İnsan Sıcağında

sarilmaa?Bırakın sarılayım dedeme. İyileştirmiyor, eve de göndermiyorsunuz. Ne olur bırakın yanında kalayım, sarılayım dedeme? sözleri ile ağlamaya başladı. Hastamız yaşını almış emekli hukukçulardandı. Hastalığı vücudunu sarmış, tıbben yapacak fazla bir şey kalmamıştı. Durumun farkındaydı ve kabullenmiş görünüyordu. O gün annesi ile birlikte ziyaretine gelen torun bu sözlerin ardından dedesine sarılıp ağlamaya başlayınca dedesi saçını okşayarak teselli etmeye çalıştı.

Hastamız son günlerini evinde geçirmek istemiş ancak yakınları yeterli tıbbi bakım sağlayamayacakları endişesiyle engel olmuştu. Akıntıya kürek çekildiğinin hepimiz farkındaydık. Perde inene kadar herkes üzerine düşen rolün hakkını vermeye gayret ediyordu. Gelen torun ilkokul çağlarında cin gibi bir veletti. Sıkı sıkı sarıldığı dedesini bırakmadan burnunu çekerek ?Geçen defa gelirken çikolata getirmiştim. Onu da yasaklamış, yedirmemişsiniz. İlaç vermiyorsunuz hiç olmazsa çikolata verseydiniz. Belki iyi gelirdi? dedi. Dedesi torununun saçlarına sessiz bir öpücük kondurup kızının elini tuttu bakıştılar.  

-      Doktor bey, torunumla ara sıra evdekilerden gizli çikolata yeriz. Bilirsiniz, insanı sakinleştirir iyi gelir. Torunum iyi geleceğini düşündüğü için getirmişti o çikolatayı. Yasak olduğunu duyunca çok üzülmüş.

-      Anlaşılan torununuz size çok düşkün.

-      Elimde büyüdü kerata. Zamanla oyun arkadaşı olduk. Eskinin oyunları kesmiyor bu zamaneleri. Yeni bilgisayar oyunlarını bana hep o öğretti. Gerçi hastalık yüzünden çoktandır oyun da oynayamıyoruz.   

Torunu sözleri doğrularcasına başını salladı. Bu arada hemşire hanım tansiyon ölçmek için  dedeyle torun arasına girmek istedi. Torun sarılmasının bitmediğini, ayrılmak istemediğini söyleyip daha da sıkı sarıldı. Annesi müdahale etmek istedi. Hemşire hanımdan tansiyonu daha sonra ölçmesini rica ettim. Biten serumu değiştiren hemşire hanım odadan çıktıktan sonra hastamız torununu işaret ederek;

-      Sarılmak, doktor bey. Torunuma ilk olarak sevdiklerine sıkı sıkı sarılmayı, sarılmanın her şeye iyi geldiğini öğrettim. O da şimdi beni iyileştirmek için sarılıyor.

-      İyi de, sarılmanın iyi geldiğini nereden biliyorsunuz?

Sevgi dolu gözlerle torununa baktı, saçlarını okşadı. Sonra kafasını kaldırıp gülümsedi.

-      Hadi ama, siz de bilirsiniz iyi geldiğini. Eskiden tıp bu kadar gelişmiş değildi. Çok değil elli yıl önce sıtmadan, tifodan, koleradan kırılırdı insanlar. Neden öldüğü bile anlaşılmazdı. O yıllarda siz hekimler hem savcıydınız hem hakim. Teşhis koyar, karar verir, tedavi ederdiniz. Teşhise dayalı tıp gelişip kanıta dayalı tıp haline gelince sizler de unuttunuz eskinin alışkanlıklarını. Hepiniz hakimliği bırakıp kanıt kovalayan savcılara benzediniz. Elinizde kanıt olmayınca teşhis de yok sanıyorsunuz.  

-      Yani?

-      Bunca tahlili, hastalığımın ne olduğunu bildiğiniz halde elinizde kanıt olsun diye yaptırdığınızı bilmiyor muyum? Her neyse, eskinin alışkanlıkları batıl inançları unutuldu ama hepten yok olmadı. Hastane koridorlarında bekleyen insanlar tıp ne kadar gelişirse gelişsin dua okumayı bırakmadı.

-      Tamam da bunların sarılmakla ne ilgisi var?

-      Tam tıbbi açıklaması olmasa da sarılmak çikolata gibidir. İnsan sıcağını hissedebileceğiniz sevgi dolu bir sarılma sakinleştirir, huzur verir. Gerçi o da unutuluyor ama torunuma öğretmeyi ihmal etmedim. Şu anda o da sizin gibi işini yapıyor, sarılıyor.

Torununun parlak siyah saçlarına bir öpücük daha kondurdu. Torun kafasını kaldırmadan sessizce sarılmayı sürdürüyordu. Hastamız da bir koluyla torununa sarılıp eskiden insanların birbirinden bu kadar uzak olmadığını, ısınabilmek için mahallelerin sıkışık, evlerin ise küçük olduğu, insan sıcağının iyi hissedildiği zamanları anlattı. Ülke zenginleşip ısınmanın sorun olmaktan çıkmasıyla evlerin büyüdüğünden, mahallelerin ise sitelere dönüştüğünden söz etti. Mekanlar büyüdükçe aynı ev içinde yaşayan insanların bile birbirinden uzaklaştığından, insan sıcağını unuttuğundan yakındı.

-      Şu torunumun bile kendine ait kocaman odası var. Hani gözüm yok ama ailecek bir aradayken evde herkes odasına çekilip birbirinden uzak durabiliyor. Her odada televizyon olunca akşamları evde anlamsız bir sessizlik yaşanıyor. Yemek saatinde bile bir araya zor geliyor insanlar.

-      Peki siz ne yapıyorsunuz?

-      Ne yapacağım? Elimden geldiği, nefesim yettiğince onları bir arada tutmaya çabalıyorum. Eskiden hayli sert bir hakimdim, ciddiydim. Yaşlandıkça yüreği yumuşuyor insanın. Şimdi insanların yakın durması sarılıp kucaklaşmasının gereğine inanıyorum. Onlara, birbirine yakın olmanın, insan sıcağını hissetmenin sağlığın kaynağı olduğunu anlatmaya çalışıyorum.

Yorulmuş halsizleşmişti. Yatağında doğrulmak istedi, gücü yetmedi. Kızıyla birlikte koluna girip yastıklarını düzeltip doğrulmasını sağladık. Nefes nefese kalmıştı. Biraz dinlenip kolundaki serumu işaret ederek ?Hastaneler insanları iyileştirse de insan sıcağını hissetmesi için pek uygun yerler değil. Kızım çok itiraz ediyor ama biraz da bunun için şu son günlerimde evimde sevdiklerimle olmak onların sıcağını hissetmek istiyorum? dedi. Onları baş başa bırakıp odadan ayrıldım. Kısa süre sonra biraz da hastamızın ısrarı ile taburcu oldu.

Birkaç ay sonra hastamızın kızını servis çalışanlarına sessizce çikolata dağıtırken gördüm. Kimse bir şey sormadı ama durumu anlamıştık. Kutunun üzerine hastamızın sağlığında yazıp bizler için bıraktığı ?Kendinizi iyi hissetmelisiniz. Teşekkürler, hoşça kalın.? yazılı bir not iliştirilmişti.    

 

Dr. Mehmet Uhri

4 Responses to “İnsan Sıcağında”

  1. dr.kemal demiriz diyor ki:

    Evlerin büyümesi,herkesin ayrı odalarının olması,her odada ayrı televizyon bulunması,ısınma sorununun ortadan kalkması para,daha çok para demek.Daha çok para,daha çok çalışmak ve eve pestil gibi gelmek ve tv karşısında tembelce uzanıp,sanal aleme dalarak,uyuşmak demek.İnsan sıcaklığından ne uğruna kaçmış olduk?Bu hikaye bana sizin, bal getiren karadenizli hastanızı anımsattı.Hani köyüne dönen ve orda ölen.

  2. Mehmet Uhri diyor ki:

    http://www.harftamircisi.com/arilari-kusturmeden.html

    Teşekkürler sayın Demiriz. 2. Dünya savaşındaki toplama kamplarını unutmamamız, üzerinde düşünmemiz gerekiyor. İnsanların oralara isyan etmeden sessizce kabullenip gitmiş olması üzerine, bunun nasıl olduğu üzerine düşünmeliyiz. Düşünmeliyiz ki tüketim üzerine şekillendirilen bu dev toplama kampına dahil olup olmama iradesini kendi başımıza verebilelim. Yazdıklarınızda ki gibi; sessizce kabullenip ve normal yaşam biçimi olarak kabul edişimizin birilerini daha rahatsız ediyor olduğunu görmek, kendimi aykırı ve yalnız hissetmemi engelliyor. İyi ki varsınız…
    Muhri

  3. Enis Balkan diyor ki:

    İnsan sayısı arttıkça insanların daha da yanlızlaştığını izlemek ne acı. Artık birileri bize yaklaştığında sıcaklığını değil, bizden ne koparmak için yakınlaştığını fark ediyorsunuz. Aslında tüm ilişkiler “çıkarsız ve yalın” olmalı.
    Güzel hikayelerinizi yıllardır izliyorum. Bu hikayeleri yazmaya devam etmenizi sağlayacak herşeyin hep sizinle olmasını diliyorum.

  4. Mehmet Uhri diyor ki:

    Duyarlığınız ve iyi dilekleriniz için teşekkürler sayın Balkan.

Leave a Reply