Konu Neydi?

karatahta

Havada asılı o soru ile karşılaşmasam belki de anlatacağım hiçbir şey olmayacaktı.

Öyle rüya filan değil güpegündüz çalışma ortamında havada öylece asılı duran ve herkesin başını çevirip geçtiği o soru ile yüzleşmekle başladı her şey. Mesleki pratiğin gerektirdiği sorunlar üzerine konuşulan samimi sayılabilecek bir toplantı ortamında içeri birinin girmesiyle kısa sessizlik oldu. İçeri giren “konu neydi?” diye sordu.

Soru öylece ortada kalıverdi.

Yanıt vermeye kalkıldığında aslında dönüp dolaşıp aynı konuların konuşulduğu ve giderek egoların yarıştığı anlamsız bir zaman yitirme içinde olunduğu ile yüzleşmek kaçınılmazdı. Soruyu yanıtlamak yerine sanki böyle bir soru hiç sorulmamış gibi kısır tartışmanın sürdüğüne şahit oldum. Gelen kişi de bir biçimde konuya müdahil olup söyleşiyi sürdürürken “Konu neydi?” sorusu öylece havada asılı kaldı ve peşimi bırakmadı.

Sahi, konu neydi?

Bunca laf, söz, kavram ve fikir arasında çoğumuzun uzak durmaya çalıştığı şu soru geldi yakama yapıştı.

Konu neydi?

Yanıtı biliyorduk. Aslında sen, ben, biz hepimizdik, konu. Başka bir şey de değildi. Sonra ne olduysa konu olmaktan çıkıvermiş, başka bir şey olmuştuk. Hatırlayın küçüklüğünüzde konu sizdiniz. Ev ortamında olumlu veya olumsuz da olsa konu size gelir, herkes sizi konuşur, anlatırdı. Kimi gün evin neşesi, kimi gün yaramazı, hastalığı veya sağlığı ile konu hep sizdiniz.

Evdeki hayatın düpedüz kendisiydiniz.

Bir adım büyüyüp sokağa döküldüğünüzde de konu yine sizdiniz. Arkadaşlarınızla birlikte biz oluverdiniz. Ama konu değişmemişti. Herkes yine sizden söz ediyordu.

Sonra okula başladınız tahtaya önce dersin adı sonra “Konu” yazılınca anladınız ki artık konu siz değildiniz. Kimse konu değildi. Çoğunluk durumu kabullenip yelkenleri indirirken birileri öyle veya böyle konu olarak kalmayı sürdürmek için direndi. Kimi çalışkanlığı ve okul başarısıyla kimi de haylazlığı veya haytalığı ile konu oldu. Arada kalanlar ise konu olmaktan çoktan uzaklaşmıştı.

İlköğretim yıllarında herhangi bir derse girip bir öğrenciye “Konu neydi?” diye sorulduğunda çoğunun utana sıkıla tahtada yazan konuyu söylediğini veya ürkmüş halde boynunu büküp sustuğunu görürsünüz. “Konu benim öğretmenim. Benim burada aldığım ve alacaklarımdır” diyen çıkmadığı gibi böyle bir yanıt kimsenin aklına bile gelmez.

Asıl konu olmaktan vazgeçip onun bunun konusuyla avunmayı okul öğretimine borçluyuz. Kolay olmuyor böylesi bir dönüşüme alışmak.

Okuldan eve dönünce konu yine siz oluverir mutlu olursunuz, okula gitmek istemez ama bunu bir türlü dile getiremezsiniz. Haftanın tatil günleri ile avunursunuz. Hava şartları nedeniyle okulların tatil olduğunu duyunca içinizdeki isyanın sevinç olarak dışa vurduğunu görürsünüz. Sizle birlikte herkes görür. Okulların kar nedeniyle tatil olması müjdeli bir haber gibi ortalığa saçılır.

Aslında konu başlangıcından beri sizdiniz ama elinizden alınmıştı. Yine elinizden almayı başarırlar. Kar tatili nedeniyle kendinizin konu olduğu evde kalmaktan söz etmek yerine hava şartları nedeniyle öğretime ara verilmesi konuşulur da kimse sizden söz etmez. Konuyu sizden alır öğretime getirirler. Halbuki sizdiniz konu.

Başka bir şey de değildi.

Yaşınız ilerledikçe delikanlılık yılları başlar. Evde de konu değişir. Artık sizden pek söz edilmediğini başka şeylerin konuşulduğunu duyarsınız. Konu olmak, konuşulmak da istemez olursunuz. Bazen araya girip “Ne konuşuluyor?” diye sorsanız çoğu kes suskunluk veya “Seni ilgilendirmez” gibi yanıtlar alırsınız.

Farkında olmadan elinizdeki son kale de düşmüştür.

Zamanla vaz geçer “Konu neydi?” diye sorulsun istemezsiniz.

Büyürsünüz. Meslek sahibi olursunuz. Soranlara mesleğinizi, yaptığınız işi, inceliklerini, soru ve sorunlarını geleceğe yönelik beklentilerinizi anlatırsınız. Onca söylem arasında sıra hiçbir zaman size gelmez. İçinizdekinin ne istediği, mutlu olup olmadığı hiç sorulmaz, konuşulmaz.

Delikanlılığın ateşli yıllarında konudan uzaklaşmış olmanın kendi olamamanın sıkıntısını hissedenler bir araya gelip biz olmaya çalışır birlikte eyleme koyulurlar. İdealleri ve hedefleri ortaklaştırıp “konu biziz, biz ve bizim isteklerimiz. Bunun dışındaki konularla ilgilenmiyoruz” diye ortaya çıkarlar. İş yine çok zordur. Hedefler hep uzakta yollar engellerle doludur. Vazgeçenler olsa da biz olmak, bir şekilde konu olmak iyi gelir.

Kendi olamasa da “biz” olmayı seçenler marjinal veya aykırı diye dışlansalar da kolay teslim olmazlar. Hatta bilenirler, iyi gelir.

Sonra yorulursunuz. Bir de karşı cinsten hayat arkadaşı çıkar karşınıza. Farklılıklar olsa da iki kişi bir araya gelip biz olmak kolaydır. Üstelik baş başa kaldığınızda birlikte hissettikleriniz, coşkunuz, paylaştıklarınız ve sevginiz asıl konuyu size tekrar yaşatır, mutlu olursunuz. Ancak yine rahat bırakmaz her taraftan çekiştirirler. Susturmak için oyunu kuralına göre oynamak zorunda kalırsınız.

Bir günlüğüne de olsa konunun siz olmanıza izin verildiğini zannetseniz de evlenirken bile konu siz değil toplumdur, evlilik kurumudur. Başınızı eğip dünya evine girmeniz istenir. Evlenme töreninde biri çıkıp yüksek sesle “konu nedir?” diye sorsa herkes nikahın kerametinden söz eder. O gün başınız eğilmiştir bir kere “konu biziz” diyebilenimiz azdır. Bu kez kara tahtanın köşesinde konu sözcüğünün karşısında “evlilik” yazıyor gibidir. Hep evlenmeden ve evlilik kurumundan konuşulur.

gorkem2-d515-211b-4e20

İstenen kıvama gelip asıl konuyu unuttuğunuzda ise elinize çocuğu tutuşturuverirler.

Artık evde başka bir konu vardır. Konu hep o çocuk etrafında döner.

İyiden iyiye kendinizden uzaklaşırsınız. Biz olup konu kalmak yerine her anne veya baba gibi başkalarının konularına malzeme olursunuz. İçinizdeki o küçük çocuk ara sıra başkaldırıp kendini hatırlatmak istediğinde hobilerinizden öteye gidemezsiniz.

O çocuk yine konu olacağı, istek ve beklentilerinin dinleneceğini umarak yaşasa da konu nedir diye sorulduğunda “Konu benim” demenin utanılacak bir durum olduğunu öğretmişlerdir. Çoğumuz içimizde öylece boynu bükük sabırla kendi olacağı günü bekleyen çocukla birlikte yaşarız.

Zaman geçer içiniz çürür yaşlanırsınız. “Konu nedir” diye sormayı çoktan unutmuş ortalığa saçılmış konular üzerine saatlerce konuşabilen ama kendini hiç anlatmayan birbirine çok benzeyenlerden biri olur çıkarsınız.

Egolar sürtünürken ara sıra kendinizi hatırlasanız da ıslah olsun diye içeriye kilitlediğiniz o çocuk artık ortalıkta yoktur. Kilit açık olsa bile o çocuğun içeriden çıkmaya niyeti olmadığıyla yüzleşmek yerine başka şeylerden konuşup avunmayı seçersiniz. Gözünüzü meşgul eden televizyon programlarına, sosyal medyaya aval aval bakınıp, alışveriş kültürünün hercailiğine sığınır, aynalardan uzak durursunuz.

Çocukluk arkadaşlarınızdan biri ile karşılaştığınızda bir hatırlama veya hatırlatma gayretiyle gözünün içine bakıp “Konu neydi?” diye sorarsanız sessizlik ve boş bakışlar sonrası “Konuyu boş ver sorun nedir?” diye gelen yanıt ile yine gündeme dair kaçacak yer ararsınız.

Hafızanız zorlanmaya başladığında ise elinizde kalan soru “Kimdi veya neydi?” den öte değildir. Arkadaşlarınız bir bir eksilmeye başlar. Hepsinin cenazesine katılmaya çalışır helalleşmek istersiniz. Helalleşmek istediğiniz aslında kendinizdir. İçeride kilitli bırakıp unuttuğunuz istediği oyuna hiç başlayamamış o çocuğun sizi affetmediğini kendinize bile itiraf edemezsiniz.

Bunca yaşanana karşın hiç olmazsa öldüğünüz gün “Konu nedir?” diye sorulduğunda kendiniz olacağınızı sanırsınız.

Cenazenizin başına toplananlara “Konu nedir?” diye sorulduğunda belki adınızı zikrederler ama gerçekte konu ölümünüz değil ölümün kendidir. Herkes biraz da ölümün soğuk yüzünü görüp hayatta olduğuna şükretmek için oradadır.

Ama bunu dillendirmek bile biraz kendi olmayı gerektirir ve kendi olmak en büyük günahtır. Son görev ve taziye sözleriyle diğer cenazeler gibi paketlenip geçer gidersiniz.

Ardınızda kalanların sizden söz ederken iyi olduğunuz yanları abartacağını bilseniz de yetmez.

Yaptığınız iyi işler arasında yine konu başka yerlere kayar. Tüm değer ve kavramları bırakıp içerideki insani özünüze yönelik konuşmaya çabalayan birileri çıksa da kimse anlamaya çabalamaz.

Zordur öylesi bir yüzleşme.

Sadece var olduğunuz, hayatta olup nefes alıp verdiğiniz, birilerinin çocuğu, bir topluluğun bireyi olarak başka şeyler, sözler, sesler, kavramlar ve önemsiz konular ile oyalanıp geçen kocaman bir ömre bakarken havada asılı kalan tokat gibi soruyla karşılaşırsınız.

“Sahi, konu neydi?”

Soru havada asılıdır. Başınızı çevirip gitmek en iyisi gibi gelir.

Ancak içinizde unuttuğunuz çocuk elini uzatıp o soruya tutunur, yanınızda götürdüğünüzü fark edersiniz. Yıllar önce içinizde kilitli bırakıp unuttuğunuz o çocuktan geriye ne kaldıysa rüyalarınıza üfler. Uyandığınızda gördüğünüz rüyayı zorlasanız hatırlayacak gibi olsanız da yüzleşmek zor gelir. Etkilendiğiniz bir rüya gördüğünüzü anlatmaktan öteye gidemezsiniz. “Rüyanın konusu neydi?” diye soranlara yanıt verirken içerideki o çocuğun feryadı ağzınızdan çıkacak diye korkar ürperirsiniz. Kilit altında bıraktığınız sabırla beklemesini söylediğiniz o çocuk ile yüzleşmeye cesaretiniz olmadığını fark edip  “hatırlamıyorum” der geçiştirirsiniz.

Gittiğiniz her yerde havada asılı duran sahibini bekleyen o soruyu görmeye başlarsınız. Sahi konu neydi?

a839db4b63c3a5d62f457b124f2cc47dGirdiğiniz ortamlarda konu diye konuşulanlara bakarsınız. Herkes son derece ciddi bir iş yapıyormuş gibi hayattan konuşuyordur. Yüksek sesle “Konu neydi?” diye sorduğunuzda rahatsız olur dalga geçtiğinizi düşünürler. Koca bir hayat “Konu neydi?” sorusuna yanıt bile olamadan geçer gider.

İçinizde bir şeyler kaldıysa günün birinde havada asılı kalan “Konu neydi?” sorularından biriyle karşılaşırsınız.

Konu sensin, benim, biziz diye başlayan bir cümle kurabilirseniz içerideki çocuğun elini tutmuş olursunuz.

İçinizdeki küçük prensle yolculuğa çıkar kendiniz olursunuz. Ne korku, ne kaygı, ne de başkalarının hükmü veya yüzü umurunuzda olmaz. İnsani özden konuşur, gereksiz konulara güler geçersiniz. Bu halinizden rahatsız olup konuyu değiştirmeye çabalayanlara nanik yapıp uçurtmanızı uçurursunuz. Birilerinin rahatsız olacağını bile bile kara tahtanın köşesindeki konu yerine kendinizi yazarsınız. Düşündüğünüz gibi yaşarsınız. Bir şey olmaz korkmayın.

Don Kişot’a benzetseler de vade dolup günü geldiğinde yine iyi insandı derler.

İyi insan…

Eh, daha ne olsun?

Mehmet Uhri

Leave a Reply