özü, sadece tüketim kültürünü barındırıp diğer kültürleri dışladığı için alt kimlik de gerektirmiyor. Küresel kapitalizm doğrudan bireyi, hatta çocukları hedef alıyor;  aile, sülale, aşiret gibi üst kimliklerin oluşmasına bile fırsat vermeden pazara aktör olarak sunuyor. Aynı pazarı paylaşan ancak sosyal kimlikleri gelişmemiş bireylerin sayısı giderek artıyor.  Sosyal yanı zayıf, yalnız bireyleri daha çok görüyoruz.

Yeni küresel milliyetçilik, tüketim kültürü ve markalar üzerinde şekilleniyor. Üzerindeki marka ile özdeşleşen, diğer markayı düşman belleyen yeni uluslar doğuyor. Öyle bir ulus ki, toprak, vatan, ülke, sınır vs. gözetmeksizin asosyal tüketim kimliği ile ürüyor. Sayıları giderek artan o insanlar, içinde bulundukları toplum ile empati kurma gereksinimi de duymuyorlar. Toplumun sorunlarına duyarsız, çözüm üretmekten kaçınan, pasif ve biraz da cool özelikleri ile dikkat çekiyorlar. Yaşam dengelerini sadece küresel pazara ait olabilme üzerine kurup tüketememe ile yaşayamamanın aynı şey olduğuna, hatta dünyanın dev bir mağaza olduğuna inanıyorlar.

Hal böyleyken; ne yazık ki, kimliklerin markalaşarak içinin boşaltıldığı, birbirine bulandığı, deterministik açılımının olmadığı bir dünyada  ”ulusal kimlik, üst ve alt kimlik” üzerinden gündem oluşturuyor,  siyaset yapıyoruz.

Yeni nesillerin tüketim paradigmasının esiri olarak marka milliyetçiliği ile üst kimlik arayışına çözüm üretmekte olduğu, milliyetçi hamasi nutukların ise o nesiller için havada kaldığı günümüzde siyasetin tabana yayılmak için markalaşmaya teslim olacağını, siyasi kimliklerin de markalaşma yoluna girerek bu yeni seçmen kitlesine ulaşmayı deneyeceğini öngörebiliriz. Yakın bir gelecekte markalaşmış siyasetçilerin siyasi söylemlerden daha fazla öne çıkacağı içi boş yeni siyaset yapılanmalarının kabul görmesi bizleri şaşırtmamalı.

Mehmet Uhri

Nisan 2004

Leave a Reply