Hayatın Acemisi

img_1509

Hastanede mesai bitmek üzereydi. Bir hışım odama girip “o çiçekçiyi bulmamız gerekiyor, hem de hemen” diye söylendi. Çocukluk arkadaşımdı. İlkokula beraber başlamıştık. Zaman içinde farklı yerlere savrulsak da birbirimizi unutmamıştık. Abisinin vefatından beri görüşmemiştik. Cebinden çıkardığı üzerinde ismi yazılı zarfı uzatıp “abim ölmeden önce bunu yazıp bırakmış. Odasını boşaltırken tesadüfen çekmecesinde buldum.” dedi.  Mektuptan çıkan kâğıtta el yazısıyla “O çiçekçiyi bul, vereceği çiçeği mezarıma dik. Dedemin mendilini de gövdesine sar. Parası ödendi.” yazıyordu. Yazılanlardan bir şey anlamadığımı fark edince “o gece hastanede aynı odayı paylaştığımız çiçekçi olmalı, sen de vardın. Hatırlamalısın. Hatta onun bir yerlerde adres veya telefon numarası da olmalı. O çiçekçiyi bulmalıyız” diye üsteledi.

Yavaş yavaş hatırlamaya başlıyordum.

Yıllar sonra karşıma çıkmış kendinden yaşça hayli büyük abisinin rahatsızlığının ciddi olduğunu söyleyip yardım istemişti. Hastalığı hayli ilerlemişti. Tıbbi çabalara beklenen yanıt alınamamış ve tedavi gördüğü hastane son günlerini evinde geçirmesi için taburcu etmişti. Ev ortamında bakımın zor olacağı endişesiyle bir süre daha hastane ortamında kalması için ricacı olmuştu. Görev yaptığım hastanede bir süre yatırılmasını ve destek tedavi verilmesini sağlamıştım. Hastanemizde kalan abisine arkadaşım refakat ediyor geceleri de yanında kalıyordu. İşte o hastane günlerinden biri nöbetime denk gelmiş gece yarısına doğru yanlarına uğrayıp bir süre konuşmuştuk. Hastamız odayı yaşlıca bir beyefendi ile paylaşıyordu.

Hastalığını ve durumun ciddiyetini biliyordu. Sesimi çıkarmadan bir süre onlarla oturdum. Bir ara hastamız bana doğru elini uzatıp pencereye gitmek istediğini söyleyip yardım istedi. Kardeşi araya girmeye çalışsa da hastamız bunu benim yapmamda ısrarcı oldu. Kardeşi hastamızın her gece dışarının soğuk olmasına aldırmadan pencereyi açıp bir süre kafasını dışarı uzattığını odada yatan diğer hastanın ise içerinin düşen sıcaklığı nedeniyle rahatsız olduğunu ancak inatla bunu yapmayı sürdürdüğünü anlattı. Hastamız pencereyi açıp yağan sulu kara aldırmadan bir süre kafasını dışarıda tuttu. Daha fazla üşümemesi için araya girip pencereyi kapattım. Diğer yatakta yatan yaşlı beyefendi ise üşümemek için çoktan yorganın altına girip iyice sarınmıştı. Arkadaşıma bunu neden yaptığını sordum cevap vermeyip abisinin yanıtlamasını bekledi. Hastamız yatağına oturup elimi bıraktı. Kafasını önüne eğdi.

-        Her gün biraz daha eksiliyorum. Bedenimin bu dünyaya tutunamadığının farkındayım ancak düşüncelerim öyle değil. Onlar hiç eksilmedi. Anılar, hisler, fikirler, sorular, yaşanmış yaşanmamış ne varsa hepsi kafamın içinde dönüp duruyor. Onlar eksilmiyor.

-      Onlardan kurtulmak mı istiyorsunuz?

-      Pek sayılmaz. Benimki daha çok bir endişe. Küçüklüğümde dedemin vefatından sonra babama insan ölünce düşüncelere ne oluyor diye sormuştum. Çünkü dedem benimle konuşur hayata dair hep bir şeyler anlatır, vakit geçirir, ilgilenirdi. Söylediklerini pek anlamasam da dedemi çok severdim. Babam ise deden gitmeden düşüncelerini senin için rüzgâra savurdu, rüzgârı iyi dinlersen anlattıklarını işitebilirsin diyerek beni avutmuştu. O günden beri hep rüzgârı dinlerim.

-      Pencereyi açıp rüzgârı mı dinliyorsunuz?

-      Keşke öyle olsaydı. Sıranın bana geldiğini düşünüyor ara sıra kafamı dışarı çıkarıp düşüncelerimi rüzgâra savuruyorum.

-      İşe yarıyor mu?

-      Sanırım hayır. Ama hiçbir şey yapmamaktan iyi olduğunu düşünüyorum. Düşüncelerimi yanıma alıp götüremediğime göre gidebildiği neresi varsa gitsin istiyorum. Dindar olmasam da inançlı biri sayılırım ancak isyan etmeden duramıyorum.

O ana kadar sesi çıkmadan bizleri izleyen diğer hasta, pencerenin kapatılmasıyla içerinin tekrar ısınmasını fırsat bilip yorganı üzerinden atıp yatağında doğruldu. Gözlüklerini ve elindeki gazeteyi etajerin üstüne bıraktı.  Bizlere dönüp “ona buna isyan etmekle zaman yitirmeyip içinden geçip gitmekte olduğumuz hayatı görmeye çalışsaydınız böyle gereksiz konuları dert etmeyecektiniz” gibi bir laf etti. Arkadaşım araya girip “isyan etmeyip de ne yapacaktık? Hem bundan size ne?” diye yanıt verince ortalık az öncekinden de beter soğuyuverdi.  Odada gerginlik tırmanmadan araya girmek istesem de abisi elini kaldırıp bizlere engel oldu. “Açıklamasını bekleyelim” dedi. Hep birlikte yatağında oturan yaşlı adama baktık.

-      Kızmayın hemen. Gerçi ben de gençken böyle çabuk parlardım. Hiç istemem ama siz de en sevdiklerinizi kaybederseniz beni anlarsınız. Önce oğlumu sonra eşimi toprağa verdim. Ben de inançlı biriydim, isyan etmemek için çok uğraştım. Onca yaşam tecrübeme rağmen hayatın acemisi olduğumu üstte olup toprak atarken fark ettim. Yaşamanın zor, ölmenin ne kadar kolay olduğunu gördüm.

-      Peki ya sonra?

-      Peki ya sonra… İşte sorun burada. İnandığım ne varsa bana hep sonra olacaklar konusunda yön gösteriyordu. Yaşanan ne varsa hepsi ölümden sonraya kadar uzanan “peki ya sonra?” sorusunun içinde paketlenip sana sunuluyordu. Hayat yanan bir mum gibi akıp giderken bile sizin az önce yaptığınız gibi sonrayı sorgularken buldum kendimi. Hâlbuki her şey olup bitmişti. Onları orada bırakıp sonrasızlığın içine düşmüştüm. Onca anı, yaşanmışlık, düş ve düşünceler ile buradayım, üstelik onları rüzgâra savursam da ulaşmasını düşleyeceğim pek kimse kalmadı. Diyeceğim eksilen beden değil, ömrümüz. Dahası camı açıp savurdukların da senin değil. İnanma bunlara.

Az önceki soğuk havadan eser kalmamış odaya derin bir sessizlik çökmüştü. Hastamız ise biraz olsun anlaşılmış olmanın verdiği cesaret ile hayat diye bize sunulanın kimlikler ve rollerden başka bir şey olmadığını anlatarak sürdürdü konuşmasını.

-      Bize sunulan kimlik ve o kimliğin gerektirdiği rolü başarıyla oynarsak mutlu bir hayatımızın olacağına inandırılmışız. Rolümüze ve kimliğimize itiraz etmek aklımıza bile gelmemiş. İtiraz edenlere de hep kötü gözle bakıp rahatsız olmuşuz. Başarısız biri olduğumu söyleyemem, rollerimin hakkını verdiğimi düşünüyorum. İyi bir baba iyi bir vatandaş ve eş olduğumu biliyorum. Ama bunlar beni mutlu etmeye yetmiyor. Birilerinin “aferin” demesini bekleyerek koca bir ömür geçirdim. Hepsi oyunmuş. Acemisi olduğum hayat oyunu ise hasta olup kendinle, hastalığınla ve kendi gerçeğinle yüzleştiğinde başlıyormuş. Orada, daha önce başarıyla oynadığını sandığın roller hiç işe yaramıyor.

Bir suskunluk anında araya girip “iyi de bunun bir çaresi yok mu?” diye sordum. Bu soruyu kendine sorup durduğunu tatminkâr bir yanıt bulamadığını herkesin kendi yanıtını araması gerektiğinden söz etti. Emekli olup pek göz önünde olmayan bir yerde evinin altındaki küçük dükkânı tutup çiçekçiliğe başladığından zamanının büyük kısmını dükkânda geçirdiğinden, orada kendi seçtiği ve giderek acemisi olmadığı bir hayat bulduğunu anlattı.

-      Çiçekçi dükkânlarını bilirsiniz, hep birbirine benzer. Önde çiçekler ardında hep gölgede bir çiçekçi olur. Giren çıkan çiçeklere bakmaktan sizi görmez. Görse de çok umursamaz. Yani bir rol yapmanıza gerek yoktur. Kendi olmanız yeter.

-      Neden özellikle çiçekçi dükkânı?

-      Çiçekçi dükkânlarının, bu kadar saçma kurgulanmış, kimliklere ve rollere bulanmış, baskılanmış olmasına karşın hayatın inatla sızmaya çalıştığı, kendini görünür kıldığı yerlerden olduğunu düşünüyorum.  Önemi ve maddi değeri anlamsız olmasına karşın çiçekler içimizdeki bir şeylere dokunur. O yüzden hastane önlerinde hep bir çiçekçi bulunur. Dükkâna gelenler geçici bile olsa birine çiçek götürüp onun hayatına gerçek anlamda dokunmanın, rol yapmadan gerçek bir şeyler yapmanın telaşı ve hafif suçluluk duygusuyla gelirler. Orada ne kimlik, ne rol işlemez. Acemice de olsa kendi oluverirler. Gerçi rol icabı çiçekçiye girenler de az değil ama yine de bana iyi geldiğini düşünüyorum. Orada inandığım inanmadığım ne varsa unutuyor sadece kendim oluveriyorum.

Gece ilerlemişti. Arayanlar yüzünden çok istememe karşın odada yanlarında kalamadım. Onları orada öyle bırakıp çıktım. Sabaha karşı uğradığımda hastalarımızı derin uykuda buldum. Arkadaşım uyumamıştı. Koridora çıkıp hemşire odasında sabahın taze çayından ikram ettim. Geceki muhabbetin abisine iyi geldiğini, çoktandır bu kadar kesintisiz uyumamış olduğunu söyledi. Bir süre daha zaman geçirip odaya döndüğümüzde hastamız yeni uyanıyordu. Yaşlı beyefendi ise henüz uyanmamıştı. Hastamız kardeşine ve bana bakıp elimi tuttu. “Dün gece güzel rüyalar gördüm. En son hatırladığım bir gül bahçesinin kenarındaydım. Kuşlar şakıyordu. Daha önce sesli rüya gördüğümü hatırlamıyorum. Ne ilaç verdiyseniz iyi geldi, yine ondan verin.” dedi.

Hastamızı ve o ihtiyar çiçekçiyi bir daha görmedim. Bir süre sonra gelen mesaj ile abisinin kaybedildiğini öğrendim. Cenaze sırasında da konuşmadık.

Abisinin vefatının üzerinden bir yıldan fazla geçmişti. Bir hışım odama gelip benden o gece odayı paylaştıkları ihtiyar çiçekçiyi bulmamı istiyordu. İlk anda bulamayacağımdan endişe etsem de eski nöbet listelerinden nöbetçi olduğum günü ve o gün serviste yatan hasta listesine ulaşıp kısa sürede hastanın kimlik bilgilerine ulaştık. Telefon numarası yoktu. Adresin bile doğruluğundan emin değildik. Birlikte elimizdeki adrese gittik ve çiçekçi dükkânını bulduk. Ancak kapalıydı. İçeride birkaç saksıdan başka bir şey kalmamıştı. Sağa sola sorduk bir yerlere telefon açtılar, bekledik. Az sonra üniversite öğrencisi olduğunu ve hastamızın evinde oda kiralayıp onunla birlikte yaşadığını söyleyen gençten bir delikanlı çıktı geldi. Uzun süredir rahatsız olduğunu, çiçekçi dükkânını kapatıp daha iyi bakılabilmek için akrabalarının yanına Bursa’ya gittiğini anlattı. Omuzlarımız düşmüştü. Arkadaşım son bir umut cebindeki mektubu gösterip bu konu hakkında bilgisi olup olmadığını sordu. Delikanlı dükkânı açıp içeriye girdi. Kenarda duran konserve tenekesine gömülmüş gül fidanı ile geri geldi. “Ustam gitmeden önce bunu bana emanet etmiş, üstüne de zarftaki o ismi yazmıştı.” Diyerek bize uzattı. Teşekkür edip borcumuzu sorduk. Ücreti ödendi notu düşüldüğünü gösterip borcumuzun olmadığını söyledi.

img_1507

Dönüş yolunda ikimiz de konuşmadık. Hüzünlenmiştik. Ara ara elimizdeki fidana baktık. Beni hastaneye bırakırken sarılıp teşekkür etti. “Gitmem gerekiyor. Vasiyeti yerine getirmeliyim” diyerek uzaklaştı. Birkaç gün sonra arkadaşımdan vasiyetin gerçekleştiğine dair bir fotoğraf ve “Acemisi olsak da aynı hayatın içinden geçiyoruz, iyi ki varsın.” mesajı geldi.

Mehmet Uhri

Not: Bu öykü Türk Tabipleri Birliği Ankara Tabip Odası tarafından 14 Mart Tıp haftası etkinlikleri kapsamında her yıl düzenlenen öykü yarışmasında 2017 yılında üçüncülük ödülü almıştır.

9 Responses to “Hayatın Acemisi”

  1. Göker Çiftdemir diyor ki:

    Çok dokunaklı,nakış gibi işlenmiş bir öykü,ellerinize sağlık.Çok beğendim

  2. Göker Çiftdemir diyor ki:

    Çok güzel bir öykücük,çok beğendim,elinize sağlık.

  3. Mustafa Gül diyor ki:

    Mehmetcim,
    Çok tebrik ederim. Ben, eski ama eskimeyen bir sınıf arkadaşınız olarak, öykülerinizi severek okuyorum. Ödül delisi de olmadan, hakettiğiniz tüm ödüllere ulaşmanızı diliyorum.

  4. Mehmet Uhri diyor ki:

    Sevgili Mustafa whatsapp grubumuzda ödülü değil öyküyü merak eden bir tek sen vardın. Bu benim için çok daha önemliydi. Sayende düzenleme komitesinden öyküyü törenden önce yayınlama için izin isteme cesaretini buldum.
    Sağ olasın.

  5. atilla demir diyor ki:

    Marcus Aurelius,İkinci yüzyılda yaşamış roma İmparatoru ve felsefi düşünceleri zamanımıza kadar uzanan bir düşünürdür.Bu düşüncelerinden bir tanesinde ”hepimizinki günü birlik hayatlar.Hatırlayanın hatırlanandan farkı yok.Hepsi geçici.Hem anılar,hem de onların nesnesi.Her şeyi unutmuş olacağın günler kapıda.Her şeyin seni unutacağı günler yakın…..der.

  6. sadettin demiray diyor ki:

    Harika kutluyorum.Sona yaklaşan insanın duyguları böylesine net ve gerçek anlatılır.

  7. Nuray Başsüllü diyor ki:

    Çok etkileyici emeğinize sağlık Ve tebrik ediyorum
    imza bir başka hayat acemisi

  8. Müco diyor ki:

    Sevgili Uhricim
    Hayatı hafife alır tavrının altında ne kadar derin bir düşünce ve gözlem gücüne sahip olduğunu gösteren bu yazın için hayranlığımı ifade etmek isterim.

  9. İncim Bezircioğlu diyor ki:

    Sevgili Uhri,
    Diline sağlık
    Hayatı ıskalamadan yaşamayı öğrenmek için bir küçük hatırlatma olmuş.
    Umarım okuyanların hayatına o çiçekler gibi dokunur.
    Sevgiyle kal.
    İncim

Leave a Reply