İyi ki varsın

iyi-ki-varsin1

.

Olanca içtenliğinizle “iyi ki varsın” diye yüksek sesle söyleyebildiğiniz kim veya ne varsa durup bir gözden geçirmenizi isteyeceğim.

Anne babanız, yakın akrabalarınız gibi isteminiz veya kontrolünüz dışında hayatı paylaştıklarınızdan değil hayatınıza girmesine izin verdiğiniz hatıralarınızda yer eden özel birinden veya bir canlıdan söz ediyorum.


Bir şekilde tanıştığınız ve kısa süre bile olsa aynı hayatın içinden birlikte geçip hatıralarınızı paylaştıklarınızdan söz ediyorum.

Bunların kaçına “iyi ki varsın” dediniz?


Pek çok arkadaşınız, dostunuz için övgüde bulunduğunuz, iltifatlar gönderdiğiniz olmuştur. Bunlar o kişinin özelliklerini ön plana çıkaran, güzel yanlarını öven sözlerdir. Ama “iyi ki varsın” çok daha farklıdır. Bu sözlerde övülmeyi gerektiren özellikler etiketler sıfatlar yoktur. Sadece varlığı, gerçekliği vurgulanmaktadır. Bizim için onun tüm özellikleri ile var olması, hayatımızda yer tutmasına dikkat çekeriz.


Bu sözlerle tüm sanal özellikler etiketler kenara bırakılır ve yalın ve gerçek haliyle kurduğumuz gerçek ve içten bir bağlantıdan söz edilir.


Bu sözlerin satır aralarında insan ilişkilerinin yapmacık, sanal ve sığ olmasından yakınma, her şeyi ile ileride hatırlanmayı hak eden doğal ve gerçek ilişki arama kaygısı da hissedilir.


“Sen var olmasaydın ben bu sanal dünyada kendimi boşlukta ve hatta tümüyle sanal hissedecektim” gibi özel bir iltifattan söz ediyoruz.


İyi de, nedir insanı böyle özel bir tanımlamaya iten?

Eski devirlerde gerçek ile hayal arasındaki ayırım bu kadar bulanık değildi.

Yaşananlar gerçek, hayaller, düşünceler, kurgular sanaldı. Romanların ortaya çıkması, sinemanın yaygınlaşması ve televizyonun tüm kurgusal yapıtları hayatımıza sokması ile hayal ile gerçek arasındaki ayırım giderek daha zor olmaya başladı.


Öykülerde veya filmlerde yaşanan olayların günlük yaşamda karşılığı olmasa da gerçek olabileceği fikri giderek yaşamımızı etkiler oldu. Korkularımız depreşti. Çocukların kaçırılıp dilenci yapıldığına dair bir iki film izleyen insanlar bu sanal olaydan etkilenerek çocuklarını oynamaları için sokağa bırakmamaya, ya da yanlarından ayrılmamaya başladı. Hayallerin gerçekmiş gibi algılandığına ve giderek yaşamımızda gerçeklerden daha çok yer tutar hale geldiğine şahit olduk.

Dahası bu garip durumu normalleştirdik.


Hayaller saf hayal olmaktan çıkarak gerçek ile bulaşık hale gelirken gerçek kavramı da biçim değiştirdi. Sıradan bir trafik kazasının ne kadar gerçek olursa olsun televizyon haberlerinde hipergerçek haline getirildiğini görmeye başladık. Orada anlatılan saf gerçekten uzaklaştı ve bu nedenle aslında tekrar yaşanması mümkün olmayan bir dram veya anlatı haline getirilerek sanallaştırıldı. Öyle ki, medya yoluyla naklen yayınlanan savaşlar bile gerçekliğini yitirdi. Savaş gibi acımasız bir gerçeğin bilgisayar oyunu veya insan içermeyen sanal bir süreçmiş gibi algılanmasını bile normalleştirdik.


Gerçeğin olduğundan daha farklı olarak aktarılmaya başlanması, gerçek kavramının saf halini yitirmesine, sanal kavramlara bulanmasına yol açtı. Gerçek ve sanal kavramları birbirinin zıttı olmaktan çıkarak birbirinin tamamlayıcısı haline geldi.

İşte burada bocalamaya başladık.

İletişim teknolojisinin hızla ilerlemesi ile sanal gerçeklerin yaşamımızın büyük kısmını kaplaması fiziksel ve ruhsal varlığımızı durup yeniden sorgulamamıza neden oldu. Korkmaya başladık.


O yere göğe koyamadığımız, biri bir şey söyleyecek diye üzerine titrediğimiz öznelliğin, çaba ve beklentilerimizin de sanal olmasından, tümüyle gerçek olmayan bir hayatı yaşadığımızdan korkmaya başladık.


Onca yaşanmışlık içinde elimizde gerçek anlamda varlığımızı kanıtlayacak hatıralarımız ve aynı hayatın içinden birlikte geçtiklerimizden başka bir şey olmadığının farkına varıyorduk. Geçmiş yılların yaşanmışlıklarını anlatan kitapların ya da nostalji konulu sohbetlerin son yıllarda giderek daha çok ilgi görüyor olmasını bile bu farkındalığa bağlayabiliriz.


İşte sanal ile gerçeğin duruma, yere, zamana göre yer değiştirebildiği ve öznenin bile varlığını sorgulamak zorunda kaldığı bu zamanlara sosyologlar postmodern zamanlar diyorlar.


Günümüzün gerçeği ne yazık ki, kendi hayatımız da dahil olmak üzere neyin gerçek, neyin sanal olduğunun kesin olarak ayırımının yapılamamasında yatıyor.

Her neyse; sanal ile gerçeğin karışmış gibi göründüğü ve neyin ne kadar gerçek olduğunu algılamanın giderek daha zorlaştığı bir dünyada birilerine “iyi ki varsın” diyebiliyorsanız hâlâ gerçek insanı oynamaya, onun sizin açınızdan gerçek olmasının önemini hissediyor, artı ve eksi bütün özellikleri ile “gerçek” yaşamınızın parçası olmasını istiyorsunuz demektir.

Şimdi isterseniz durup bir kez daha düşünün; Yaşadıklarınızın ne kadarı size ait?

Hatıralarınıza tutunup yaşamınızda “iyi ki varsın” diyebildiklerinizi buldukça bu soruya yanıt vermenin kolaylaştığını göreceksiniz.

Mehmet Uhri


One Response to “İyi ki varsın”

  1. Yılmaz Ali diyor ki:

    iyi ki varsın demenin sıradan söylem olmadığını anlatmışınız.Doğrusu bu yönü hiç düşünmemiştim.

Leave a Reply