Şubat 2023/ deprem güncesi (unutmamak için)
Öyle bir felaket yaşanıyor ki, yiten ve giden sayısının büyüklüğünü aklımız almıyor. Ölçü, sayı, bedel ve değerlerin anlamsızlaştığı günlerden geçiyoruz.
Gidenlerin bıraktığı yokluk, yoksunluk hissine günler geçtikçe yalnızlığımız, garipliğimiz eklendi.
Garipliği yaşıyor, garipliğimizi konuşuyoruz.
Olanlara, olaylara, insanlara bakıyor ve öylece seyrediyoruz.
Kafamızı çevirip bakmamaya, görmemeye çabalasak da göz göze geldiklerimizin bakışlarında hayatta kalmış olmanın verdiği suçluluk hissini, garipliği görüyor giderek daha da küçülüyoruz.
Bir süre öncesine kadar kendi ve yakınları için her şeyi arzulayan, olanakları ölçüsünde ulaşmaktan çekinmeyenlerin şimdi önüne yığılan yardım malzemelerine göz ucuyla bakıp ilgilenmemesini izliyor, anlamlandıramıyoruz.
İnsan, mekân, ülke tutunduğumuz ne varsa elimizden kaydı gitti.
Gidenlerin yokluğu kalanların eksiğine karıştı. Olan biteni izleyenlerin hüznü ve şaşkınlığı içinde hepimiz “garip” olduk.
Anlamı yiten hırs ve arzularımız aklımıza geldikçe suçluluk duygusu içinde başımızı önümüze eğiyor belleğimizdeki dünyadan uzaklaşmak istiyoruz.
Bir tür boşluğa düşme, yuvarlanma duygusuyla tutunacak insan arıyoruz.
Tutunmaya çalıştığımız insana hayli uzak ama bir o kadar da yakın olduğumuzu, onun da bizim gibi çaresizce sığınacak yeni bir dünya aradığını görüyoruz.
Aklımız anlamaya anlamlandırmaya yetmediği gibi duygularımız da dağılmış durumda.
Sesimiz çıkmıyor.
Nefesimizin bitmeyen bir feryada dönüşeceği korkusuyla ağzımızı açmaya korkuyoruz.
İçimizdeki gurbette kendine yer arayan duygularımızın sessiz gözyaşına dönüşüp kurumasını bekliyoruz.
Dışarıdaki kalabalık da yalnızlığımızı unutturmaya yetmiyor.
Aklı başında olanlarımız gidenleri unutup kalanlara tutunmaktan, ileriye bakmaktan söz ediyor.
Aradaki anlam uçurumu o kadar derin ki bu sözler öfke bile uyandırmıyor.
Her yerden, herkesten ve her şeyden uzaklaşıyor üzerine bastığın yerin yavaş yavaş ayağının altından kayıp gitmesini izliyorsun.
Sürüsünü yitirmiş göçmen kuş gibi bilmediğin bir yöne doğru amaçsızca uçuyorsun.
Gitmek istediğin veya geldiğin yer anlamını yitiriyor.
Yollar gurbete dönüşüyor.
Üstelik günler geçtikçe tuhaflık daha da artıyor.
“Zaman ilaçtır, iyileştirir” diyenleri hiç anlamayacağını düşünüyorsun.
Zamanın dışına düştüğünü nasıl olup da anlayamadıklarına şaşırıyorsun. Yadırgayanları yadırgıyor yabana dönüşüyorsun.
Alışamayacağın bir dünyada garipliğinle öylece kalıyorsun.
Suskunluğun, umursamazlığın geleneğe başkaldırı, her şeye ve herkese isyan gibi görünmeye başladığında dışarıda gidecek gurbet de kalmıyor.
Ne olduğunu, neden olduğunu bilmediğin “suçu” kabullenip böylesi bir dünyada yaşamaya hükümlü olarak gününü tamamlamayı bekleyen mahkûma dönüşüyor, kafanın içindeki hücrede yalnızlığınla içindeki gurbete doğru yolculuğa çıkıyorsun.
Yüzün düşüyor. Kimsenin anlamasını beklemiyor sana ulaşmaya çabalayanlara acı bir gülümseme ile bakmakla yetiniyorsun.
Bu arada dışarıda hayat bir şekilde devam ediyor.
İnsanlar kendi garipliklerini unutup akıllarınca sana yardımcı olmaya yanında durmaya çabalıyorlar. Onlara bakınca insanın özünde “garip” olduğunu ve medeniyet denilen ne varsa o garipliğin üzerini örtmekten ibaret olduğunu düşünüyorsun.
İçindeki garipliğe sığınıp suçluluk hissi ile her gün aynı güne uyanıyor mahkûmiyetin sona ermesini bekliyorsun.
Aklın tüm bunlardan kurtulmanın mümkün olduğunu fısıldasa da “başka” birine dönüşmekten korkup kulaklarını kapatıyorsun.
Tanıyanlar bilenler hayatta olduğunu görüyor, garipliği seziyor. Tuhaflığının ve sessiz isyanın da farkındalar. Elinden tutmak yanında olmak istiyorlar.
Aynı gurbete gidenlerle birlikte yolculuk etmek yerine içindeki gurbete yuvarlanıyor zamanın yeniden vücut bulmasını bekliyor ve unutmamaya çalışıyorsun.
Hepsi bu…
Mehmet UHRİ