Beyoğlu İstiklal Caddesine açılan sokak kafelerinden birinde tanışmıştık.
Tanışmıştık dediğime bakmayın ismini dahi bilmiyorum.
Belediye zabıtasından kaçamayacağını anlayınca sattıklarını tıktığı çuvalımsı siyah torba ile gelip masamın ucundaki diğer sandalyeye oturmuş torbayı da bacaklarının arasına gizlemeye çalışmıştı.
Şaşkın bakışlarıma gülümseyerek bakıp “Delikanlılık günlerim uzaklarda kaldı, ayaklarım beni taşısa da koşup kaçacak takatim yok, idare edin ne olur.” diyerek üzerindeki kabanı çıkarıp masanın altındaki çuvalın üzerini örttü.
Tüm bunlar yaşanır dışarıda zabıtalar işportacı kovalarken okumakta olduğum kitabı bırakıp sessizce olanları izliyordum.
Koşarak gelen zabıtalardan yapılan numarayı yutmuşa benzemiyordu.
Uzun boylu irice olan zabıta memurunun masanın altında kenarı görünen poşeti fark edip hızla yaklaşmakta olduğunu görünce elimi kaldırıp “Ne oldu bu masanın kahvesi? Bir saattir bekletiyorsunuz adamı.” diye yüksek sesle garsona söylendim.
Garsonun masaya yöneldiğini görünce üzerimize gelmekte olan zabıta memuru durdu. Bir süre daha kuşkuyla bize bakmayı sürdürse de arkadaşlarının seslenmesiyle tünele doğru koşarak uzaklaştı.
Adamcağız biraz da mahcup bir bakış atarak başını öne eğip teşekkür etti.
Ortalık sakinleşince hemen gitmek için davrandı ancak sipariş ettiğim kahveyi beklemesi gerektiğini söyleyince pes edip tekrar yerine oturdu.
İsmini bugün dahi bilmediğim o ihtiyar işportacıyı işte böyle bir rastlantı ile tanıdım.
Bir süre sessizce oturup cebinden çıkardığı kumaş mendil ile terini kuruladı. Az önceki nefes nefese hali geçmiş olsa da tedirginliği devam ediyordu. Kahveyi getiren garsonun siparişin unutulması nedeniyle özür dilemesi ikimizi de gülümsetti.
Biraz havadan sudan konuştuktan sonra işçi emeklisi olduğunu kızı ve torunuyla aynı evde oturduklarını damadının hayırsız çıkıp evi terk ettiğini, kızının evlere temizliğe giderek para kazanmaya çabaladığını, ilkokula giden torununa da kendisinin baktığını anlattı.
- Aldığım emekli maaşı evin kirasına bile yetmiyor. Kızım ve ben torun okusun diye bir umut çalışıyoruz. Torunumu okula bırakıp işportaya çıkıyor, okul çıkışı onu da alıp beraber evin yolunu tutuyoruz. Bu da böyle bir hayat oluyor işte.
- Peki, ne satıyorsunuz?
- Aslında para kazandıracak ne bulursam onu satıyorum. Sermaye olmayınca kendi yaptığım bir şeyleri satmaya uğraşıyorum.
Masanın altına eğilip çuvalı karıştırdı “Bu aralar sabun köpüğü satıyorum. Köpüklü su yapmayı emekli bir arkadaşımdan öğrendim. Plastikleri Tahtakale’den alıyor içlerini köpüren suyla dolduruyorum. Torunum da çok seviyor” diyerek çıkardığı içi sabun köpüğü dolu plastiği bana doğru uzattı. Elimi kaldırıp istemediğimi söyleyince masanın üzerine bıraktı.
- Al bunu. Kendin için olmasa da bir çocuğa verir ve nasıl sevindiğini görür mutlu olursun. Her çocuk balonla oynamayı sevdiği gibi sabun köpüğü ile oynamayı da sever.
- Büyüklerin ilgisini çekmiyor, sanırım.
- Büyükler azıcık ilgi gösterse bambaşka bir dünyada yaşardık. Ama nerdeee.
- Neden böyle?
- Sanırım üfleyince ortalığa saçılan köpükler büyüklere anlamsız ve biraz da ürkütücü görünüyor. Bir nefesle ortalığa saçılan renkli balonların hızla görünüp kaybolması çocukları heyecanlandırsa da üstleri kirlenecek diye anneler pek sıcak bakmıyor. Babalar da öyle. Anlayabilmiş değilim.
- İnsanlar bu renkli baloncuklardan neden ürksünler ki?
- Ne bileyim? Sabun köpüğü yapıp satan biri olarak hayata köpüklerin ardından baka baka benim de kafam karışıyor. Mangalı yellerken görünüp kaybolan kıvılcımlar gibi ortalığa saçılan sabun köpüklerini de yeryüzünden gelip geçen hayatlara benzetirim.
- Nasıl yani?
- Köpükler diyorum ömrümüz gibi. Her ömür gibi irili ufaklı. Gösterişli hatta şişkin olanı da ver şişmeden ufacık kalanı da. Hepsi kutsal kitaplardaki gibi bir nefesle hayat buluyor ve ortalığa saçılıyor. O, bu, şu derken bir görünüp kayboluveriyorlar. Hepsi hayat oluyor. Ya da bana öyle geliyor.
Masanın üstündeki plastiği eline alıp sokağa doğru hafifçe üfledi. Renkli baloncuklar havaya saçılıp heyecan verici bir görüntü oluşturdu ve hızla kayboldu.
Uçuşan baloncuklardan birini takip edip elinin üstünde su damlasına dönüşmesini izlerken “Belki de o yere göğe sığdıramayıp özenle koruyup kolladıkları kendi hayatlarının da aslında bu köpükler gibi olduğunu hissediyor ve o nedenle köpükle oynamayı sevmiyor anne ve babalar. Baksana az önce birbiriyle yarışan köpüklerden geriye gözyaşı gibi iki damla sudan başka bir şey kalmadı” dedi.
Daha sonra torunuyla sabun köpüğü yarıştırmaktan nasıl keyif aldığından, nefesin köpüğe dönüşüp görünür hale gelmesinin heyecan vericiliğinden ve dahası torununa göre İstiklal caddesindeki insan kalabalığının da bir nefesle ortalığa saçılan sabun köpüklerine benzediğinden söz etti.
Kahvelerimizi yudumlayıp caddenin kalabalığına baktık, birlikte.
Az önce koşuşturan belediye zabıtaları geri dönüyordu. Önümüzden geçerlerken iri uzun boylu olanın dikkatlice baktığını fark ederek masanın üstündeki plastiği hızlıca çuvala attı. Arkasını dönüp kahvesini yudumladı.
Sonra…
Sonra masanın üstüne ters çevirip bıraktığım kitaba göz atıp ne iş yaptığımı sordu. Zabıtaların gözden kaybolduğundan emin olunca sorusuna cevap vermemi beklemeden “Vaktinizi aldım, masanızı işgal ettim, üstelik torunumu okuldan almam gerekiyor. İçtiğimin parasını ödeyip kalkmak için izin istiyorum” dedi.
Elini cebine attı. “Olmaz” dedim. “Masama otururken izin isteseydiniz olurdu. Kahve benim ikramım. Gün gelir bir yerlerde karşılaşırsak o zaman kahve alacağımı tahsil ederim” diyerek ayağa kalkıp elimi uzattım.
Çuvaldan çıkardığı biri yeşil diğeri kırmızı plastiği “Biri az önceki hediyem diğeri ise bir sonraki buluşmanın hediyesidir. İtiraz istemem” diyerek masanın üstüne bıraktı. Ücretini ödemek istediğimi söyledim kabul etmedi.
Elimi sıkıp çuvalını yüklendi ağır adımlarla caddenin kalabalığına karışıp uzaklaştı.
Kitabıma dönsem de işportacı yaşlı adamın anlattıkları kafamı kurcalıyordu. Plastiklerden birini elime alıp üfledim. Kuvvetli üflemiş olmalıydım. İlk deneme başarısızlıkla sonuçlandı. Sonraki denemelerde hafif esintinin de yardımıyla baloncuklar havaya ve istiklal caddesinin kalabalığına karışmaya başladı.
Gelip geçenlerden bazıları rahatsız olmuşçasına bana ve elimdekine baktı. Hatta adımlarını hızlandırıp üzerine doğru uçuşan baloncuklardan kaçmaya çalışanlar bile oldu. İrice balonlardan biri ise bir süre havada asılı kaldıktan sonra kitabımın üzerine konup bir su damlası halinde gözden kayboldu. Su damlası ise az sonra emilip soluk bir kabarıklık olarak kitabın sayfasında yerini aldı. Bir süre daha havaya saçtığım köpükleri izledim. Kitabımın açık olan sayfası biraz daha ıslandı.
O emekli ihtiyar işportacıyı bir daha görmedim.
Dedim ya ismini dahi bilmiyorum. Onu ve o gün yaşananları unuttuğumu sanıyordum.
Günler sonra bir araştırma için o gün okuduğum kitabı tekrar elime aldığımda baloncuklarla ıslanıp lekelenen ve buruşan sayfayı görünce bizim ihtiyarı, o gün yaşananları ve sabun köpüğüne benzettiği hayatları hatırladım.
Hani dışardan rengarenk görünen içeride ise hepsi bir olan o gelip geçici hayatları…
İsmini bilmediğim ama yüzünü çok iyi hatırladığım emekli işportacıyı ve insanların kimlikler olmadan da birleşip büyüyen sabun köpükleri gibi yakın tanış olabildiğini düşündüm.
Paylaşmak istedim.
Mehmet Uhri
Time cok keyifle ve neşe ile okudum, sabun köpüğü kadar hafif ve keyifle
Teşekkürler