Kör Tapa

fountain-80480_640

Hastanemize gözaltı işlemi öncesi muayenesi yapılmak üzere polis tarafından getirilmişti.
Uzun boylu iri yapılı yaşlıca biriydi. Ellerini önüne kavuşturmuş sessizce ayakta duruyordu. Muayene için soyunması istendiğinde bir süre direnmiş vücudundaki cop izlerinin görülmesini istememişti. Getiren polisler de adamı hırpaladıklarının farkındaydı. Getirilenin taşkınlık çıkarma olasılığı olduğunu ileri sürüp muayene sırasında yanında olmak için ısrar etmişlerdi. Hastamız da polislerle karakola geri gidecek olması nedeniyle vücudundaki izleri sorun etmeme eğilimindeydi. Yapılan detaylı muayenede bir taraf akciğerin söndüğü iki kaburgasının ve köprücük kemiğinin kırılmış olduğu görülüp yatış işlemi başlayınca polisler telaşlandı. Amirleri hayati risk olup olmadığını sorup yanımızdan ayrıldı.

Haziran çalkantılarının durulmaya başladığı sonbahar günlerindeydik. Gelen giden hastalardan gördüğümüz kadarıyla sokakta olan her türlü eylem polis tarafından şiddet uygulanarak bastırılmaya çalışıyor ve gözaltı için getirilenlerde benzer darp izlerine sıklıkla rastlıyorduk.

Ancak bu kez durum biraz farklıydı. Hastamızı konuşturamayınca polislere danışmayı uygun gördük. Kimi kimsesi, haber vermemiz gereken biri olup olmadığından başlayan muhabbet sırasında adamın gece vakti sokakta dolaşıp bulduğu her türlü çeşmeyi açık bıraktığını engellemek isteyenlere direndiğini, yine bir evin bahçesine girip açık bıraktığı çeşmenin başında oturup akan suya bakarken şikayet üzerine yanına gelen polislere direnmesi üzerine zor kullanıldığını öğrendik. Adam zilleri çalıp kaçan çocuklar gibi çeşmeleri açık bırakıp öylece akan suya bakıp bir başka çeşmeye yöneliyormuş. Bilgi almaya çalıştığımız polislerden biri hastamızın iri yapılı ve güçlü biri olduğu için zapt ederken biraz hırpalamak zorunda kaldıklarından söz ederken hafifçe gülümsedi.

Yaptıkları için anlayış bekliyor gibiydi.

Bu arada hemşire hanım hastamızın yatağında yatmak yerine odadaki sandalyeyi lavabonun başına çekip açık bıraktığı çeşmeden akan suyu izleyip kendi kendine bir şeyler mırıldandığından söz edip yardım istedi. Hastane güvenliğinden destek isteyip odaya girdiğimde gerçekten de hastamız gürül gürül akmakta olan çeşmeye bakıyordu. Sessizce yanına yaklaşıp çeşmeyi kapatmaya yeltendim. Bana bakıp kafasını hayır dercesine iki yana salladı. Çeşmeyi tümüyle kapatmayıp inceden akacak şekilde bıraktım. Kafasını kaldırıp bana baktı. Bakışlarında buz gibi bir ifade vardı. Solunum sıkıntısı çektiği için oturduğu yerde öne doğru eğilmiş bir eliyle kırık olan kaburgalarını tutuyor ağzından zorlanarak nefes almaya çalışıyordu. Güvenlik görevlilerini uzaklaştırıp yanındaki sandalyeye oturdum ve onunla birlikte akmakta olan çeşmeye bakmaya başladım. Bu arada hemşire hanım hastamızın iğnesini yapıp serum taktı. Yapılan tıbbi girişime direnmediğini görünce biraz rahatlamıştık. Polisler adamın direndiğinden söz etse de görünen o ki hastamız onlara şiddet uygulamamıştı. Akmakta olan çeşmeyi işaret edip “anlatmak ister misin?” diye sordum.

O ana kadar pek sesi çıkmayan hastamız doğrulup ayağa kalkmaya çalıştı ağrısı ve solunum sıkıntısı izin vermedi.

- Ne öğrenmek istiyorsunuz? Yaramazlık yapıp dayak yemiş çocuk gibi hissediyorum kendimi, utanıyorum.

- Görünen o ki; birkaç gün hastanedesiniz. Polisler size bulaşamaz artık, merak etmeyin. Kendinizi anlatmakla başlayabilirsiniz.

Cevap vermeden öylece çeşmeye ve akan suya bakmayı sürdürdü. Bir süre sonra kafasını kaldırmadan konuşmaya başladı.

- Ben deli değilim doktor bey. Herkesin hayatı gibi benim de sudan bir hayatım oldu. Akıp gidiverdi. Yalnız yaşıyorum. Bir zamanlar varlıklı biriydim. Şimdi kimsem kalmadı. Olanlar da uzaklaştı. Delirdiğimi düşünüyorlar. Haksız da sayılmazlar.

- Sahi bu çeşmeleri açık bırakıp akan suyu seyretme hikayesi nereden çıktı?

- Siz de delirmiş olduğunuzu düşünüyorsunuz sanırım. Hayat böyle bir şey işte… Sıra dışı bir şey olunca deli veya hasta yaftasını yiyorsun.

kt3Bir süre susup öylece çeşmeye bakmaya devam etti. Konuşmamızdan cesaret alıp musluğu biraz daha açıp akmakta olan suyun miktarını arttırdı. Hemşire hanım ise yalnız bırakmamak için odadan çıkmamıştı ama kapının kenarında ayakta duruyor bir sorun halinde sıvışmaya hazır halde bekliyordu. Bizimki ağrıyan göğüs kafesini bir eliyle tutup diğer elini akmakta olan suyun altına uzattı. Islanan elini alnına çenesine saçlarına götürüp tekrar suyun altına uzattı.

- Dedim ya bir zamanlar varlıklı biriydim. Hayatın başarılı olmaktan geçtiği, kazanmak, mal mülk edinmek kazandıklarını biriktirmek gerektiği öğretilmişti. Herkes gibi ben de öyle sanıyordum. Sonuna doğru anladım ki; su gibi bir şeydi hayat biriktirmek mümkün değildi. Akıp gitmeliydi.

- Siz ne yaptınız?

- Kazandıklarım ve edindiklerim üzerine bir hayat kurdum. Okudum, diplomalar edindim. Bilgim ve biraz da şansım sayesinde kurduğum iş iyi gitti, çok kazandım. Evlendim bir de kızım oldu. Daha da iyi kazanabilirdim. Bir kaza her şeyimi elimden aldı. Arabayı ben kullanıyor ve hızlı sürmekten zevk alıyordum. İkinci çocuğumuza hamile olan eşimi ve kızımı o kazada yitirdim. Bana ise bir ceza gibi bu hayatı yaşamak kaldı. Hep kazanan ve edindikleriyle yaşayan, kaybetmeye alışkın olmayan benim gibi biri için yaşadıklarım katlanılır gibi değildi.

Odada derin bir sessizlik oldu. Hemşire hanım ile birbirimize baktık. Bizimki bir süre susup elini suyun altından çekmeden konuşmayı sürdürdü.

- Hayatın sadece kazanılanlar veya edinilenlerden ibaret olmadığını anne ve babamı yitirdiğimde anlamam gerekirdi. Sorsalardı hayatın kazanmak ve başarılı olmaktan başka bir şey olmadığını söylerdim. İşim iyiydi ve çok çalışıyordum. Daha çok kazanma uğruna bir şeylerin yitip gitmekte olduğunun farkında değildim. Kazada ailemi yitirince geriye elimde kalanlara tutunmaya çalışıp hayatın yitirilenlerden ibaret olduğunu düşünmeye başladım. Onlardan kalan anı yüklü eşyaları fotoğrafları topladım. Hayatımı onlarla doldurmaya çalıştım. Ama yine olmadı. Hep bir şeyler eksik kaldı.

Kafasını kaldırıp kederli ve donuk bir yüzle bana baktı.

- O zaman sorsaydınız hayatın kazanılanlarla değil yitirilenlerle anlam kazandığını söylerdim size. Hep bir şeyler edinmek kazanmak uğruna çabalarken farkına varmadan yitip gidenlerin hayatın düpedüz kendisi olduğunu düşünmeye başlamıştım. İşi gücü bırakıp yitirdiklerimden geride kalanlara tutunmaya çabaladım. Evimi olduğu gibi bırakıp kendi özel müzeme dönüştürdüm. Ancak hayat akıp gidiyor onlardan geriye kalanları da alıp götürüyordu. Objeler yerinde dursa da anılar unutuluyordu.

- Sonra ne oldu? Şimdi farklı mı düşünüyorsunuz?

Eliyle akan suyu işaret edip bir gün deniz kenarındayken geçen geminin yarattığı dalga ile ıslandığını ve dalgaların onu denize içine çektiğini, akıntıya kapılmamak için tutunup zor da olsa sahile çıktığını, o günden sonra hayata bakışının değiştiğinden söz etti. Gerçekten bir şey anlamamış ve adamın iyice sıyırmış olduğunu düşünmeye başlamıştım. Bakışlarımdan ne düşündüğümü anlamış olmalıydı.

- Biliyorum, anlaşılması zor. Delirmiş olduğumu düşündüğünüzden eminim. O gün anladım ki; hayat bu akan suya çok benziyordu. Ne kazandıklarımız ne de yitirdiklerimiz hayatı tam olarak anlamaya yetmiyordu. Su gibi akıp giden hayatın içinde bir görünüp bir kaybolan tutunmaya çalışan kuru yaprak parçacıklardan başka bir şey değildik. Hayatın önüne ne engel koyarsan koy akıp gidiyor ve içinde önünde ne varsa sürükleyip götürüyordu. Ama kimse bize bunu söylemiyor hep başka şeyler yapmamız öğütleniyordu. Yaşamayıp biriktirmek ve zamanında kullanabilmek için akan suya musluk taktığımız gibi hayatlarımıza da ket vuruyor yaşanacak onca şey varken hep bekliyorduk. Çoğumuzun hayatı bir kör tapa ardında akmadan bekleyen su gibi yaşanmadan öylece duruyor ve zamanla suyu çekilen çeşmeler gibi kuruyup gidiyordu. Benim yaptığım gibi duruma isyan edip tapayı musluğu atan bir an önce suyunu akıtıp tükenip gitmek isteyenler de olmuyor değildi. Ne yaparsak yapalım çok az insan hayatın çavlanında suyun üstünde kalabiliyordu. Hayatın gürül gürül akan ırmağında kazandıklarımızla sevinip yitirdiklerimizin acılarıyla kavruluyor bir görünüp kayboluveriyorduk. Bir araya gelip tutunmaya çalışsak da batıp çıkıp sürükleniyorduk.

- İyi de çeşmeleri neden açık bırakıyorsunuz?

- Kör tapaların ardında yaşanmayan hayatlara inat hayatın su gibi özgürce aktığını görmek bilmek, ona dokunmak delice bulabilirsiniz ama bana iyi geliyor. İsyanımı dile getiriyorum. Musluk veya kör tapa ile sınırladığımız hep ket vurup özenle koruduğumuz paylaşmaktan bile uzak durduğumuz yaşanmadan geçen üstelik normal kabul edilen bir hayat yerine suların özgürce aktığı köy çeşmeleri gibi bir hayatın çok daha anlamlı olduğunu düşünüyorum. Sonuçta hayat koca bir ırmak özgürce akıp gidiyor ve bizler de görünüp kaybolarak sürükleniyoruz, o kadar. Geriye coşkun akan su kitlesinden başka bir şey kalmıyor. Suyun akıp israf olduğuna da inanmam. Suyun bu dünyadan kaçıp gideceği yok döner dolaşır yağmur olur yine geri gelir. Hatta eşimin ve kızımın giden ruhları belki yağmurlarla geri dönüyordur umuduyla yağmurda ıslanmaktan da çekinmem. Burada yaptığım gibi açık bir musluğu seyretmek akan suyun hayatın içine karışmasını izlemek inanın iyi geliyor. Bırakın sular özgürce aksın, dolansın. Hepimizin hayatlarından geriye sudan başka bir şey kalmayacak ki?

cimg36691

Sözlerini tamamladıktan sonra gözümün içine baka baka musluğa uzanıp biraz daha açtı. Akan suyun sesi odayı kapladı. Hemşire hanım ile birlikte hastamızı odasında bırakıp çıktık. O gece ve hastanede kaldığı süre boyunca ara sıra engel olunsa da odasındaki çeşmeyi açık bırakmayı sürdürdü. Birkaç gün sonra taburcu olup geldiği gibi polis nezaretinde hastanemizi terk etti. Öğrendiğimize göre kendisini hırpalayan polislerden şikayetçi olmamıştı. Hastamızı bir daha görmedik. Polislere sorduk, onlardan da bilgi alamadık.

Aradan zaman geçti. Hastamızı unuttuğumu sanıyordum. Mesleki bir organizasyon nedeniyle bulunduğum Kütahya’da meydan çeşmelerinin hemen hepsinin musluksuz gürül gürül akmakta olduğunu görünce hastamızı ve o gece anlattıklarını hatırladım. Çeşmelerden birine yanaşıp yüzümü yıkadım, saçlarımı ıslattım. Bu arada meslektaşlarımdan biri suyun israf edildiğinden çeşmelerin boşa aktığından yakınıp diğerleri de bu sözlere onay verince “bırakın aksın, isteselerdi musluk takarlardı, bu onların seçimi” diye söylendim. Karşı çıkışımı anlamasalar da konuyu uzatmadılar. Onlar yürüyüp uzaklaşırken bir süre orada kalıp akan suyu seyrettim. Arkadaşlarım geride kalmamın nedenini sorunca bir yerlerde suyunu özgürce akıtan musluksuz çeşmelerin olduğunu bilmenin kendimi iyi hissettirdiğinden söz ettim.

Anladıklarını sanmıyorum.
Bu satırlar  birgün bir yerlerde  anlayan bulunur umuduyla kaleme alınmıştır.

Dr. Mehmet Uhri

One Response to “Kör Tapa”

  1. Nurcan'dan diyor ki:

    Merhaba Mehmet Bey,
    Sessizce takip ediyorum yazilarinizi, kaleminize sağlık. Beyefendi’nin dediği de yaptığı da haklica. Bizler ne kadar akan suya musluk takıp onu borulara hapsettigimizi düşünsekte, su hep bir yolunu buluyor. Hayat gibi.
    Sadece kırık testi hikayesindeki gibi yol kenarındaki çiçeklerin sulanmasini sağlamalı, kana kana içmeli, doyasıya yaşamalı, doyasıya sevmeli, doyasıya gülmeli, doyasıya islanmaliyiz.
    Sevgilerimle,

Leave a Reply